Her şeyi tarih ve yurt bilinciyle
değerlendiren Türk halkı, bu oyunları boşa çıkaracak güce ve kabiliyete
sahip bulunmaktadır. Vicdanların karartıldığı, hayatların söndürüldüğü,
Cumhuriyet rejiminin değiştirilmeye çalışıldığı karanlık günler mutlaka
tarihe gömülecektir.
“Siyasi, adli, iktisadi ve mali
bağımsızlığımızı, sonuç olarak da yaşam hakkımızı yadsıyan ve yok
saymayı amaçlayan Sevr Antlaşması bizce yoktur.”
Atatürk
Birinci
Dünya Savaşı’nın galipleri 10 Ağustos 1920’de Paris’in Sevr
banliyösünde toplanarak Osmanlı İmparatorluğu’na fiilen son verdiler.
Böylece “Doğu Sorunu” da çözülmüş olacaktı. Onlara göre Osmanlı, 19.
yüzyıldan beri paylaşılması gereken bir devletti. Sevr’de, “savaşın en
değerli ganimeti” sayılan Türkiye’nin paylaşılmasına karar verildi.
Sözde
“barışı” kabul ettirmek için 1920 Mayıs-Haziran aylarında müttefiklerin
teşvikiyle Yunan ordusu Anadolu’da saldırıya geçti. Neredeyse savaşın
tek suçlusu kabul edilen Türkiye cezalandırılmalı hatta Anadolu’dan da
kovulmalıydı. İngiltere Başbakanı L. George asıl amacını “Türkiye artık
yoktur” sözleriyle özetliyor ve Türklerin İstanbul’dan çıkarılmasını
istiyordu. Dışişleri Bakanı Lord Curzon ise “Türkler için, askerlik
mesleği tümüyle kapanmıştır. Artık Türkler Fransız lejyonuna
gidebilirler… Onları Avrupa kıtasından tamamen süpürüp Asya’ya,
geldikleri yere atmak gerekir” derken, ABD Başkanı W. Wilson da geri
kalmıyor. “İstanbul’un Türklerin elinden alınmasını” ve “Barbar bir ulus
olan Türklerin Avrupa’dan kovma fırsatının kaçırılmaması gerektiği”ni
ileri sürüyordu.
Sevr’de Anadolu’nun doğusu, Bağımsız Ermeni
Cumhuriyeti adıyla Ermenilere veriliyor, Fırat’ın doğusundaki topraklar
Özerk Kürdistan haline getiriliyordu. Yunanlılar, Fransızlar ve
İngilizler de ganimetten paylarına düşen büyük lokmalara iştahla
bakıyorlardı. Boğazlar, uluslararası komisyonun denetimine bırakılıyor,
Türkiye’ye sadece 120.000 km2’lik ekonomik varlığı bulunmayan bir toprak
kalıyordu. Türkiye, Yunanistan ve Ermenistan arasında paylaşılacağı
günü bekleyen adeta bir kurban gibi duruyordu. Lime lime olan Türkiye
artık yağmalanıyordu.
Mustafa Kemal’in mücadele azmi
İstanbul’un
işgali, İzmir’in Yunanlıların eline geçmesi ve Ermeni saldırılarından
sarsılan ve onuru iyice zedelenen Türk halkı, Sevr’in imzalanmasıyla
derin bir öfke seline kapıldı. Artık İstanbul hükümetinin ve padişahın
bir gölgeden ibaret olduğu görüldü. İngilizlerden insaf ve atıfet
beklemenin boş olduğu, esaretten ancak Mustafa Kemal’in mücadele ve azmi
ile çıkılacağı ve tek çıkış yolunun bu olduğu iyice anlaşıldı. O
günleri Norbert Bischoff şöyle anlatıyor: “Düştüğü felaket karşısında ve
yalnız kalmanın dehşeti içinde, kendine gelmeye ve silahlı mücadelenin
doğuracağı hiçbir zararın, kendisine giydirilen Sevr kefeninden daha
kötü olamayacağını Türk halkı net bir şekilde gördü.”
