Kanuni'nin Soyguncu Mısır Valisi - Cevat Kulaksız

Osmanlı’nın “Muhteşem Yüzyıl’ın onuncu Padişahı Kanuni Sultan Süleyman’ın yaşam öyküsünü anlatan dizi, halen bir TV kanalında yayınlanmakta.
İmparatorluğun, en güçlü, en muhteşem zamanında, Osmanlı üç kıtaya hükmederken, bu ihtişam karşısında Avrupa’lılar Kanuni’ye “Muhteşem Süleyman” demişler. Bundan esinlenerek dizinin adı da “muhteşem yüzyıl” denilmiş.
Padişah “Muhteşem Süleyman” Başkent İstanbul’dan yüzlerce, binlerce km uzaktaki sınırlarda fetihler, savaşlar içinde bulunurken, Başkent İstanbul’da, İmparatorluğun nice eyalet ve vilayetlerinde kanunsuzluk, rüşvet, yolsuzluklar alabildiğine yayılıyordu. Kanuni Sultan Süleyman döneminde olan ilginç olaylardan bazılarına değinmek istiyoruz.
Azerbaycan’dan Fas-Tunus’a; Tuna boylarından Yemen-Somali’ye kadar devletin eyaletlerindeki valiler, halktan vergi toplar İstanbul’a gönderirlerdi. Vergi toplarken de, bazı valiler aşağıdaki örnekte olduğu gibi halka zulmeder, halkı soyar, halkın anasını ağlatırlardı. Vergi gelirleri bakımından Mısır’ın ayrı bir yeri vardı; en çok vergi oradan geldiği için, bütün devlet adamları- vezirler Mısır’a vali olmak için can atarlardı.  Osmanlı da eyalet ve vilayetlerden gelen bu vergilerle debdebe içinde yaşayıp giderdi. Ama öylesine, ne zamana kadar! 
Bu “muhteşem” görünüşe karşın, Osmanlı’nın her devrinde, en alt memurdan valisine kadar rüşvet, yolsuzluk, hırsızlık, eşkıyalık değişen oranlarda ülkenin her yerinde vardı. Osmanlı’dan günümüze, AKP valilerine kadar nice ilginç valiler gelip geçmiştir.
Mısır’da Hüsnü Mubarek’in, hiçbir şeyi yokken iktidara geldikten 30 yıl sonra, 60 mı, 70 milyar serveti ile saltanatının bir halk devrimi ile yıkıldığı şu günlerde, Kanuni de Mısır’la gündemde olunca, Osmanlı’nın Kanuni Devrindeki Mısır valilerinden, hiç görülmedik hırsız, soyguncu bir valiyi anmak istedik. Dr. Rıza Nur’un Türk Tarihi kitabından alıntı yaparak, böylece Mısır, “Muhteşem Yüzyıl” güncelliğini korurken gündeme bir ayrı bir hava verelim dedik.
Osmanlı’nın en büyük, en çok gelir getiren eyaleti Mısır idi.  Buraya atanmak isteyen valiler, her türlü aracı, torpil kullanmak isterler, Mısır’a atanmak için can atarlar, atanmak için padişaha çok büyük haraç verirlerdi.
Kanuni devrinde bölgesinde para yapmak, basmak imtiyazı da olan Mısır Valisi Ali Paşa, paranın ayarını ve ağırlığını azaltıp sahtekârlık yapınca, böylece devlet hazinesinden epey para aşırdığı için padişah fermanı ile halledildi.
O tarihlerde polis teşkilatı olarak görev yapan zaptiye teşkilatı yeterli olmadığı için, haydutlar Kahire’nin kenarlarına kadar baskınlar yaparak mahalleleri işkâl etmişlerdi. Eşkıya ile baş etmek için mahalleler çevresine surlar bile yapılmıştı.  

