Gezi sırasında rehberimiz Emekli İmam Ahmet İnan savaşların geçtiği yerlerde ilginç açıklamalarda bulunurken, gezi ekibi konuşmalardan bazen hoşnutsuzluklarını dile getiriyorlardı. İmam kökenli rehberin, konuşmalarında sık sık Osmanlı’dan bahsederken Mustafa Kemal Atatürk’e yer vermemesi, olayları dini hurafelerle süslemesi, geziye katılanlar tarafından eleştiri konusu oldu. En iyisi biz, rehber İmamın gezi yerlerindeki resimleri ile konuşmalarıyla gezi anılarını anlatalım. Çanakkale savaşlarının geçtiği yerleri, şehitlikleri gezmeleri ile anılara 3. bölümle devam ediyoruz.
KOMUTANIN ŞEHİT TEĞMEN OĞLU
Şimdi burada şehit olan askerlerimiz, buraya getirip de tedaviye cevap veremeyen üç bin (3000) askerimiz var. Onlar ekseriyetle Ege’li, Ege askerleri, gemi ile Ege’den gelmişler, ihtiyaç Güney cephesindeymiş bu cepheye göndermişler, kader birliklerini bu hastanede yapmışlar 3000 bin küsur askeri künyesiyle karşılaşacaksınız. İzmir, Denizli, Manisa, Muğla İstanbul o tarafın askerleri, Ankaralı da var, yok değil, ama az yok denecek kadar, içlerinde az. Şimdi burada bir şehir mezarı daha bulacağız. Bir daha şehit mezarı bulamayacaksınız, onlar toplu mezarların içinde. O şehit mezarı da Mustafa Sani Efendi’nin mezarı, mülazım Sani Osmanlıca bir kelime, teğmen rütbesindeki askerlere mülazım sani deniyormuş. Yaralı olarak getiriliyor, hastanede tedavi edilirken, vefat ediyor. Babası da Mustafa Kemal Atatürk’ün Kuzey cephesinde, öğleden sonra Kuzey cephesi orada, komutan Mustafa Kemal’in komutanı orada görev yapıyor. Komutan olunca, buradaki komutanlar telefon ediyorlar, “oğlunuz burada şehit oldu, Teğmen Mustafa burada şehit oldu, bizden bir emrin, bizden bir isteğin var mı komutanım”. Komutan baba diyor ki, “ben onun babasıyım, benim bir evladım var o da gitti, vatan için gitti, eğer durum müsaitse bir mezar yapın, ben savaştan sonra sağ kalırsam onun mezarını yaparım, sağ kalmazsam öbür dünyada buluşuruz”, diyor.
Durum müsaitmiş. Bir mezar yapmışlar, babası gelmiş onun etrafını demir ile çevirmiş, şimdi onu ziyaret edip, ondan sonra hastane şehitliğine gireceğiz.
Güney cephesinde altı kara savaşı yapılıyor, Mustafa Kemal’in beş savaşı var. Burada altı muharebe oluyor, kara savaşı altı çeşit; Birinci Kirte, İkinci Kirte, Üçüncü Kirte; Birinci Kerevizdere, İkinci Kerevizdere, Zıvındere, altı. Mustafa Kemal’de beş tane var. Birinci Anafarta, İkinci Anafarta, Conkbayırı Savaşı Kayacık, Alçıtepe ve Kireçtepe
İsmi bilinen bir mezar var, 500-600 kişi şu tel örgü içinde zincirlerin içinde var, ama babaları başına gelip de, taşları başlarına koyamayınca, kime ait olduğu belirsiz, meçhul asker olarak toprağa düşmüşler.
