İzmir’e girmeye çok az kalındığında, bu
gidişe “delilik” diyenler komutanlara şu kurnazlığı da sergilediler:
“İyi oldu, ama siz çok yoruldunuz. Dinlenin, gidip İzmir’e biz girelim!”
Yenik Yunan ordusu rezil olur, kukla padişah da kaçmaya hazırlanırken,
kutsal ulusal ateş Mustafa Kemal’in yüzünde parlıyordu. Bu irademizi her
zaman kanıtlarız.
Eşsiz Mustafa Kemal “30 Ağustos”u Türk
ve dünya tarihi için en etkili meydan savaşı diye tanımladı.
Sultan-Halife altında ezilmiş olan ulus, onun önderliğinde, bir
egemenlik savaşımını başarıya ulaştırdı. Padişah Mısır Hidivliği’nin
sınırlı yetkilerine bile imrenen bir köleydi. Afyon’dan İzmir’e koşar
gibi gidenlerin idam fermanının da sahibi; dostuysa işgalci Yunan
ordusu. Ayrıca Mareşal Çakmak’ın dediği gibi, hedefi İzmir olan büyük
saldırıyı tasarlarken, karşımızda düşman ordusundan önce Ankara’daki
Meclis’te bile ulusalcı olamayan ve yapılacakları “cinnet” sayanlar da
vardı.
Ancak cephane gibi gereçlerin yetersizliğini bilen, ama
Trakya’daki büyücek düşman askeri de Anadolu’ya ulaşırsa işin
zorlaşacağını kavrayan Başkomutan başarılı olacağına inanıyordu. Düşman
yedeklerinin cepheye ulaşmasını engellemek zorundaydık. Arkasını
emperyalizme dayamış olan Yunan ordusu o devletin o güne değin
oluşturduklarının en güçlüsüydü.
Başyaver Salih Bozok saldırı
kararının Sakarya’dan hemen sonra alındığını yazıyor. Günümüzde başı
bağlamakla “kadın özgürlüğünün” tamamlandığını sanan kadınların
ninelerinin Sakarya’ya top mermilerinin çoğunu taşıdıklarını
anımsayalım.
Gazi Paşa Ankara’dan sessizce ayrılırken, geride
kalanlara başkanlık konutunda yabancı temsilcilerle bir “çay” toplantısı
yapacağı yayılmıştı. Anadolu Ajansı’nın bu haberini saray, Avrupa ve
düşman karargâhı da işitti. Oysa cephe boyunca yığılmış ordularımız,
düşman farkına varmaksızın, yalnız geceleri yürüyerek batıya yöneldiler.
Onunla birlikte savaşa katılmak için can atan yaver Cevat Abbas ile
Yarbay Fuad’ı Ankara’da bırakarak “Benden söz edenlere burada olduğumu
söylersiniz” derken, üçü birlikte kahve içmişlerdi. Tam 25 gün sonra,
gene üçü İzmir’de bir kahve daha içtiler. Aradaki birkaç gün içinde,
Türkiye’de bir tarih yaratıldı.
Önce Konya’ya inildi, sonra
Akşehir’e, oradan Şuhut’a. Bir vadiye kurulan çadırlar ağaçlarla
kaplandı. Kocatepe’ye varıldığında gün henüz ağarmamış. “Paşalar onun
arkasındaydılar/Sarışın bir kurda benziyordu/Bıraksalar/ince, uzun
bacakları üstünde yaylanarak/ Kocatepe’den Afyon ovasına atlayacaktı.”
Saat dörtte toplarımız gürledi. 26 Ağustos sabahı Mustafa Kemal’i
Ankara’da yabancı temsilcilere ziyafette sanan düşman için ne acı bir
şaşırtı. İlk iki günlük yarma hareketini 28-30 Ağustos meydan savaşı
izledi. Cephane su gibi akıyor. Gazi Paşa: “Tek mermi kalıncaya değin
ateşe devam! Cephaneyi düşmandan alacağız.” Düşman yanan kentlerden,
köylerden geçip gitmiş demektir. Alevler içindeki yerler öldürülmüş
Türklerle dolu. Manisalı (ünlü yazar) Yakup Kadri kendi kentini
tanıyamadı. M. Kemal, Celal Nuri’ye dedi ki: “Askere istirahat
emrediyorum. ‘İzmir’de dinleniriz’ diyor.” Ama binlerce de düşman
cesedi, üst üste yüzlerce hayvan, toplar, aralarında bir Yunan bayrağı.
“Bayrak ulusun alâmetidir. Kaldırıp topun üstüne koyun.”
Gazi Paşa ve
yanındakiler orduyu Afyon’dan İzmir’e adım adım izlediler. Kimi zaman
buğday, üzüm çuvalları üstünde ikişer saat kestirerek. Bir keresinde,
Başkomutan çuval deliğinden aldığı üzüm salkımının yarısını yanındaki
Çakmak’a verdi. Ama yol boyunca kurtulan halkın gösterilerini hiçbiri
unutamadı. İhtiyar bir köylü “Sen O’sun” deyince, kadınlar çizmesinin
tozlarını rastık gibi gözlerine çektiler. Her şey hesap adamı Gazi
Paşa’nın iradesine bağlıymış gibi oluyordu. Zafertepe’ye giderken,
Birinci Ordu Komutanı uyardı: “Ateş hattına iniyorsunuz.” Yanıt: “Siz
burada kalın.” 30 Ağustos günü: “Bugün güneş batmadan kesin sonucu
almalıyız. Yoksa düşmanın geri kalanı Murat Dağları eteklerini ve
Kızıltaş Vadisi’ni izleyerek çekilebilir.” İzmir’e öyle bir hızla
aktılar ki: “Düşmanla karşılaşsak da biraz dinlensek!”
General
Trikopis ve çevresini Ahmet Çavuş tutsak etti. İntihar edecekmiş de
yapamamış. İstanbul’daki eşine bildirildi, “Sağdır, Mustafa Kemal’in
konuğudur” diye. “Yedeklerinizi neden getirtemediniz? İzmir’e 10
Eylül’de girmeyi tasarlamıştım; sizin yanlışınızdan ötürü bir gün önce
giriyoruz.” Sakarya’nın yürekli teğmeni Sıtkı İzmir kapısında son
şehidimiz. Kadifekale’ye bayrağımızı çektiren Yarbay Reşat, çeken de
Bilecikli Celil. İşgalde matem yaşayan halk neşeden çılgın. Trikopis 84
yaşındayken Hıfzı Topuz’a demiş ki: “Anadolu’da işimiz neydi?
Yabancılara alet olduk. O büyük kumandana hayranlık duyuyorum.”
İzmir’e
girmeye çok az kalındığında, bu gidişe “delilik” diyenler komutanlara
şu kurnazlığı da sergilediler: “İyi oldu, ama siz çok yoruldunuz.
Dinlenin, gidip İzmir’e biz girelim!” Yenik Yunan ordusu rezil olur,
kukla padişah da kaçmaya hazırlanırken, kutsal ulusal ateş Mustafa
Kemal’in yüzünde parlıyordu. Bu irademizi her zaman kanıtlarız. 30
Ağustos Türk ulusuna ve TSK’ye kutlu olsun!
Prof. Dr. Türkkaya ATAÖV
Yorum Gönder