Bir Çanakkale Gezisi Anıları Bölüm: 1 - Cevat Kulaksız

Ankara-Batıkent İnönü Mahallesi halkından bir grup, Muhtar Sema Deniz’in organize ile Çanakkale Şehitliklerine 40 kişilik mahalle grubu, 3-5 Haziran 2016 günlerini kapsayan üç gün süren gezilerinde Çanakkale savaşlarının geçtiği yerleri, şehitlikleri gurur ve hüzünle gezdiler.


Bir Çanakkale Gezisi Anıları  Bölüm: 1 - Cevat Kulaksız
Ankara-Batıkent İnönü Mahallesi halkından bir grup, Muhtar Sema Deniz’in organize ile Çanakkale Şehitliklerine 40 kişilik mahalle grubu, 3-5 Haziran 2016 günlerini kapsayan üç gün süren gezilerinde Çanakkale savaşlarının geçtiği yerleri, şehitlikleri gurur ve hüzünle gezdiler.
Çoğunluğunu bayanların oluşturduğu geziye katılanlar, savaş yerleri ve şehitlikleri gezerken hüzünlendiler, gururlandılar ama yolda,  Ankara’ya gelirken ve giderken otobüs içinde çok neşeli idiler. Öylesine neşeli halleri vardı ki, otobüsün ara koridorunda oyun oynayıp halay çekiyorlardı, bazıları, “arka koltukları kaldırın biz halay çekeceğiz” diyorlardı.
Bu arada, deniz kenarında kaldıkları otelde,  gecenin saat ikilerinde gezici bayanlarının birinin kalp krizi geçirip hastaneye kaldırılması, ayrı bir üzüntü vermesi dışında, geziye katılanlar için çok yararlıydı. Bu arada engelli bir bayanın engelli arabası ile geziye katılası ayrı bir ilgi odağı haline gelmişti; 75 yaşındaki bayan, “ölmeden önce atalarımızın kahramanca savaştıkları yerleri göreyim dedim” diyordu.
Gezi sırasında rehberimiz Emekli İmam Ahmet İnan savaşların geçtiği yerlerde ilginç açıklamalarda bulunurken, gezi ekibi konuşmalardan bazen hoşnutsuzluklarını dile getiriyorlardı. İmam kökenli rehberin, konuşmalarında sık sık Osmanlı’dan bahsederken Mustafa Kemal Atatürk’e yer vermemesi,  olayları dini hurafelerle süslemesi,  geziye katılanlar tarafından eleştiri konusu oldu.  En iyisi biz, rehber İmamın gezi yerlerindeki resimleri ile konuşmalarıyla gezi anılarını anlatalım.

Bir Çanakkale Gezisi Anıları  Bölüm: 1 - Cevat Kulaksız
ÇANAKKALE BOĞAZI
-Şu anda bulunan yerimiz Çanakkale İlinin ilçesi; 1915 yılında bu ilçemiz Maydos kenti idi, burada Rum vatandaşlar yaşıyorlardı. Birinci Dünya Savaşını Osmanlı Devleti kazanınca Rumlar buradan gittiler, Bulgaristan’dan, Romanya’dan,  Yanya’dan Balkan ülkelerindeki mübadele muhacirleri buralara yerleştirildi.
Osmanlı Devleti’nin Avrupa yakasındaki hâkimiyeti MS 1354 yılında Lâpseki’den Gelibolu’ya, sallarla geçiyorlar, birazını Ece Halil Bey adında bir komutan fethediyor, onun ismiyle Ece diyarı Abad kelimesi Osmanlıca bir kelime, yerleşim birim anlamına gelmekte, Abad kelimesini ilave ediyorlar Eceabad olarak günümüze kadar gelmekte. [1] 
Çanakkale Boğazı 70 km uzunluğunda, ortalama derinliği 50-60 metre derinlikte, boğazın en derin noktası Kilitbayır Kalesi’nin önü 106 metre derinlikte. Boğazın en dar yeri yine Kilitbayır Kalesi ile Çanakkale Çivinlik Kalesi’nin arası 1250 metre. Osmanlı Devleti boğazın en derin noktasına kalelerini, topçu birliklerini yağmış, bu milletin namuslarını, bu milletin vatanını onurunu, bu milletin vatanını oradan müdafaa etmiş.
