Türkiye Şamar Oğlanına Döndü - Ali Eralp

Gelen aşağılıyor, giden aşağılıyor…
Gelen vuruyor, giden vuruyor…
Şamar oğlanına döndük…
Iraklı Kürt Aşiret reislerinin bile diline düştük. Ahkâm kesiyorlar durmadan, fetvalar veriyorlar. Sınırlar çiziyorlar. Yasaklar koyuyorlar. Yedi bin yıllık Türk devletine yol, yordam öğretiyorlar.
PKK’lı yönetici kadroların Türkiye üzerindeki etkisini, baskısını, “Dediğim dedik, çaldığım düdük” havasını ise anlatmaya hiç gerek yok. Sokaktaki çocuklar biliyor…
Yani emir demiri kesiyor.
“Otur, otur, kalk kalk… Şu şöyle olsun, bu böyle olsun… Sakın dediklerimin dışına çıkma… Bak sonra karışmam haa, kafanı patlatırım, Türkiye’yi kan gölüne çeviririm…”
Omuzları kalabalık, Koca koca paşalar da bu tehditleri dinliyorlar, olup biteni sessiz ve çaresiz izliyorlar.
Tarih boyunca, Türkiye devleti hiç bu kadar aciz bir duruma düşmedi, düşürülmedi…
Çevremizde tek dost devlet kalmadı. Dost devlet kalmayınca ticari ilişkiler de kalmadı. Esnaf perişan, işadamları perişan… Alan yok, satan yok… Ticaret yok.
İki paralık İsrail bile Türkiye’ye kafa tutuyor, bizimle dalga geçiyor…
Başbakanın “Mısır’daki darbenin arkasında İsrail var, elimizde belgesi var,” sözlerine karşılık, uluslararası diplomaside asla bağışlanamayacak, alaycı bir dille “Bu, üzerine yorum yapaya değmeyecek o açıklamalardan biri” diye yanıt veriyor.
ABD ise esip yağıyor. Beyaz Saray Sözcüsü Josh Earnest, “Erdoğan’ın sözleri saldırgan, delilsiz ve yanlış” diye, çocuk azarlar gibi azarlıyor Başbakanı. RTE’de çıt yok…
Emperyalist devletlerin, aşiret ve tarikat reislerinin oyuncağı olduk.
Elbette, dış politika, ulusların karşılıklı çıkarları ve “Yurtta barış, dünyada barış” ilkesi temelinde yürütülmeyip; aşiret ilişkileri, mezhep ilişkileri, din tacirliği temelinde yürütülürse olacağı budur. Dış politikada merkezi devletler bırakılıp kabile reisleri ve katil çete başları ile anlaşma yoluna gidilirse olacağı budur.
“Bu Sünni, bu Alevi, bu Nakşibendi tarikatından…” anlayışı ile dış politika yönlendirilir mi?
Ondan sonra, emperyalizme karşı mazlum milletlere kılavuzluk yapmış, Türk Ulusunun dünyaya mal olmuş, 30 Ağustos Zafer Bayramını, “Mısırda din kardeşlerimiz öldürülüyor, ulusal yas ilan ediyoruz” bahanesine sığınarak yasaklamaya kalkıyorlar.
Kimin için?
Bir Amerikan vatandaşı, bir ABD işbirlikçisi, tarihin Ortaçağ karanlığından, yüzyılımıza kaçıp gelmiş, çağdışı bir şeriatçı lider için…
Kimin için?
Gelir gelmez kadınlar denize giremez diye yasa çıkaran, Kız çocuklarının 9 yaşında evlenmelerini yasallaştırmaya uğraşıp, gelen tepkiler üzerine 14’e yükselten, “Eşin ölürse daha 8 saat cinsel ilişkiye girebilirsin” gibi sapkınlık derecesine varan yasaları anayasaya eklemeye çalışan birisi için…
ÖNCE ŞUNU BELİRLEYELİM: DEVLETLERARASI İLİŞKİLER DİN, DİL, IRK, ETNİK KÖKEN TEMELİNDE ŞEKİLLENDİRİLMEZ, YÖNLENDİRİLMEZ.
Hele hele, sokak kabadayısı tavırları ve davranışları ile hiç belirlenemez.
Çünkü dış dünyayla ilişkiler, bir ülkenin iç siyasetine, ekonomisine, sosyal yaşantısına da yön verir.
Mustafa Kemal Atatürk, sömürgecilere karşı hep mazlum milletlerin yanında yer aldı. Asla emperyalizmle uzlaşma içerisine girmedi ve asla “tam bağımsızlık” çizgisinden ödün vermedi. Kimsenin iç işlerine karışmadı, kimseyi de iç işlerine karıştırmadı.
Özellikle Cumhuriyetin ilanından sonra, “Yurtta barış dünyada barış” görüşünü temel alarak savaş karşıtı bir politika izledi. Devletlerle “eşitlik, karşılıklı saygı” temelinde ilişkiler geliştirdi.
Uluslararası politikayı, ülke çıkarlarına, zamanın koşullarına, aklın, bilimin yol göstericiliğine göre belirledi.
Atatürk, “bölge merkezli” bir dış politikanın yanında oldu her zaman.
Daha o yıllarda Ortadoğu ve Asya ülkeleri ile dostluk bağlarını güçlendirerek, Avrasya ittifakının temellerini atmış ve antiemperyalist bir dış politikanın nitelikleri konusunda ezilen uluslara ışık tutmuştu. Yönünü Doğu’ya, Avrasya’ya çevirmişti.
Asla çığırtkan, abartılı bir ulusalcılığa sapmadan, gerçek ulusalcı bir çizgiyi hem yurt dışında hem de yurt içinde uyguladı. Mustafa Kemal, bu görüşünü şu sözlerle belirledi:
“Bizim aydın ve uygulanır gördüğümüz siyasal meslek ulusal politikadır. Ulusal politika dediğim zaman:
a) ulusal sınırlarımız içinde,
b) her şeyden önce kendi gücümüze dayanarak,
c) ulus ve ülkenin gerçek mutluluğuna ve bayındırlığına çalışmak,
d) gelişigüzel büyük emeller peşinde ulusu oyalamamak ve zarar vermemek,
e) uygarlık dünyasından uygarlıklı ve insanca muamele, karşılıklı dostluk beklemek…”
ŞİMDİ SORALIM:
AKP Hükümeti, 2002’den bu yana bu ilkelerden hangisini iç ya da dış politikada uyguladı? Hangisini yaşama geçirdi?
“Uygarlık dünyasından uygarlıklı ve insanca muamele görebiliyor muyuz, ülkelerle dostluklarımız karşılıklı mı olmaktadır?”
Ne yazık ki bu soruların hiçbirine olumlu yanıt veremeyeceğiz. Bu konuda söyleyeceğimiz bir tek gerçek vardır:
Türkiye, şeriatçı bir yönetimin elinde, Atatürk’ün dış politikasından uzaklaştıkça, her gün biraz daha Ortadoğu’nun, Ortaçağ kalıntısı şeriatçı devletlerine yaklaşıyor…

Araplaşıyor…

Yorum Gönder

[blogger][facebook][disqus]

Kemalın Askeri

İletişim Formu

Ad

E-posta *

Mesaj *

Javascript DisablePlease Enable Javascript To See All Widget