KANUNİ’NİN SOYGUNCU, HIRSIZ MISIR VALİSİ
Ali Paşa’nın yerine M.1565, H 973 yılında Mahmut Paşa vali olarak atandı. Bu vali İstanbul’dan büyük bir yardımcı (maiyet) ile geldi. İskenderiye’den Kahire’ye gelirken yolda ileri gelenlerden büyük hediyeler aldı. Port Sait mültezimi  [i]   Mehmed bin Ömer türlü hediyelerle dolu büyük bir kayıkla Vali Mahmut Paşa’yı karşıladı. Kayıkta yalnız 50 bin altın vardı.
Kahire’ye gelince Port Sait mültezimi Mehmed bin Ömer’i yanına çağırttı, orada boğdurup bütün mallarını müsadere ettirdi.  Kendisini karşılamaya gelmeyen ve hediye vermemiş olan Kadı Yusuf El-Ebadi’yi boğdurup malını müsadere etti. “Herif doğrusu vali değil, yaman eşkıya imiş!” Bunu, Yükselme devrinin “Muhteşem Süleyman”lı Osmanlı valisi yapıyordu.
(Tarih boyunca, Firavunlardan Hüsnü Mübarek’e kadar Mısır’a da nice ne ilginç, garip yöneticiler gelmiş geçmiştir!)
Bu aç gözlü vali, cinayetinde bir iki adamla da kalmadı; Kahire zenginlerinden hepsinin malına göz dikti. Böylece pek çok insanın canına kıyıp mallarını elinden aldı. Yine de çıkarcılığını, cimriliğini, açgözlülüğünü yenemedi.
Emrindeki devlet kuvvetini kendisi için düşmanlık silahı sanan, kanun ve mahkeme filan bilmeyen, bilmek istemeyen bu resmi cani, Osmanlı’nın paşa unvanlı valisi, sokakta daima subaşı ile birlikte gezerdi. Kestireceği adamları sade eliyle gösterirdi. Mahkeme şöyle dursun, ne ki bir laf bile söylemez ve dinlemezdi. Subaşı işaret alınca gösterdiği adamı derhal keserdi. Buna göre “subaşılar o zaman cellat gibi bir şeymiş.
Oysa “subaşı” yalnız Osmanlı Türklerinde değil, daha eski Türkler ve Orta Asya’da da askeri kumandandı. Leon Kahun’a göre bu tabir “su-başı” olmayıp, “sefere götürmek” anlamına olan “sülemek” mastarından “Su-başı”dır. (Dr.Rıza Nur’un notu).
Bu adam, bu çılgın vali ahlak dışı işleri sadece halka değil, büyük memurlara da uygulardı. Aynı zamanda Emîrü’l-Hacc da tayin edilmiş olan Defterdar İbrahim Bey M. 1567, H. 974 tarihinde ölmüş, onun da bütün malını, kölelerini, evini zapt etmiştir. Bu evde 100.000 altın bulmuştur ki, bu paralar İstanbul’a gidecek vergi için hazırlanmış ve hazineye aitti. Bunlardan başka evde padişaha ve vezirlere mahsus olarak hazırlanmış kıymetli hediyeler de vardı.
Mısır halkı bu valinin zulmüne takat gösteremiyordu. M.1567, H.29 975 tarihinde Çarşamba günü Vali alayla ve maiyeti ile beraber sokağa çıktığı vakit, Emir Hamza ve Mamay Beyler tarafından hazırlanıp yolu üzerindeki dar bir sokakta iki bahçe duvarı arasından bekletilmiş olan biri fitilli bir tüfekle valiyi sol kulağı altında vurdu. Katil valiyi vurup kaçtı. Katili bulmak için çevre arandı, yakındaki bahçelerin birinde bulunan iki suçsuz Fellah’ın kafasını kestirdi. Oysa bu fellahlar yalnız tüfek sesini işitmişler, katilin gölgesini bile görmemişlerdi!
Mısır halkı bu suikast haberini alınca korkudan titrediler. Bunun valiye yeni bir zulüm için vesile teşkil edeceğini zannettiler. Dükkânlar kapandı, herkes beri öte kaçıştı, çünkü vali sokağa çıkar keyfine göre işaret edip kafa kestirirdi. Bunu şimdi daha fazla yapardı.
Neyse Mısır halkının korkması bir yana, beyler, sancaklar gelip valinin öldüğünü söylediler, halkı teskin ettiler; valinin zulmünden vali öldü diye sevinmiş olmalılar! Böylece valinin ölüm haberi halkın korkusunu giderdi.
Ta Firavunlar devrinden beri Mısır, birbirinden ilginç despot valiler, yöneticiler, Halifeler tarafından yönetildi.
Mısır’ın en son despot yöneticisi Hüsnü Mübarek (d.4 Mayıs 1928) 30 yıl ülkesini muhalefetsiz yönettikten ve Arap baharı halk tarafından zorla indirildikten sonra, demir kafeste ve sedyede yatarak yargılanmaya başladı.[ii]
BALİ BEY VE SONU
İskenderiye Sancak Beyi Balı Bey, öylesine dengesiz, gaddar bir adamdı ki halkına görülmemiş zulüm yapıyordu.   Göz koyduğu halkın çoluk çocuğunu köle diye satıyordu. Hatta İstanbul’dan gelen çavuş başlarına köle armağan ediyordu. İşin içyüzü İstanbul’a iletilince, İstanbul’dan iki çavuş başı gönderilerek kendisi ile voyvoda ve kethüdalarından seksen adamı kendi sancağında halk önünde meydanda asıldılar.[iii]
EŞKIYALAR EVİ BASINCA
Yıl H 934 M 24–2–1528 tarihinde Selimiye Camisi yakınlarında zengin bir adamın evini basan eşkıyalar evdekilerin hepsini öldürdüler; eşyaları da talan ettiler. Kanuni Sultan Süleyman hırsızların bulunmasını emreder.. Aranır taranır, fakat hırsızlar bulunamaz.
Müneccimbaşı tarihine göre Kanuni’nin danışmanları kendisine şu yolu önerirler:
“Sultanım bu çeşit kötülükleri ancak gündüzleri yoğurt, sebze gibi şeyler satmak bahanesiyle mahalle ve sokak aralarında dolaşan işsiz güçsüz kâfirler yapar”
Peçevi tarihi sonucu şöyle özetliyor:
“İşsiz güçsüz Arnavut takımından kimselerin bu işi yaptıklarına ihtimal verildi.”
Yapanlar bir türlü bulunamadı. Yönetim ne yapacağını, şaşırıp kaldı. Bunun üzerine âleme, topluma ibret olması için, acayip bir adalet uygulayarak, sokaklardan, ırgat pazarından boş gezen mumcu, amele, tellak, aşçı, odun yarıcı vb bütün işsiz güçsüzlerden 800 kadar insan toplanarak, sokaklarda halkın gözü önünde katledildiler. Bu sokak infaz adaletinin yararı olmuş muydu? Bu olay eşkıyaya korku saldı ve bundan böyle uzun bir süre benzeri bir fesat görülmedi. Ama bu masumları katletmek “Kanuni’ye yakışan bir adalet miydi?[iv] 
OSMANLI’YI AVRUPA’YA ÇAĞIRAN TÜRKÜ
Kanuni Sultan Süleyman Zamanında Osmanlı’lar Avrupa içlerine doğru akınlar, fetihler yaparken, Avrupa köylüsü oldukça fakir olduğundan, bu gelenlerin belki bir kurtarıcı olacağı inancı ile halk adeta Osmanlı’nın gelmesi ilerlemesi için, türküler çağırıyordu. Büyük Kapona Kalesinde her yıl belli bir günde bütün kale ve çevresi ahalisinin küçüğü, büyüğü, genci ve ihtiyarı tümüyle dışarıya, sahraya çıkarlar, orada olan Kızıl Kapona’da oğlancıklar ve papazlar eski bir türkü söylerler:    
“Türk Padişahı bütün gücü ve görkemi ile bu yere kadar gelse gerektir,
“ Ve burada yüce Tanrı’nın buyruğu ile ölse gerektir;      
“Tanrı’ya güvenilen ve Türk Padişahı o kadar yukarı çıksın ki     
“Ta Kolonya’ya (Köln) e varsın”… [v]