Boğazda iki tane akıntı var. Üst akıntı İstanbul Boğazından Çanakkale Boğazına, Çanakkale Boğazından Ege Denizine doğru akıntı olmakta; alt akıntı ise 10-11 metre derinlikten bu sefer ters akıntı Ege Denizinden Çanakkale Boğazına, Çanakkale Boğazından İstanbul Boğazına doğru akıntı olmakta.
Dünyanın yaratılışı ¾ ü sularla kaplı ¼ ü karalarla kaplı, suların karaları basmamasındaki sebep de iki tane ters akıntının bütün denizlerde, bütün okyanuslarda dünyanın yaratıldığından beri devamlı devri daim olduğundan sular karaları basmamakta. Biz Allahın yarattıklarını görüp ona iman edeceğiz.
Buralar, bu yol 1915 yılında dedelerimizin hareket alanı. Atalarımızın ayak izleri bu yol güzergâhı üzerinde, onlar buradan savaş giderken, savaştan gelen kolu kopmuş, bacağı kopmuş yaralı askerler, yaralı askerleri görünce yanındaki asker arkadaşına diyor ki,  “arkadaşım ben de savaşa gidiyorum, biz de savaşa gidiyoruz, benim de başıma böyle bir hal gelirse, benim anam babam çoluk çucuğum her şeyim sana emanet, gözün arkada kalmasın sen onlara iyi bak” diyerek kavilleştikleri, sözleştikleri yerin güzergâhı üzerindeyiz.
Bu gün sizlerle önce deniz savaşlarının yapıldığı alanı, ondan sonra seyyar hastane şehitliklerini, ondan sonra kara savaşlarının yapıldığı alanları sırasıyla sizlerle ziyaret edeceğiz.
Osmanlı Devleti’nin Birinci Dünya Savaşında en ağır yaralıların tedavi edildiği Ağderesi  Seyyar Hastanesi hemen şu sağ taraf. Hastaneye gelip de tedavi edilemeden 5 bin atamız şu çalılıkların bulunduğu toplu mezarların içinde yatmakta. Ağderesi Hastanesi, en ağır yaralıların tedavi edildiği hastanemiz burası. Beş bin şehidimiz var burada. Burası ziyarete açılmadığı için, burasını sizlerle ziyaret edemeyeceğiz. Sağ tarafımızda bulunan Değirmin Tabyaları, topçu birliklerimizin bulunduğu yer. Sol tarafımızda küçük bir iskele var, orası bizim birinci Teymiz mayın hatlarımızın bulunduğu yer. Buradan karaya doğru on deniz mayın hattında 430 adet deniz mayınımız var. Düşman gemilerinin İstanbul’a gitmemesi için, deniz mayın hatlarımızın bulunduğu yer burası.
Bir Çanakkale Gezisi Anıları  Bölüm: 1 - Cevat Kulaksız

BİTMEYEN TESTİ-SU DAĞITAN EVLİYA
Sağ tarafta, Necmettin Halil Onan’ın, “dur yolcu, bilmeden gelip bastığın bu toprak bir devrin battığı yerdir” mısralarının bulunduğu yer. İçine girdiğimiz köy Kilitbayır köyü (denizin kilidi anlamına gelmekte) Burada Osmanlılardan kalma iki tane yadigârımız var. Nasuhçu Mehmet Efendi, 23 Nisan 1915 sabahı bu yoldan Birinci Dünya Savaşına giden 17. Alayın önüne geçiyor. Bölük komutanına diyor ki, “komutanım askerleriniz çok susuz, onlara su verebilir miyim”.  ?Komutan da, “o zatın elindeki testi üç beş kişiye ancak yeter, sonra biter” diyor. Çünkü alay 3500 kişi. Senin elindeki testi ancak üç beş kişiye yeter, bizim alay 3500 kişi”  derse de, dede askerlere su vermeye devam eder. Bakıyorlar ki testideki su bitmiyor.  3500. asker diyor ki, “yahu dede, bizim alay 3500 kişi senin testin küçük bir testi, üç beş kişiye verdikten sonra bitmesi lazım olan bir testi, sen bir alaya su verdin, 3500 kişiye su verdin hala suyun bitmedi”  deyince, askerin sırtını sıvazlıyor, askere diyor ki: “Bana Kilitbayır köyünde Kaşıkçı Mehmet Efendi derler, savaştan sonra beni ziyaret et, der. Neyse o asker savaştan bir yıl sonra Kilitbayır köyün geliyor, Kilitbayır köylülerine diyor ki, “Kaşıkçı Mehmet Efendi’nin evi nerede” Köylüler, “sen onu nereden tanıyorsun” deyince, asker diyor ki, “biz savaşa giderken bize birer bardak su verdi, mataralarımız doldurdu”. Kilitbayır köylüleri, “olamaz” diyorlar, “neden olamaz”,  asker diyor ki, “ben onun suyunu içtim, ben onu gördüm”  der. Kilitbayır köylüleri de diyor ki, “olamaz, olamaz çünkü Osmanlılar zamanında yaşamış onun evi yok onun sadece mezarı var” derler,  Sonunda onun evliya olduğunu çözerler.
