Atatürk: “Mazlumlar, zalimleri yok ederek ortadan kaldıracaklardır”
der; “emperyalizmin çekememezlik, açgözlülük ve kinle yoğrulduğuna”
işaret eder. Gerçekten de kapitalist kaynaklı ve gerici-faşist
karakterli emperyalist rejimler, insanlığı ilgilendiren acıların bilinen
failleridir.
Latin atasözündeki “İnsan, insanın kurdudur” boşuna
söylenmemiştir. Sözdeki bireyselliği aşan toplumsal yön önemlidir. Ama
insanoğlu, 20. yüzyıl boyunca yaşadığı savaşlardaki korkunç boyutları
aklından çıkarmış veya unutmuştur. Yekdiğerini yiyerek tüketmiştir.
Birinci ve İkinci Dünya savaşlarının dehşetli anıları belleğinden
silinmiştir. “Vietnam” sendromu da artık eskide kalmıştır. Yeni
maceralar söz konusu olduğu anlarda emperyalizm asla zaman
yitirmemiştir.
“Kitle imha silahları var” yalanıyla Irak’a
aralıklarla düzenlenen petrol amaçlı saldırılar, 21. yüzyıl
başlangıcının insafsız safhasıdır. Altın yüklü Afganistan ve yeraltı
zengini Libya trajik konular olarak sürmektedir. Dinsel faşizm olan
Siyonizm, İsrail eliyle Filistin’i kana bulamaktadır. Emperyalizmin el
değdirdiği her alan, başta Suriye olmak üzere Ortadoğu ülkelerinden
Afrika içlerine veya Güneydoğu Asya’dan Antarktika ve Pasifik’e kadar
dünyanın dört yanı çatışmalarla doludur.
1945 yılının 6 ve 9 Ağustos
günlerinde Japonya’da yaşananlar, insan eliyle işlenen cinayetlerdeki
tarihsel doruktur. Patlayan atom bombaları en az 245 bin insanı
katletmiş ve yayılan radyasyon 25 yıl etkinliğini sürdürmüştür. Bu
kertedeki dehşet, 1939-1945 yılları arasında saptanmıştır. 52 milyon can
ve 35 milyon yaralıya mal olan boğuşmanın feci yanı, nükleer silahın
ilk kez kullanımıdır. Türkiye, İnönü’nün öngörülü yönetiminde 6 yıl
süren savaş faciasından uzak kalmıştır.
İrdeleme
Nükleer
felaketin esasında 1914-1918 yıllarını kapsayan Birinci Dünya Savaşı’nın
hesaplaşması yatar. Sömürgeci ihtiras, iki blok olarak çarpışan
ülkelerin 38 milyon insanını ölü, yaralı ve kayıp olarak ardında
bırakır. Alman yayılmacı politikasının peşindeki Osmanlı devleti de
milyonu aşan sayıdaki Anadolu evladını, Galiçya’dan Süveyş’e kadar
emperyalizmin bir başka cephesi olan “İtilaf” kuvvetleri karşısında
heder eder.
1919’larda “Megali İdea” senaryosuyla anayurdumuzu işgal
eden Yunan ordusu serüvenine, kendi halkının çoğunlukla katılmadığı
gerçektir. Yenilgiyi izleyen günlerde Yunanlılar, siyasal
çığırtkanlardan hesap sorarlar. Savaştan sonra Atatürk ve Venizelos
tarafından sağlanan dostluk, halkların yakınlaşması anlamında
değerlendirilmelidir. “Yurtta barış dünyada barış” ilkesinin Yunan
devlet adamlarının bilincinde yer ettirilmesi de etkili bir gelişmedir.
“Versay”
ve “Sevr” antlaşmalarının ağır hükümleri 1922’den itibaren Avrupa’da
faşist karakterli gelişmelere yol açar. Alman Nazilerinin 1939’da
yaktığı ateş, genişleyerek Hiroşima ve Nagazaki’deki nükleer kıyımlara
uzanır. Uzakdoğu’daki ABD-Japon sömürgecilik yarışı, savaşın ayrı bir
bölümüdür. “Tanrısal kudret” görülen imparator adına Japonya, Asya ve
Okyanusya’da toprak isteklerine girer. Filipinler’den Küba’daki
Guantanamo’ya kadar ada ve bölgeler kapan ABD, statüyü kollama
peşindedir. “Pearl harbour” baskını yapan Japon kamikazelerle, atom
bombaları fırlatan ABD’nin amaçlarda farklılıkları yoktur. Emperyalizm,
iki yanlı işbaşı etmiştir.
