Cinayet - Merdan Yanardağ

Bir cinayet işleniyor. Bir ülke diri diri gömülüyor. Tıpkı Nuri Bilge Ceylan’ın Cannes’de Juri Büyük Ödülü alan “Bir Zamanlar Anadolu’da” isimli son filminde olduğu gibi... Cahilleştirilen, bilinci kuşatılan ve iradesi teslim alınan bir  toplum diri diri gömülüyor.
Nuri Bilge Ceylan’ın bu çarpıcı ve o ölçüde de güzel filmi,Orta  Anadrolu bozkırının kaybolmuş bir kasabada –ki bu kasabanın Ankara’ya aslında çok yakın olduğunu da anlıyoruz-  iki cinayet zanlısının savcı, jandarma, polis ve adliye görevölilerinin eşliğinde yer gösterme ve ki keşif gezisini anlatıyor.
Filmde bütün hikaye bir güne sığdırılmış. Karekterler ve yan öyküler, ana öyküyü zenginleştirecek şekilde adeta oya gibi işlenmiş. Sonunda cinayete kurban giden kasabalı –ki cinayeti birlikte içki içtiği iki arkadaşı işlemiştir- domuz bağı yöntemiyle bağlanmış halde gömülü olarak bulunuyor. Otopside bu kişinin ölmeden canlı canlı gömüldüğü anlaşılıyor.
Bir rahatsızlık duygusu, tedirginlik ve suçluluk hali ruhunuzu sarıyor. Bütün kavramların içinin neden boşaltıldığı ve yeniden doldurulduğunu daha derinden hissediyorsunuz. Önce kavramları ele geçiriyorlar çünkü. Bilinçleri kuşatıp insan aklını teslim alıyorlar.
 Aşağılanmanın ve köleliğin adı “özgürlük” diye konuyor. Diktatörlüğün adı ise, “demokratikleşme” ve “milli irade” oluyor.
Böylece bütün bir toplum kendi cellatlarına aşık olmuş gibi haklarının ve hukukunun infazını izliyor. Dahası bu infaza katkıda bulunur hale getiriliyor.
***
Tıpkı Nobel ödüllü ünlü Kolambiyalı yazar, Fidel Castro’nun dostu Gabriel Gacia Marquez’in “Kırmızı Pazartesi” romanında olduğu gibi... Bu cinayete herkes ortak oluyor. Herkes soç ortaklığı yapıyor.
Bütün kasaba bir cinayet işleneceğini biliyor. Dahası cinayeti kimlerin işleyeceğini, kimin ölldürüleceğini, olayın ne zaman ve nerede olacağını da biliyor.
Aslında kasabada kimse cinayetin işlenmesini istemiyor. Cinayeti işleyenler bile birilerinin kendilerini engellemesini istiyor. Ama kimse cinayetin işlenmesini önleyemiyor. Tersine herkes cinayete katkıda bulunuyor. Maktülün annesi bile...
Çünkü Santiago Nasar’ın annesi daha önce hiç kapatmadığı arka avlusunun kapısını o sabah her nedense içeriden sürgülüyor. Oysa o kapıyı kapatmasa oğlu Nasar katillerin elinden o kapıdan girip kaçabilecek ve kurtulacaktı. Kaçamıyor... Dahası asıl öldürnücü darbeleri o kapının önünde alıyor.
Türkiye... Nuri Bilge Ceylan’ın o “Yanlız ve güzel” ülkesi... Bir imparatorluk varisi. Büyük uygarlıkların üzerinde oturan görkemli bir kavimler kapısı. Yetiştirdiği büyük evlatlarından şair Ahmet Arif’in deyimiyle, yanında “Havva Anamızın” bile “dünkü çocuk kaldığı” bir koca ülke. İşte böyle bir cinayete kurban gidiyor.
Büyük çoğunluk aslında bu cinayetin işlenmesini istemiyor. Katiller bile, bu cinayeti işleyecek bir iradeye, ktararlılığa ve cesarete sahip değil. Romanda olduğu gibi, birileri cinayeti engellesin diye katiller  bekliyorlar. Ama kimse önleyemiyor cinayetin işlenmesini. Ve herkes cinayetin gerçekleşmesine katkıda buluyor.
Bu ülke bir cinayete kur ban gidiyor... Tıpkı Hizbullah cinayetlerinde olduğu gibi domuz bağıyla bağlanmış halde adeta diri diri gömülüyor.

Merdan Yanardağ/Yurt Gazetesi

Yorum Gönder

[blogger][facebook][disqus]

Kemalın Askeri

İletişim Formu

Ad

E-posta *

Mesaj *

Javascript DisablePlease Enable Javascript To See All Widget