Hastanenin yeri burası, onlar burada tedavi edildiler, şu şapkaların olduğu yerler “Enveriye şapkası”.Genel Kurmay Başkanımız Enver Paşa’nın savaşta giydiği şapkayı temsil ediyor. Onların yüzünde iller var, hangi ilden buraya asker geldiyse o illerin isimleri var, sağ ve sol tarafımızda da askerlerin künyeleri var. Burası Şahindere Hastane Şehitliği burası, büyük sahra çadırından kurulu hastanenin yeri burası. Hastanede ölenler İzmir, Denizli fazla
BİR MECİT BORÇ
Anadolu’dan iki tane köy delikanlısı hastaneye geliyor, hastaneye geldikten sonra kayıt altına alınıyorlar, ikisi de ayrı ayrı alaylara düşüyorlar, birbirini göremiyorlar. Savaş bu İbrahim Ombaşı göğsünden aldığı bir mermi ile hastaneye geliyor, hastane doktoru Salih Dörtbudak ceketinin eteklerine yapışıyor. “Komutanım beni dinle komutanım beni dinle” diye bağırıyor. Komutan soruyor, “söyle oğlum” diyor. “Komutanım benim yaram çok ağır, ben her an şehit olabilirim, benim senden isteğim var, ben Lâpseki’nin Beybaş köyünden İbrahim Onbaşı, bu savaşa gelirken aynı köylü çocuğu benden bir mecit borç para aldı, buraya geldik, kayıt altına alındık, ikimiz de ayrı ayrı alaylara düştük. Bir daha bir birimizi göremedik, eğer o bu hastaneye gelirse, benim ona selamımı söyleyin, o bir mecit borç parayı bana helal etsin” diyor. O İbrahim Onbaşı ikindi saatlerinde şehit oluyor. Savaş devam ediyor, yaralılar yüzlerce binlerce yaralı bu yoldan Şahindere Seyyar hastanesine taşınıyor. Şehit olan askerlerin cepleri yoklanıyor, şehit olan askerin avucunun içinde bir küçük yazılı kâğıt parçası görülüyor. Doktor, “o kâğıt parçasını yırtmadan al bana ver” diyor. O kâğıdı doktora veriyor. O mektupta şu yazmakta: “Ben Lapseki’nin Beybaş köyünden Halil Çavuş. Bu sabah buraya gelirken aynı köylü çocuğu İbrahim Onbaşı benden bir mecit porç para aldı. Bu hastaneye geldik, kayıt altına alındık, bir daha birbirimizi göremedik. Eğer o hastaneye gelirse, benim ona selamımı söyleyin o bir mecit parayı ben ona helal ettim” diyor. O komutan saçlarını tutuyor, “yarabbi bu cehennemin içinde bir mecit borç paranın hesabı mı olur” diye bağıra bağıra ağlıyor.
Sağ tarafta gördüğünüz köy Çirte köyü, Birinci Kirte kara savaşları, ikici kitre kara savaşları, üçüncü Kirte kara savaşları hemen bu köyümün altında meydana geldi. Biz üç tane Kirte kara savaşlarını kazandık. Ama bizim canımızı sıkan, bizim kanımızı donduran en büyük hadise İkinc iKirte kara savaşlarında yaşandı. Gemi ile 15. Tümen buraya getirilirken o askerlerin üzerindeki kıyafetler burada savaşan asker kıyafetleri ile değiştirilmediği için gece yarısı onların arkasına geçtiler. 7.Tümenin askerleri, “komutanım düşman arkamızdan çevirdi” deyince o 7. Tümen komutanı “ikiye bölünün öyle savaşın” denilince 7.Tümen ile 15.Tümen savaş yaptı 5 bin askerimizi şehit ettiler.
Şu düz arazinin üzerinde 6 tane kara savaşı yapıldı. Sağ yanımızda Birinci Kirte, Üçüncü Kirte, Dördüncü Kirte, sol tarafımızda ise Birinci Kerevizdere, İkinci Kerevizdere, Üçüncü Kerevizdere kara savaşları yapıldı. Altı tane kara savaşını biz kazandık, ama o sekiz buçuk ayın içinde 160 bin şehidimiz var şu arazinin üzerinde, kayıp çok ağır bir bedel, 160 bin şehidimiz sağ ve sol tarafındaki arazinin içinde yatmaktalar.