Türk ulusu için ölüm fermanı
Mustafa
Kemal, anlaşmanın imzalandığını Pozantı dönüşünde Ziraat Mektebi’ndeki
karargâhında akşamın geç saatlerinde haber aldı. Türkiye’yi ve Türk
ulusunu yabancı boyunduruğundan kurtarmak, bağımsız ve özgür bir devlet
ve ulus yaratma düşüncesindeki Mustafa Kemal Paşa, “Halkın ve ülkenin
kaderi yabancıların insafına terk edilemez” diyor ve millete olan
inancıyla “Yaşamı ve bağımsızlığı için fedakârlık yapan bir millet
başarısız olamaz, yenilgi demek milletin ölümü demektir” diyordu.
Mustafa Kemal bir kez daha haklı çıktı ve halktaki mücadele gücünü
yepyeni bir şevkle şaha kaldırmasını bildi.
Basit bir yenilgi
belgesinden çok, Türk ulusu hakkında gerçek bir “ölüm fermanı” olan bu
anlaşmanın imzalanması Ankara’da TBMM’yi ayağa kaldırdı. TBMM Hükümeti,
“Misakımilliye aykırılığı ortada olan Sevr Antlaşması’nı” reddetti,
onaylayanlar ve imzalayanları doğal olarak vatana ihanetle suçladı.
Sevr, Mustafa Kemal’in önderliğindeki Kurtuluş Savaşı’yla geçersiz
kılınmış ve uygulama alanı bulamamıştır. Sevr, Türk ulusunda bir yeis ve
teslimiyet yaratmamış, aksine ulusun vicdanında Milli Mücadele ruhunu
besleyen bir itici güç olarak direnme ruhunu kamçılamıştır.
Sevr’den
çıkarılacak ciddi dersler vardır. Çünkü, şimdi Sevr’i geri getirmek
isteyenlerle, buna karşı çıkan, Cumhuriyete kanat gerenlerin
mücadelesini yeniden yaşamaktayız.
Özellikle gençler, Lozan kadar
Sevr’i de bilmeli ve öğrenmelidirler. Türkiye için Sevr “kapanmış bir
dosya” değildir. Birçok hükmü, 19. yüzyılda uluslararası siyasetin
kavgalarına yön vermiştir. Özellikle Ortadoğu’nun bugünkü tehlikelerle
dolu coğrafyası bu anlaşma hükümlerinden kaynaklanmıştır denilebilir.
Türkiye, misakımilli ve Lozan ile Sevr’in kendisine dayatılan
hükümlerini reddetmiş ve karşı taraflara da bunları kabul ettirmiştir.
Batı, Türkiye üzerindeki ezeli emel ve niyetlerinden vaz mı geçmiştir?
Sevr’in Türkiye hakkındaki hükümleri Batılılarca unutulmuş veya
vazgeçilmiş hükümler midir? Dönemin ABD Dışişleri Bakanı Condoleezza
Rice 7 Ağustos 2003 tarihinde Washington Post’ta yayımlanan yazısında
BOP bağlamında bölgede bulunan 22 devletin rejiminin, sınır ve
haritalarının değiştirileceğini, Türkiye’nin de bunların içinde olduğunu
anlatıyordu. Bu proje modern zamanların yeni bir Sevr uyarlaması olamaz
mı?
Her şeyi tarih ve yurt bilinciyle değerlendiren Türk halkı, bu
oyunları boşa çıkaracak güce ve kabiliyete sahip bulunmaktadır.
Vicdanların karartıldığı, hayatların söndürüldüğü, Cumhuriyet rejiminin
değiştirilmeye çalışıldığı karanlık günler mutlaka tarihe gömülecektir.
Tarihin hiçbir döneminde esir olmayan, bağımsızlığa ve özgürlüğü âşık,
bin yıldır Anadolu’nun egemeni olan Türk halkına esaret ve utanç zinciri
takmak olanaksızdır.
Prof. Dr. Metin Kale Osmangazi Üniv. Tıp Fakültesi
Yorum Gönder