3-5 Haziran günlerinde, mahallemiz muhtarının düzenlediği Çanakkale gezisine katıldım. Savaş yerlerini gezerken, rehberimiz bir emekli imamdı. Bu rehber imam, savaş yerlerini anlatırken, olayları hurafelerle süslüyordu. Katılımcı arkadaşlar, bu imamın anlatımlarında Mustafa Kemal’i duymayınca kendine itiraz ettiler. “Hayret bir şey, nice üniversite mezunları varken bir imamı nasıl rehber olarak görevlendiriyorlar” diye yakınıyorlardı. Bu imam rehberin anlatımlarını size bundan sonraki yazımda uzun bir metin olarak sunacağım.
Ancak, bu gezi nedeni ile araştırırken, aşağıdaki ilginç öyküye rastladım, bunu sizinle de paylaşmak istedim.
1957 yılında İstanbul Tıp Fakültesi’nden mezun olan Dr. Ömer Musluoğlu, ihtisas için Amerika’ya gider. Nevyork’taki Medical Centerden (tıp merkezi) görev alır. Görevi ise kan alıp kan vermek elektrokardiyografi gibi işler. Hastalara orada çok değer verilmektedir.
Bir gün Dr. Ömer Bey, 75 yaşında bir hastaya gider. Adam kanser hastasıdır ve kan alması gerekiyor. Dr. Ömer Bey, yaşlı adamın kolunu açar. Adamın kolunun pazusunda Türk bayrağı dövmesi vardır. Dr. Ömer şaşırır ve adama sorar, “siz Türk müsünüz”? Yaşlı adam, “hayır” der, ama yaşlı hastaya merakı geçmemiştir, Dr. Ömer Bey tekrar sorar, “peki kolunuzdaki Türk Bayrağı neyin nesidir?” Hasta, “aldırma öyle bir şey işte”.
Dr. Ömer ısrar eder, “Fakat bu benim için çok önemli, bu bayrak benim bayrağım, benim milletimin, devletimin bayrağı” der.
Hasta bunun üzerine kısık duran gözlerini biraz daha açarak doğrulur ve sorar: “Peki, siz Türk müsünüz? Dr. Ömer “evet” diye cevap verir, yaşlı ve hasta adam başlar anlatmaya:
“-Yıl 1915 Çanakkale diye bir yer var, Türkiye’de. İngilizler, bütün Hıristiyan ülkelerinden, orada Osmanlılara karşı savaşmak üzere asker topluyorlardı, asker toplarken de şöyle diyorlardı:
“-Barbar Türkler bütün Hıristiyan dünyasını yakıp yıkacaklar, bu savaş çok önemlidir, birlik olup üzerlerine gideceğiz”.
Biz de bu sözlere inandık. Ben Avustralya Anzaklarındanım. Neyse, bizi toplayıp gemilere bindirdiler ve Mısır’a götürdüler. Orada birkaç ay askeri talim gördükten sonra, doğru Çanakkale’ye geçtik. Savaş çok şiddetliydi. Öyle ki denize düşen bombalar suları metrelerce yukarı fışkırtıyordu. Yüzlerce insan bir anda ve hayatlarının baharında can veriyorlardı. Biz karaya çıktık fakat Türler tarafından püskürtüldük ve o anda bir dipçik darbesiyle kendimden geçmişim. Ayağımda yaralarımın sarıldığını ve Türk askerlerinin zaten çok az olan kendi yiyeceklerinden bana ikram ettiklerini gördüm, gerçekten şok oldum. Beni öldürebilirlerdi fakat öldürmüyorlar. Üstelik bana yiyeceklerini ve sularını veriyorlardı. Bana ve diğer esirlere de insanca muamele yapıyorlardı.
Kendi kendime şöyle düşündüm:
“-Yazıklar olsun bana “ dedim. Ben bu asil insanlarla niye savaşıyordum, bu İngilizler ne yalancıymış, ne kadar Türk düşmanıymış” diyerek çok pişman oldum”.
Neticede savaş bitti, bizi serbest bıraktılar, ben de memleketime döndüm. Fakat kafamı kurcalayıp duruyordu. Ben bu iyiliksever insanlar için ne yapabilirdim. Sonunda Türk milletini ömür boyu unutmamak için koluma bu dövmeyi yaptırdım. Fakat kadere bak ki, Çanakkale’de yaralarımı sarıp beni ölümden kurtaran Türkler idi. Şimdi de Amerika’da beni iyileştirmek için gayret sarf eden insan da bir Türk.
