3 Temmuz’da Mursi’nin görevden alındığından bu yana Mısır
kaynıyor... Yüz binlerin, milyonların katıldığı büyük kitlesel hareketlere
tanıklık ediyor.
En sonunda 15 Ağustos’ta göstericilerle güvenlik güçleri çatıştı,
ölü sayısı 600’e dayandı. Mısır iç savaşın eşiğine gelmiş bulunuyor.
Başbakan Erdoğan olayın tam içine girdi. Batı’ya, Birleşmiş
Milletler’e sürekli çatıyor. Geçen cuma gününden itibaren de İslami kesim cuma
namazı sonrası gösteriler için düğmeye basmış görünüyor. Bu harekete Başbakan’ın
oğlu Bilal Erdoğan da katkıda bulunuyor.
Türk basını Mısır’daki gelişmeleri kendi ideolojik yaklaşımlarına
göre değerlendiriyor.
Mursi devrilmeseydi Mısır’ın demokrasiye
dönüşeceğini yazanlar bile var.
Kısaca anımsayalım, Arap Baharı
sonunda Mübarek’in otoriter yönetimi devrildi. Bir kaos ortamına giderken,
Müslüman Kardeşler’in (MK) adayı Mursi ordunun ve ABD’nin desteğiyle bir yıl
kadar önce cumhurbaşkanı seçildi.
Mursi iktidara geldiğinde, karşı karşıya olduğu sıkıntılar şöyle
özetlenebilir:
Ekonomi zor durumdaydı. Toplumun yüzde 70’i tarımla
ilişkili olmasına karşın Mısır, toplumun gıda gereksinmesinin yarısını ithal
etmesi gerekiyordu. 24 yaşını geçen gençler arasında işsizlik oranı yüzde 40’a
dayanıyordu.
Mursi bunların düzeltilmesi için uğraşmadı. Tersine, MK’nin şeriata
dayalı ideolojisini ön plana çıkardı.
Toplumun yüzde 10’unu oluşturan Hıristiyanlara güven vermedi,
yargıyı şeriat söylemleri ve kurallarıyla etki altına almak istedi. Sivil toplum
örgütlerini dışladı, devlette MK’lerin kadrolaşma konusunu en öncelikli bir iş
olarak ele aldı.
Temelde şeriat ilkelerine dayalı bir anayasa için çalışıyordu.
Arap sosyalisti Prof. Samir Amin şöyle diyor:
“Mursi
şeriatçı bir anayasa dayatarak ülkesini ve toplumu karanlık bir geleceğe doğru
yönlendirmek istedi. MK’ler kendi elleriyle çizdikleri bir senaryonun kurbanı
oldular. Ordu için, Mursi’yi zorla göndermek dışında bir seçenek kalmamıştı.”
(Söyleşi, Aydınlık, 17.8.2013)
Değerler çatışması
Bir yanda şeri hukukun savunduğu değerler, öte yanda özgürlükçü,
demokratik değerler. İşte aslında bu iki düşüncenin çatışması sonucunda
milyonlar sokaklar ve meydanlara dökülmüştü. Mısır’daki karşılıklı değerler
çatışmasının sonucuydu bu durum. Mursi, uzlaşma yerine direndi. Kendisinin
istifası için toplanan 20 milyonu aşkın imzayı görmezlikten geldi. 3 Temmuz
öncesi, milyonlar meydanları dolduruyordu. Bir iç savaşa doğru gidiliyordu.
Mursi ise uzlaşma yoluna gitmiyordu.
Bu noktada durum çok nazikti. Mursi seçimle işbaşına geldi,
seçimleri bekleyelim, ama arada halk birbirini öldürsün denilebilir mi?
İç savaşı durdurmak, taraflar arasında böylesi bir çatışmayı
engellemek, uzlaşmayı sağlamak, aslında Mursi’nin göreviydi... Ama yapmadı ya da
yapamadı. Taraflar arasında uzlaşma yerine sertliğe prim verdi.
Sonunda Mursi’nin iktidara gelmesinde başat rol oynayan ordu, 3
Temmuz’da yönetime el koydu. ABD de buna destek verdi. Bu hemen hemen bizdeki
105 yıl önceki 31 Mart 1909 olayına ve Hareket Ordusu’nun Rumeli’den gelip
yönetime müdahalesine benziyor. (Özgürlükler Mücadelesi Tarihimiz - Devrimin İlk
Karşıtları kitabımıza bakılabilir.)