Cevat Kulaksız

DİPNOTLAR

[i] Mültezim, Osmanlı toprak sisteminde açık artırma usulüyle, belirli eyaletleri (Özellikle merkezden uzak olanları) kiraya vermeye iltizam, iltizam sahibi olan kişiye de mültezim denirdi. Bu yolla elde edilen para doğrudan devlet kasasına giderdi. İltizam usulü kiraya verilen eyaletlerde çalışan devlet görevlilerin maaşını devlet karşılardı.
[ii]  Türk Tarihi Dr. Rıza Nur Genel Kurmay Askr. Tarih ve Stratejik Etüd Başkanlığı 1982 c 9, sf 383-384
[iii] (Yıl H 934 M 1527–28)(Peçevi Tarihi Kültür Bak.Yay. 1999 Bekir Sıtkı Bayka Cilt:1 Sf: 98
[iv] Peçevi Tarihi Kültür Bak.Yay. 1999 Bekir Sıtkı Bayka Cilt:1 Sf: 98
[v]Peçevi Tarihi Kültür Bak.Yay. 1999 Bekir Sıtkı Bayka Cilt:1 Sf:90

Yorum Gönder

Blogger
Facebook
Disqus

Kemalın Askeri

İletişim Formu

Ad

E-posta *

Mesaj *

Javascript DisablePlease Enable Javascript To See All Widget