YARBAY HASAN
Burası denize yakın olduğu için düşman burasını çok bombardıman ediyor, onun için en fazla şehidi burada veriyoruz. Şimdi Birinci Kerevizdere, İkinci Kerevizdere savaşlarının yapıldığı alana giriyoruz. Bilim bu topraklar üzerinde bizim 25 bin tane şehidimiz var. 113 tane subayımızı bu cephede şehit verdik. Burası denize çok yakın olduğu için o Morto koyundaki Golyat adındaki gemi çok yoğun bombardıman ediyor. O bombardımana askerler dayanamıyor, dayanamayınca cephemizin dağıldığı alan burası. Buranın cephe komutanı (rehber birliğini hatırlayamadığı için cephe komutanı diyor) Yarbay Hasan. Yarbay Hasan bu topraklar üzerinde savaşırken, akşam olduğu zaman beyaz bayraklar sallanıyor, ateşkes ilan ediliyor. Herkes toprağın üzerindeki şehit ve gazilerini alıyor, şehitler toplu mezara, gazileri yaralılar hastaneye götürülüyor. Şahindere Seyyar Hastanesine götürülüyor. O hazırlıklar yapılırken, Cephe komutanı Yarbay Hasan, bir Fransız subayının ayağının kımıldadığını fark ediyor. Koşa koşa gidiyor onun başucuna diz çöküyor. Hain Fransız subayı göğsünde sakladığı kasaturayı ani bir refleks ile Yarbay Hasan’ın kalbine batırıyor. Yarbay Hasan ellerini havaya kaldırıyor, “yarabbi sen şahit ol ben bu askeri öldürmek için onun yanına sokulmadım. Ona yardım etmek için ona sokuldum ama obana hainlik etti o beni öldürmek istedi”, diye Allah’a hayıflanıyor. Yarbay Hasan o kan revan içindeki halini gören askerler, koşa koşa Yarbay Hasan‘ın yanına geliyor, “komutanım öldürelim, komutanım linç edelim” diyorlar. Yarbay Hasan, “hayır evlatlarım onu ellemeyin” diyor, askerler, “neden komutanım, müsaade et bizonu linç edelim, çiğneyelim komutanım” diyorlar. Yarbay Hasan, “Hayır evlatlarım onu ellemeyin, benim yaram çok ağır, o hainin hançeri benim göğsüme isabet etti, Benim yönümü kıble tarafına çevirin” diyor. Yarbay Hasan’ı Kıble tarafına çevirince, kelime-i şahadet getiriyor. Kelime-i şahadet bittikten sonra, Yarbay Hasan “ya Resulallah neden zahmet ettin, neden buralara kadar gelip zahmet ettin, ben sana gelecektim” diye bağırıyor. Onun bu sözlerini duyan Türk askerleri, “komutanım siz kimi arıyorsunuz, komutanım siz kime bağırıyorsunuz, hiç kimseyi göremiyoruz, siz kimi görüyorsunuz, diye soruyorlar. Yarbay Hasan şunu söylüyor, “evlatlarım körfez tarafından bize koşup gelen Hz. Muhammed Mustafa’yı siz görmüyor musunuz”. Peygamberimizin geldiği nokta sol tarafta kırmızı bir bayrak var, o bayrağın olduğu yerde Yarbay Hasan peygamberimizi görüyor. (İmam kökenli rehberimiz böylece dini hurafelerle konuşmasını süslüyor).