Bu arada, gezideki bazı arkadaşlar, “bu adam hurafe anlatıyor, böyle şey olur mu?”  diye fısıldaşmaya, söylenmeye başladılar.
Bir Çanakkale Gezisi Anıları  Bölüm: 1 - Cevat Kulaksız

KALEDEN TABYAYA
Şu gördüğünüz Kilitbahir Kalesi, 1464 yılında Fatih Sultan Mehmet zamanında yaptırılan kalemiz. Osmanlı Devleti bu kaleleri karşılıklı yaptırmış, bunun karşısında Anadolu tarafında ikinci kalesi var. Şu an boğazın en dar noktasından geçiyoruz. Fatih Sultan Mehmet İstanbul’u fethettikten sonra, o top ustasına topları döktürdükten sonra Osmanlı Devleti kaleleri bırakmış, şu gördüğünüz tabyalara geçmiş. Sol tarafımız namazgâh tabyaları. Tabya ne demek, Osmanlı Devleti, en ağır topların, bir yerden bir yere taşınması mümkün olmayan toplara ve bulunduğu kamuflajlı yere tabya demiş. Sol tarafımızda namazgâh tabyaları; neden namazgâh tabyaları demişler buraya, yol üzerinde beş tane tabyamız var. Askerimiz Cuma ve bayram namazlarını burada kıldıkları için Osmanlı Devleti buraya “namazgâh tabyaları” demiş. Burada 16 tane topumuzu 32 tane si denetiminin olduğu en modern tabyaların bulunduğu yer burası. 1870 yılında Abdülaziz zamanında yaptırılan tabyalarımız, namazgâh tabyaları olarak değiştirilmiş, namaz kıldıkları için buraya namazgâh tabyaları denilmiş. Öbürü Anadolu tabyaları, en ağır en uzun toplarımız camların altında. İngiliz istihbaratı bu silahların burada olduğunu biliyor, boğaza girdiği zaman burasını hallaç pamuğu gibi toprağın altını üstüne getiriyor. Boğaz komutanı Cevat Paşa oranın perişan halini görüyor, ağlayarak geliyor ama savaş bu, kimi kime şikâyet edeceksin, kim kimden hak isteyecek. O yenilmez armadayı yedi saatin içinde yeniyoruz.
Bu arada engeli, daha doğrusu yürümekte zorlanan yaşlı bayan sık sık beklenir olunca, bir yakını rehbere, “ne yapalım yaşlı ama ölmeden önce buraları bir göreyim” dedi.
Şimdi Mecidiye Tabyalarına geldik, o Seyit Onbaşının 276 kg mermiyi kaldırıp, savaşın kazanıldığı noktayı sizlerle ziyaret edeceğiz.
Şimdi deniz savaşlarının yapıldığı alandayız. Düşman şu bizim hizamıza kadar geldi, buradan aşağı birkaç tane gemisi geçti ama arkadan gemiler gelmeyince geçti sayılmadı, buradan geriye çekildiler, o yenilmez armadayı yedi saatin içinde 21 tane şehit 58 tane gazi ile Çanakkale deniz savaşlarını kazandık. Ama içimize 26 Marttan itibaren Almanlar girdi, Almanlarla ittifak kurduk, bir insan değirmeni kurdular, 260 günde 253 bin ana kuzusunu kara savaşlarında şehit verdik.
