Paşa ile karasinek - Levent Kırca

Ülkemkorkut hikayesi

Ne biçim iş yahu? Adamlar hâlâ içeride iyi mi? Suçları da yok, delil yok, üstüne üstlük suçlamalar komik, dahası suçlarının ne olduğunu da bilmiyorlar.
Buyur buradan yak.
Sonu olmayan umutsuz bir bekleyiş. Duvarların arasındasın.
Eee…
Sonuç kocaman bir sıfır. Yat kalk aynı duvar. İşin yoksa otur duruşma gününü bekle. Hoş; işin de olsa bir yere gidemezsin ya. Bekle Allah bekle. Karından, çocuklarından, sevdiklerinden uzakta, Silivri diye bir yerde, derilmiş çatılmış bir toplama kampında beklemedesin.
Akşam oluyor. Yat kalk aynı duvar. Pencereden bir avuç gökyüzü görünüyor. Bazen göçmen kuşlar da geçiyor bu görüntünün içinden. Hava açık ya da kapalı. Çoğunlukla yağmurlu. Karını düşünüyorsun, çocuğunu. Sıkıntın daha da artıyor. Hadi sen içeridesin, onlar çok mu dışarıdalar sanki? Komşular yalandan selam veriyor. O da durmadan. Yürürken. Adeta birlikte görünmekten kaçınıyorlar.
Kocası içeride diye karısı da işinden oldu olacak, neredeyse bütün müşterilerini kaybetti. Annesi oğlunu okuldan almak zorunda kaldı, okul da rahatlayıp sevindi. Müdür anneyi okula çağırdığında, “Kusura bakmayın, durumunuzu anlıyoruz. Kabul ediyorum burası paralı bir okul. Siz de hiç aksatmadan ödemelerinizi yapıyorsunuz. Ama parayla bitmiyor, veliler işi azıttılar, çocuklarının sizinkiyle aynı sınıfta olmasını istemiyorlar. Arkadaşları onunla konuşmuyor. Yani, afedersiniz öğretmenler bile oğlunuzun olduğu sınıfta derse girmek istemiyor. Yani kocanız içeride, oğlunuz okulda ‘suçlu’ muamelesi görüyor” diyor.
- Hanımefendi, siz avukatsınız öyle değil mi?
- Evet avukattım. Ama artık duruşmalara girmiyorum.
- Neden?
- Kimse girdiğim davayı kazanacağıma inanmıyor.
- Neden?
- Soyadım yüzünden. Benimle çalışmak adeta ayıp. Yani öyle bir şey işte. Herkes benden cüzzamlıymışım gibi kaçıyor.
- İşte gördünüz mü, aynı şey sizin de başınıza gelmiş. Yaşanmaz hanımefendi bu ülkede. Burası varlıklı insanların, isimli insanların çocuklarının okuduğu bir okul. Tamam sizinki de paşa çocuğu ama günümüzde paşa var, paşa var, öyle değil mi? Paşadan paşaya da fark var. Ben şahsen size de hak veriyorum. Ama ne yaparsınız ki ben de vazifemi yapmak zorundayım. “İyisi mi siz bu çocuğu paşa paşa alın bu okuldan. Kocanız hele bir aklansın paklansın, gene getirirsiniz” diyeceğim ama ufukta öyle bir görüntü de yok ne yazık ki. Sonuçta darbeye teşebbüs etmiş bir paşanın çocuğu bu çocuk. Darbeye teşebbüs etmiş bir babayla, darbeye teşebbüs etmemiş bir baba aynı mı? Veliler çocuklarını göndermek istemiyor okula. Ben size söyleyeyim, bende yalan yok. Tamam, sizin çocuğunuzu da düşünüyorum, üç gündür düşünüyorum, hatta dört, bu günle birlikte. Ama önce okul. Ben burada yöneticiyim, önce okulumu düşünmem gerekiyor. Beni bağışlayın, özür diliyorum ve artık susuyorum. Bakın sustum.
Adı geçen paşa Silivri’de, hücresinde sırt üstü yatıyor. Elleri ensesinden kenetli, bir ayağını sinirle sallıyor, gözleri tavanda takılmış kalmış.

“Suçsuzum ben!” diyor kendi kendine.