Sağ tarafımız Kanlıdere, sol tarafı Kerevizdere, Kanlıdere’de o derece kanlı muharebeler oluyor ki, ismini o kandan alıyor. O Golyet adlı gemi burasını o kadar bombardıman ediyor ki cephe dağılıyor, Kanlıder Cephe komutanı Sayıp Teğmen, cephe dağılınca askerler toparlansın diye o askerlere “vurun çocuklar vurun, Allah aşkına vurun, vurun çocuklar vurun Muhammed aşkına vurun” diye bağırıyor ama cephe toparlanamıyor, cephe dağılıyor. O yoğun bombardımana o asker dayanamıyor, cephe dağılıyor. Cephenin dağıldığını gören Sayıp Teğmen şöyle diyor: “Yetiş ya Muhammed, vatan elden gidiyor, Yetiş ya Muhammed” diye nida ediyor. Cephe yine dağılıyor, cephenin dağıldığını gören Sayıp Teğmen ellerini havaya kaldırıyor, “ya Rabbi Balkanlarda bizi rezil rusvay eyledin, Çanakkale son kale, İslam ordusunu Çanakkale’de yıkma ya Rabbi” diye bağırarak dua ediyor. Cephe yine dağılıyor, cephenin dağıldığını gören Sayıp Teğmen bağlı bulunduğu tümeni 9. Tümen Komutanı Albay Ali İhsan Bey’i arıyor, Albay Ali İhsan’a diyor ki,”komutanım cephem dağıldı, askerlerim çok perişan bir emrin var mı”. Komutanı da, “yanında ne kadar askerin varsa al Kirtetepe Savaşlarının yapıldığı alana gel” diyor. Sayıp Teğmen diyor ki,” komutanım yanımda kolu kopmuş, bacağı kopmuş askerim var onları ne yayım”. Komutan, “Onlara yalan söyle, biz İngilizlerle anlaşma yaptık, sularını falan yanlarına bırak, Kirte Savaşlarının yapıldığı alana gel” diyor.
Kirte Savaşlarının yapıldığı alana dönüyor ama arkadan gelen İngiliz askerleri onları arkadan hançerleyip şehit ediyor. O gün ince ince bir yağmur yağıyor, o Kanlıdere’de yağmur sularıyla birleşince altı aylık bir buzağıyı götürecek şekilde şehit kanı akıyor.
Şimdi şehitler abidesine geldik, birlikte ziyaret ediyoruz.
Osmanlı Devleti çok güzel bir arşiv yapmış, arşivler ortaya çıkmıyor, çıkmamasının sebebi de, karıştırıyor, millet altın arıyor, yani ölenler, o kadar çok ki, elbiseleri nesi varsa onunla topluca gömülüyor. Arazi genelde çalılık ve makilik, bu ağaçlar 1960 larda dikilen çamlar, selviler falan.
Burası eski Hisarlık tepesi, şimdiki adıyla Şehitler Abidesi’nin bulunduğu yer. Hemen alt tarafımızda sağ tarafta Morto koyu var, Fransızlar oradan çıkartma yapıyorlar, o bölgeden ovaya doğru devam ediyorlar. Burası onların cephaneliklerinin, hayvanlarının bağlı bulundukları yerler, toplanma alanları, depolarının bulunduğu yerler; bizim burada şehitler abidesinin bulunduğu alanda bir tane şehit ve gazimiz yok. Her gördüğünüz her şey burada görsel, savaştan alakası var ama, savaştan kalma altında kimseler yok. Toplu mezarların içindeler, ateşkes ilan edildiği zaman, beyaz bayraklar sallandığı zaman, herkes ölüsünü, şehit ve gazisini almış, biz toplu mezarların içine onları defnetmişiz. Onlar toplu mezarların içinde. Hiç onlarla uğraşmayalım, sadece burada isimler var burada.