Ancak 3 Temmuz’dan 15 Ağustos’a kadar geçen 42 gün içinde karşıt
gruplar meydanlarda hareketlerini sürdürdüler. En sonunda beklenen oldu. 15
Ağustos’ta sokağa çıkma yasağını dinlemeyen göstericiler ile güvenlik güçleri
çatıştı. Resmi açıklamaya göre ölü sayısı 525’tir. Kuşkusuz, askeri yönetimin
yaptığı bu müdahale hiçbir biçimde onaylanamaz. Çok büyük bir katliamdır.
İslam İşbirliği
AKP iktidarı İslam İşbirliği Teşkilatı Genel Sekreteri’ni bu
olaylar nedeniyle sesini çıkarmadığı için eleştiriyor. Bu, AKP’nin dünyadan ve
Ortadoğu’dan gerçekten habersiz olduğunu gösteren en ilginç kanıttır.
Mısır’daki olaylara başından beri, 47 devletten oluşan İslam
İşbirliği Teşkilatı hiçbir biçimde karışmıyor. En ufak bir yönlendirici etki
yapmıyor. Zaten, bu 47 İslam ülkesi aralarında bir uzlaşma da sergileyemiyorlar.
Neden? Özet nedeni şöyle:
Bugünkü koşullarda Arap dünyasının
vazgeçilmez lider ülkesi Suudi Arabistan ve Körfez emirliklerinde toplumsal bir
değişim hareketi hemen hemen olanaksızdır.
Suudi Arabistan ve
Körfez emirlikleri için alttan gelecek bir sarsıntı ancak MK’lerden gelebilir.
Onun için özellikle Suudi Arabistan, Mısır’daki MK hareketine karşıdır ve askeri
yönetime hemen destek verdi.
Suudi Veliahtı’nın ramazan mesajında bütün Ortadoğu’yu kastederek
“Aşırı uçların dini kendi bencil amaçlarına alet etmesine izin vermeyeceğiz”
biçimindeki söylemi çok ilginçtir. (E. Yıldızoğlu, Cumhuriyet, 17.07.2013)
Ulusal çıkarlar
Mısır’da kuşkusuz bir askeri darbe olmuştur. Her ülke bu darbeyi
kendi ulusal çıkarları çerçevesinde değerlendiriyor. ABD, Ortadoğu’da “Ilımlı
İslam” düşüncesini öne çıkardı, bu düşünce çökünce şimdi yerine kendi emperyal
çıkarlarına uygun yönetimleri destekleyecektir.
Rusya Dışişleri Bakanı Lavrov, Mısır’daki askeri darbe konusunu tek
başına ele almak yerine, Rusya’nın Ortadoğu ve Mısır’da istikrardan yana
olduğunu belirtiyor.
Bu durumda Mısır konusunda, ABD, Rusya, Çin, Suudi Arabistan,
Körfez ülkeleri birleşmiş oluyorlar. Bu durum yakın gelecekte Suriye’de Esad’ın
pozisyonunu güçlendirecektir.
Ortadoğu lideri
İşte tüm bu gelişmelerin Sayın Erdoğan’ı çok sinirlendirdiği
anlaşılıyor. Çünkü Suriye ve Mısır konusunda uyguladığı politikalarla Erdoğan
mezhep esasına dayalı bir Ortadoğu gücü “hayal” etti. Ama bu politika tutmadı,
Erdoğan’ın Batı dünyasına ve Birleşmiş Milletler’e çatmasının arka planında bu
hayallerinin çökmesi vardır.
Ama Erdoğan ve Davutoğlu’nun şunu artık öğrenmeleri gerekiyor. Dış
politika temel olarak ülkelerin ulusal çıkarlarına göre biçimlenir. Hele büyük
güçler için herhangi bir ülkede demokrasinin gerçekleşip gerçekleşmemesi önemli
değildir. Kendi devletinin çıkarları önemlidir.
Bu noktada, Türkiye neden Ortadoğu’da demokratik gelenekler
açısından öndedir sorusu da önem kazanıyor.
Çünkü Türkiye’nin 200 yıllık bir özgürlükler tarihi vardır.
Çünkü, birçok “yetmez ama evet”çi yazarın düşüncelerinin tersine,
1923-1950 yıllarında uygulanan aydınlanma devrimleri dönemi vardır.
İşte bu nedenle ünlü siyaset bilimci M. Duverge şöyle diyor:
“1923 sonrası Türk evrimidir. Türkiye örneği basiretle uygulanmıştır.
Demokrasinin kurulmasını mümkün kılacak yeni bir yönetici ve siyasal elitin
ortaya çıkmasını sağlamıştır.”
Unutulmasın, demokrasi sadece sandıktan çıkan oy sayısı
değildir.
Yorum Gönder