Kendisiyle konuşuyor: “Suçumu dahi bilmiyorum.” Kalkıp daracık ve kasvetli hücresinde iki adım atıyor.. Hücre küçük olduğu için üçüncü adıma müsaade etmiyor. Tekrar atıyor kendisini yatağa. Bu kez sağ ayağını sallıyor sinirle. O kadar sallıyor ki terlik ayağından yere düşüyor. Sol ayağındaki terlik duruyor. Yani bir ayağı terlikli, diğeri terliksiz. Sinirle onu da silkeleyip atıyor, terlik bir-iki takladan sonra hücrenin duvarına çarpıp yüzükoyun yere düşüyor. Onları tekrar giyebilmek için hızla kalkıyor, bir an başı dönüyor, düşmemek için hücrenin sevimsiz duvarına tutunuyor. Kalp yetmezliği var, bir yandan da kanser teşhis edilmiş kendisinde. Ama umurunda değil. Çoktan ölmeye hazır, sadece çocukları için yaşıyor.
“Çıkarsalar da çıkmam” diye düşünüyor. “Özür dilerim” diyor yerdeki terliklere. “Sinirlerime ‘hakim’ olamadım.”
“Hakim” dedim de… “Ben yaptım” desem?..
- Evet ben yaptım. Hadi bakalım ne olacak şimdi?
“Neyi yaptın?” diye sormaz mı hakim bana? Hadi ver bakalım cevabı.
- Neyi yapmadım ki hakim bey?
- Neyi yapmadın?
- Yahu hiçbir şey yapmadım. Suçsuzum!
Hücrenin duvarlarında ses yankılanarak geri dönüyor kendisine.

Suçsuzum… Suçsuzum… Suç…

Bırakıyor kendisini yatağa. Gözleri tavanda asılı, köşeleri sayıyor 1, 2, 3, 4. Gerisin geriye 4, 3, 2, 1…
Gözlerini kapatmaya çalışıyor ama nafile. Kapanmıyor bir türlü. Sanki her iki göz kapağına da yay takmışlar kapanmasın diye. Bir kapansa… Kapanabilse… Ardından da uyusa… Şöyle bir on dakika kadar. Razı.
Uyuyunca çıkacak hücresinden sessizce. Koşacak evine, karısını, çocuklarını kucaklayacak sımsıkı. Koklayacak onları, saçlarını, tenlerini. Sonra uzunca bir banyo yapacak, hücreden üstüne sinenleri tırnaklayarak söküp atacak vücudundan. İyice silinip kurulandıktan sonra alacak sevdiklerini yanına. Doğru Emirgan’a. Oturacak çınar dibinde bir salaş kahveye. Demli çay söyleyecek, yakacak bir de cigara. Geçen vapurlara doğru üfleyecek efkarını.
Rüyasında dahi olsa razı bunları görmeye ama kapanmıyor ki gözleri, rüya görsün. Gözler meşgul, gözler çivili tavanda.
Bir sinek… Tavanda titreyerek yanan ampulün üzerine bir konup bir kalkıyor. Paşa, “Nasıl girmiş bu buraya?” diye düşünüyor. “Sen nasıl girdiysen o da öyle girmiştir. İyi ama bu sineğin ne suçu olabilir?” Yatağından doğruluyor. Sineğin de kendisinin de gölgesi düşüyor ıslak duvarlara. Öyle ya da böyle, “Hoş geldin sinek” diyor paşa, “Hücremi paylaşmaya”. Bu kez gölgesiyle konuşuyor: “Bizim ağzımız var, yetmiyor suçsuzluğumuzu anlatmaya. Sen nasıl anlatırsın derdini?” Vızıldayarak dönüyor sinek lambanın etrafında. “Öyle vızıldamayla olmaz, seninkisi sinek vızıltısı kalır hakimin huzurunda…”
Hücresinin demir parmaklıklı penceresini aralıyor, soğuk. nemli bir hava doluyor içeriye. Ta uzaklardan bir yerlerden müzik ve kahkaha sesleri geliyor belli belirsiz. Bir süre sessizce dinliyor onları, sanki kendisi de oradaymış gibisine. Sonra “Her şeye rağmen hâlâ gülebilenler var demek ki” diye düşünüyor.
Birden üşüdüğünü hissediyor, “Üşüyorum öyleyse varım” diyor. Karasineği açık pencereye doğru yönlendirmeye çalışıyor el-kol hareketleriyle, özgürlüğüne kavuşabilsin diye. Karasinek bir zaman sonra pencereye doğru uçuyor. Akşam alacasında pencerenin açık kanadını seçemiyor da camlı yanına çarpıp çarpıp geri dönüyor. Paşa sineği oturduğu yerden izliyor, “Biraz daha sola, biraz daha…” diye mırıldanıyor. “Hay akılsız hayvan. Hayvan mısın, böcek misin, artık her neyse.” Açık pencere yüzünden odanın iyice soğuduğunu hissediyor ama kapatmamaya kararlı. Yatağa uzanıp üstünü sıkıca örtüyor, gözü pencerede.
Sineğe hitaben: “Benim yok ama hiç değilse senin bir umudun olsun..”
Sineği merakla izlerken gözleri kapanıyor…

Paşa şimdi kimbilir nerede?..

Levent Kırca/AYDINLIK

Yorum Gönder

[blogger][facebook][disqus]

Kemalın Askeri

İletişim Formu

Ad

E-posta *

Mesaj *

Javascript DisablePlease Enable Javascript To See All Widget