MUSTAFA KEMAL ATATÜRK ÇANAKKALE’Yİ GEZMEĞE GELİYOR
Mustafa Kemal Atatürk 1930 lu yıllarda bu savaş yaptığı alanları gezmeğe geliyor ve aynı zamanda Lozan Barış Antlaşmasıyla nereden çıkartma yaptılarsa, nereye kadar ilerledilerse, o ilerledikleri ve çıkartma yaptıkları yerlere, mezar ve anıt yapma yetkileri onlara Lozan Barış Antlaşmasıyla veriliyor. Mustafa Kemal o mezarların açılışına gelmiyor da, bahane dip buraları bir ziyaret etmeye geliyor. Yanında bakanlar var, milletvekilleri var. Helles Anıtının yanına geldikleri zaman (İngiliz Çıkarma Bölgesi) Mustafa Kemal o bakanlara, milletvekillerine soruyor, “arkadaşlar bunu buraya kim yaptı, bu neyin nesi, neden yaptılar” diye soruyor, oradaki bakanlar diyor ki, “paşam Teke Koydan çıkarma yaptılar, Gözcü Baba Tepesine kadar çıktılar, o anıt Lozan Barış Antlaşmasıyla onlara verildi ve yapıldı”. Mustafa Kemal soruyor, “peki bu anıt ne işe yarıyor” diyor. Bakanlar da diyor ki, “onların ölülerini temsil ediyor”. Mustafa Kemal istediği cevabı alıyor, hemen o dakika onlara milletvekillerine diyor ki “biz o savaşta 253 bin şehit verdik, bizim anıt nerede bana gösterir misiniz”, Herkesin kafası yerde mahcuptur. “Anlaşıldı” diyor. “O zaman vasiyetim olsun”. Rahmetli zeki bir şeymiş, “anlaşıldı” diyor. “O zaman vasiyetim olsun, herkesin görebileceği, herkessin o anıtı gördüğü zaman, bu anıtın ne olduğunu görüp gözetebileceği bir yer olsun”, orası burası 1953 yılında üç ten mühendis tarafından projesi çiziliyor, bir mühendisin projesi kabul ediliyor.
Rahmetli Mustafa Kemal Atatürk, “o anıttan daha yüksek olacak” dedi ya, Hellen anıtı 33 metre, bizim anıt 40 metre fakat 2 metre yüksekliğinde bir Mehmetçik heykeli var, şöyle adımını atmış taarruz eder bir şekilde Mehmetçik heykeli var. O adam buraya geldiği zaman, buralarda hiç rüzgar yok, aşağıya indiğiniz zaman, abidenin yanına indiğimiz zaman, orada ufak da olsa bir rüzgar var. Kışın rüzgâr daha fazla estiği için, o Mehmetçik heykeli üzerindeki, altındaki şey esner de oynatır diye heykeli iptal ediyor. Heykeli iptal edince oraya bir metre 70 cm ilave koyuyor. Heykelin yerine bu bir metre 70 cm, rahmetli Atatürk’ün boyu bir metre 70 cm imiş o ilaveyi koyuyor yerine. Ondan sonra sizin göreceğiniz anıt, şehitler abidesi 41 metre 70 cm Bir 70 Mustafa Kemal’n boyunu temsil ediyor, kafamıza bunu böyle bir yazalım. Anıtı dört ayak üzerine yapıyorlar, neden dört ayak üzerine yapıyorlar, Osmanlı dört kıtada at koşturduğunu temsilen dört üzerine yapıyorlar. Anıtta bir tane mimari özellik var, bir bacağına simetrik olarak baktığınız zaman, üç tane bacağı görülüyor, üç bacakta da üç m harfi çıkıyor alfabemizde, o küçük m harfi de küçük m yi temsil ediyor.
Her şey temsili dedik, birincisi Mustafa Kemal Atatürk’ün M sini temsil ediyor, adını temsil ediyor; ikincisi Mehmetçiğin M sini temsil ediyor. Üçüncüsü ise Muhammed Mustafa’nın M sini temsil ediyor.