Peşinden nemli gözlerle sordu:
“Doktor! Senin adın ne?”
“-Ömer” dedim.
“-Peki, niye Ömer ismini vermişler sana!”
“-Babam Müslümanların adaletiyle meşhur olan ikinci Halifesi Hz. Ömer’den ilhamla bu ismi bana vermiş. Yatağından doğruldu ve şöyle dedi:
“-Senin adın Müslüman adı mı?” Diye sordu.
“Evet, dedim, yaşlı hastaya. Gözleri dolu dolu olmuştu. Belki de “vatanını işkâl eden düşmanının yarasını saran, ona yiyeceğini veren, savaştığı insanlardan birinin 40-50 yıl sonra bile kendine hastanede şefkat gösteren insanlar kim bilir ne kadar iyi insanlar; dinleri de kim bilir ne güzel din olmalı” diye düşünmüştür. Anlatmaya şöyle devam etti:
“-Benim adım şimdiye kadar Josef Miller” idi, bundan sonra adım “Anzak Ömer” olsun”, dedi.
“Ben de:
Tamam, öyle olsun, dedim. Kısa bir an sustuktan sonra:
“-Peki, doktor”, dedi, sonra da, “beni Müslüman eder misin, nasıl Müslüman olunur”, dedi.
Meğer bu yaşlı Çanakkale gazisi, bunu hep düşünmüş de bilmediğinden dolayı kimseye bir şey soramazmış. Bunun üzerine:
“Tabi dedim, Müslüman olmak çok kolay” dedim.
Kendisine iman ve İslam’ın şartlarını anlattım. Hem Kelime-i Şahadet getiriyor, hem de ağlıyordu, “siz Müslümanlar tespih çeker Allah’a zikredersiniz, bana da bir tespih bulabilir misin, ben de hasta yatağımda Allah’ı anıp, ona dua edeyim”…
Hemen bir tespih bulup getirdim. Tespihi eline alıp çekmeğe başlayınca rahatlamıştı. Bundan böyle yanına sık sık gelmemi ve İslamiyet’i kendisine anlatmamı istedi ve ekledi ve şunları söyledi:
“Doktor anlat bana, anlattıkça kalbim ferahlıyor”…
Ben de o günden sonra daha sık gittim yanına. Fakat günden güne eriyip tükeniyordu. Günlerden bir gün hastanenin genel hoparlöründen bir anons duydum:
“Dr. Ömer Bey, lütfen 217 nolu odaya gidiniz”. Hemen yukarı çıktım ve Ömer Amca’nın odasına vardığımda gördüğüm manzara aynen şöyleydi:
Sağ elinden tespih, sol pazusundaki Türk Bayrağı Anzak Ömer, son anlarını yaşıyordu…
Hemen yanı başına oturdum ve kendisine Kelime-i Şahadet getire getire ruhunu teslim etti. [1]
Sonuç olarak Ömer Amca’ da bir Çanakkale gazisiydi. Müslüman Türk Ulusu’na olan sevgisi sayesinde de kendisine Müslüman olmak, iman etmek nasip olmuştu ve başucunda ağladım ağladım…[2]
Cevat Kulaksız
ckulaksizster@gmail.com
ANZAK:Birinci Dünya Savaşı'nda, İngilizlere destek vermek amacıyla oluşturulan birliklere ANZAK (Anzac) adı verilmiştir. Avustralya ve Yeni Zelanda Kolordusu anlamına gelen (Avustralia and New Zeland Army Corps) kelimelerinin baş harflerinden meydana gelmiş bir kısaltmadır
[1] Bir destandır Çanakkale, Vehbi Vakkasoğlu sf 324-331
[2] Çanakkale. Huzeyfe Yarıcı Ankara 2011 sf 257-259
Anzak Ömer - Cevat Kulaksız
Anzak Ömer - Cevat Kulaksız Ömer Amca’ da bir Çanakkale gazisiydi. Müslüman Türk Ulusu’na olan sevgisi sayesinde de kendisine Müslüman olmak, iman etmek nasip olmuştu ve başucunda ağladım ağladım
Yorum Gönder