“Birleşmiş Milletler” örgütü 1945’te
evrensel barışı gerçekleştirmek amacıyla kurulmuştur. Ama o tarihten
beri emperyalist ülkelerin ağırlıklı denetiminde olmamış mıdır? Ayrıca
sözde “barış sağlamak için savunma güvenliği” savına sığınan saldırgan
“NATO” gücü, Afrika kıyılarından Asya içlerine doğru siyasal ve ekonomik
gasp seferlerinde değil midir?
Önemsenen ama niteliği bilinmeyen
“Nobel Vakfı, barış ödülleri dağıtır. Mayın, dumansız barut ve dinamitin
mucidi İsveçli Alfred Nobel’in ölüm saçan buluşları, gelir kaynağıdır.
Kız kardeşini deneyde öldüren Nobel, siperlerde katledilenler nedeniyle
kınanır. Fransa’ya gittiğinde de kovulur. “Öncelikle barışa olan
hizmetlerle fizik, kimya, edebiyat, tıp, ekonomi alanlarındaki katkıları
ödüllendirdiğini” duyuran kurum, başta İsveç’te olmak üzere dünyadaki
ağır silah ve savaş uçakları fabrikalarına ortak olmakta hiç sakınca
görmez.
Vakfın ödüllendirdiklerinde ilginç isimler vardır. Biri, NATO
ve İsrail’in kuruluşunda görevli olan General Marshall’dır. ABD adına
yardım planı stratejisi uygulayan Marshall, Türkiye’ye para gönderme
koşulunu, karayolları yapımına bağlar. Çünkü araç satışlarında, ülke
alıcı olacaktır. Anadolu’da askeri üsler elde edilmesinden, üretimden
çok montaj yeri olmasına kadar plan gerçekleşir. Marshall’ın çıkarcı
yöntemi, çok ülkeyi de Washington’a bağlar.
Kurum, Sovyetler’i yok
eden, Balkanlar ve Kafkasya’da kanlı olaylarla ülkeler parçalatan sonra
da ABD kentlerinde paralı konferanslar veren Gorbaçov’u da barış modeli
seçer. Faşist Guatemala’nın “tek destekçisi” unvanıyla tüm işbirlikçi ve
savaşçı yönetimlere lojistik dost kesilen “fıstık tüccarı” ABD Başkanı
Carter’e ve Kıbrıs’ı Yunanistan için armağan sayan BM Genel Sekreteri
Annan’a barış ödülleri sunar. Türkiye’den çıkıp kendi halkının geçmişini
“jenositle” suçlayan kalemi bile barışın dili olan edebiyat dalında
ödüllendirir. Yaşamsal temelin esenlik gereği olan barış kavramını
ödüllendirmede yanlı ve önyargılı olan bir vakfın, diğer dallardaki ödül
ölçütleri de araştırılmalıdır.
Sonuç
Hiroşima ve
Nagazaki’deki katliamlara akıl erdirmesi gereken dünya kamuoyu, her yıl
hazin törenler izler. Ama silahlanma, savaşlar ve güya barışçıl (!)
ödüller emperyalizm eliyle yine sürdürülür. Fazıl Hüsnü Dağlarca’nın ise
“Bura Hiroşima” başlıklı şiirinde şöyle der:
“Sarı bir ışıkla /
Yeşil bir ışıkla /Kara bir ışıkla, sessiz / Uçtu gövdeleri 245 bin
kişinin / 90 bin yapıdan 62 bini artık masal / Ötesi; bir baca, bir
duvar, bir direk / Yalnız beş yapı ayakta / Ta içi kavruldu 245 bin
kişinin / Bura Hiroşima’dır, bu ilk atom bombasıdır / Resmi çıktı; /
Kulelerin, atlarını kamçılayan arabacının taşa, toprağa / Çınladı canı
245 bin kişinin…”
Ertuğrul Kazancı Eğitimci-Hukukçu
Yorum Gönder