Anıtta 253 bin tane taş var dış kaplamada, her bir taş bir şehidi temsil ediyor, her şey temsili, her bir taş o şehidi temsil ediyor. Şu kırmızı şeylerin üzerinde 60 bin tane dedemizin ismi yazılmakta; bu cephede biz 160 bin şehit verdik, 60 bin, bir mezar gibi görülen mezar olmayan bu yapının üzerinde yazıyor. Buraya ortaokul öğrencileri geldiği zaman, mesela Ankara İlinin Ulus semtini buluyor, dedesinin ismini orda bulduysa, bu çocuk orda, “dedeciğim ben sana geldim, bağıra bağıra ağlıyor, çok üzülüyor, güzel bir ahenk oluşturuluyor. Burada onun için bunlar yapılmış, orada 60 bin tane dedemizin ismi var. Şimdi Ankara’ya gittiğiniz zaman biz de orada ilçeleriyle onu göreceksiniz. İlçe olarak geçiyor burada. Ankara ilçeleriyle var burada. Bütün iller ilçeleriyle var.
Şurada bir anıt var, şöyle kubbe var hemen karşımızda, taştan yapılma kubbe, o Genel Kurmay Başkanımız Enver Paşa’nın savaşta giydiği “Enveriye” şapkayı temsil ediyor. İki direk arasına kapı diyorlar. Orada sekiz tane direk, sekiz tane kapı var. Neyin sekiz kapısı var, Cennetin sekiz kapısı var, onlar Cennetin sekiz kapısını temsil ediyor. O kapılar diyor ki, ey şehit oğlu şehit, “sen istediğin kapıdan Cennete girebilirsin”, mesajı var. Orada altında sekiz tane Türk Bayrağı var. O sekiz tane Türk bayrağı Osmanlı Devleti son Gerileme Devresindeki dokuz cephedeki savaşın bir cephesini kazanıyor, Çanakkale’yi kazanıyor, diğerlerini kaybettiği için sekiz siyah Türk bayrağı ile onlar orada temsil ediliyor. Orta yerde mavi beyaz bir ışıklandırma var, o mavi beyaz ışıklandırma ise Birinci Dünya Savaşı’nı kazandığımızı temsil ediyor. Burada bir tane gerçeğimiz var, o gerçeğimiz de şu: Burada savaşan İngiliz, Fransız, Senegal’li Müslüman, Hindistan’lı, Pakistan’lı, Afganistan’lı Müslüman, Fas, Tunus, Cezayirli Fransızları sömürgesi, Müslüman askerleri buraya getirmişler. Burada onlar giderken, savaşın sonucunda giderken herkes hediye götürmüş, ne götürür savaştan, memleketinde yetişmeyen çam ağacının kozalağını, memleketinde yetişmeyen selvi ağacının kozalağını, kimisi denize boyun eğmiş yassı taş almış, kimisi deniz kirpisi, denizatı kestanesi yani ne bulduysa ondan almış.
ŞEHİDİN KESİK BAŞI AVUSTRALYA’DA
Kuzey Cephesinde, Mustafa Kemal Atatürk’ün Kuzey cephesinde askerlere ANZAK askerleri deniliyor, neden Ansak askerleri deniliyor, iki devletin askerleri orada, Yeni Zelanda, Avustralya askerlerinin karışımına ANZAK askerleri deniliyor. Mustafa Kemal’in cephesindeki askerler de aynı şeyleri götürmüş, bir tane namussuz Avustralyalı asker dedemizin, şehit olan dedemizin kafasını kesiyor, torbasına koyuyor, Avustralya’ya onunla gidiyor. Avustralya’ya onunla gittikten sonra, o kafa ile evinin çatı terasında yaşamaya başlıyor. İlle ilahi adalet, ille adalet onunla tecelli eder, ama senin içine bir sıkıntı verir, hem sıkılırsın, hem ağlarsın hem anlatırsın, ama senin beyninden biraz aklını alıverir, seni mecnun yapar seni konuşturur. O adamı da konuşturur, beyninden biraz alıveriyor, aklından. Adam ağza alınmayacak küfürler etmeye başlıyor, evin kızları, evin gelinleri tarafında Avustralya hükümetine dilekçe şikâyet ediliyor. “Bizde bir kafa var, bu kafanın karşısında babam ağza alınmayacak küfürler ediyor, biz babamdan şikâyetçiyiz, alın evden” diyorlar.
Avustralya hükümeti onu evden alıyor. Ona diyor ki, “ulan eşkıya kimin kafasını kestin, vücudunu nereye gömdün katil” diye onu sorgu suale başlıyor. O da diyor ki, “ ben kimseyi kesmedim”. Yetkililer soruyor “Peki bu kafa kimin”? Nerden kestin” diye soruyorlar. Adam şöyle diyor, “Onu Çanakkale’den savaştan getirdim”, diyor.
Gerçek meydana çıkınca Avustralya hükümeti, TC Hükümetine telefonla arıyor, kafa 10 Mart 2003 te Ankara’ya geldi, uçak ile18 Mart 2003 kafa buraya geldi. O kafayı ben gördüm arkadaşlar. Çünkü ben emekli imamım, din görevlisiyim. Eceabat Şehitler Camiinde 2003 yılında görevimim başındaydım, 2010 da emekli oldum ben, o kafayı ben gördüm burada, kafayı getirdiler, bir alay asker şehidine konuşmalarını yaptı, saygı atışlarını yaptı. Albay, kafayı bir çocuk tabutunun içinde masanın üzerine koydu, keser ile o kafayı tabutundan açtı, beyaz bir bohçaya sarmışlar, masanın üzerine koydu. Albay beyaz bohçayı çamın dibine attı. Neden arkadaşlar, şehidin kefeni olmaz. Onun için albay işi bildiği için yere attı, komutanımız. Kafa meydana çıktı görmeyen göz buna inanmaz. Saçı, kaşı, kirpikleri, sakalı bıyıkları her şeyi üzerinde, burnu, dudakları, kulakları her şeyi üzerinde. Olmaz öyle derseniz, Alçıtepe köyünde bir tane vesikalık fotoğrafı var, çekmişler gelip bakabiliriz, isterseniz. Çok böyle, olmaz öyle derseniz, kafanın üzerinde burnunu, dudaklarını göreceksiniz. Siz isterseniz sizi o müzeye götürür sokarım, kimi oradakiler dediler ki, “ mumyalanmıştır, işte ilaçlanmıştır”. Hayır, albay orada söyledi, ne mumyalanma var, ne ilaçlanma var, gerçek şu, bizim dinimizde Kuranı Kerim Bakara Süresinin 154. Ayeti kerime mealinde Cenabı Allah diyor ki, “siz şehitlere ölüler demeyiniz onlar diridirler, fakat siz onları hissetmezsiniz”. O gerçek meydana çıktı, gerçek şehitlerin cesetlerini cenabı Allah kıyamete kadar çürütmüyor.
İKİ ASKER ŞEHİDİN ELİNDEN SİLAHINI ALAMADILAR
Aynı hadise, ben buraya 1982 de geldim, 82 den beri bu topraklar üzerindeyim, aynı şey 57. Alay şehitliğini yaparken o anıtın temeli atılırken, 4. Kepçede bir asker cesedi daha çıktı, pantolonuyla ceketiyle, eline şöyle silahını almış, iki tane asker avucunu açıp da alamadılar. Aynı yere defnediverdiler. Üzerini çiçeklik yaptılar. Baklava dilimi şeklinde koydular üzerine çiçek diktiler, taş döşemediler. Oraya gittiğiniz zaman göreceksiniz, her yer taş o şehidin olduğu yer çiçeklik, tam anıtın önü anıtı üç metre geriye çektiler.
Cevat Kulaksız
ckulaksizster@gmail.com
Yorum Gönder