Bu gün iki tane gerçek şehit mezarını göreceksiniz. Onlar nerede acaba onlara ayağımızın altında mı? Acaba üzerinde mi geziniyoruz, dikildiğim yerde mi, hiç kafamıza düşünmeyelim. Osmanlı Devleti onlara şöyle yapmış. Toprağın renginde haki renginde elbise giydirmiş, bir tek elbise giydiriyor, tek tip elbise. Kolu bacağı kopmuş, askerleri ne kadar haki renkli varsa onları bir mezara toplamışlar, 25 kişilikten 750 kişilik toplu mezarlar var. Osmanlı devleti çok güzel bir arşiv yapmış, hangi derenin içine, hangi tepenin üzerine, hangi ovanın içine yaptıysa, kaç kişiyse yukarıdan aşağıya sıralama yapmış. Ama onları bize bildirmiyorlar, bilmemelerinin sebebi, içimizde öyle çakallar var ki dedektör ile onların üzerindeki paraları alıyorlar. (yani mezar soyuyorlar.)
Şimdi iki tane şehit mezarı arkamızda, 21 tane şehit verdik dedik, 13 tanesi bu arkamızda Balıkesir’li, şöyle bir sıra asker, ikinci sıra asker, üçüncü sıra asker, dördüncü sıra asker…
Bir Çanakkale Gezisi Anıları  Bölüm: 1 - Cevat Kulaksız

ÖĞRETMEN TEĞMEN AHMET FEYZULLAH EFENDİ
Hemen şu arkamızdaki Osmanlı mezarı ise Ahmet Feyzullah Efendi. Matematik ve fizik alimi, yedek subay olarak görev yaparken, bir ramazan bayramı sabahı arkadaşlarıyla buradan Namazgah tabyasına Bayram namazını kılmaya gidiyorlar. Nöbetçiler diyor ki, “komutanım ne gelen var, ne giden var, iki rekât bayram namazının vacibini kılalım, nöbet yerlerimize biz koşarak geliriz, siz namaza devam edin” diyor. O da bizden biri olduğu için asker kökenli olmadığı için, “hadi geçin” diyor. Onlar orada namaz kılarken hiç olmayan şey oluyor, teknoloji o kadar gelişik değildi. Karşıdan yedi tane düşman zırhlısı İstanbul’a devam ediyor. İstanbul halkına diyor ki, Osmanlı devleti, Rus savaşından çekilin bağımsız kalın, İstanbul halkı diyor ki, “sen bizim içişlerimize karışamazsın” ayaklanıyor, yüz bulamayınca buradan yedi donanma geçiyor iki tanesini batırıyorlar, ama bu Ahmet Feyzullah Efendi Osmanlı askeri mahkemesinde yargılanıyor. “neden ihtiyari tedbiri bozdun, neden nöbetçileri namaza götürdün, neden o gemileri İstanbul’a geçirdin görmedin”  diye sorgulanır, cezası idam. Sehpayı buraya kuruyorlar, sehpanın altına da mezarını yapıyorlar. Hani bir atasözümüz var ya, “kulağına küpe olsun”  dercesine onun mezarını da buraya defnediyorlar. Burdaki iki mezar bunlardan ibaret. Birer fatiha okuyalım.
Gruptan biri ne kadar çok tabya var, diye sorunca, rehber şöyle dedi, “Osmanlı zaten böyle olmasaydı 650 sene hüküm süremezdi”. Şu gördüğünüz ortadaki demir topu sabitleme demiridir. Ray sistemi ile çalışır, ray sistemi ile o tabya içine stoklanan 276 kg ağırlığındaki mermi topun yanına geliyor, vinç denilen jaraskal ile yukarıya kaldırılıyor. Bu gördüğünüz öbekler bonet cephanelik anlamına geliyor, raylı vagon sistemiyle mermiler oradan çıkıyor, topa vinçle sürülüyor. Lozan Barış Antlaşmasıyla bu toplar buradan söktürülmüş, Anadolu’ya götürülmüş, deniliyor ama Anadolu’da yok o toplardan, söylemesi biraz zor ama savaştan çıkmışız, tarihin kıymeti bilinmemiş yokluk bir taraftan, toplar satılmış oluyor. Devlet de biraz göz yummuş. Fakirlik bir yandan, cahillik bir yandan, o büyüklerimizin hatası, o ortama biz girmeyelim, girersek akşama kadar mücadele ederiz bir birbirimizle.
Burası Mecidiye tabyaları, Abdülmecit zamanında yapılmış, hangi padişah zamanında yapılmışsa o padişahın adıyla anılıyor. Hamidiye tabyaları aşağıda geçtik onları, mesela Abdulhamit zamanında yapılmış. Şu kapılı pencereli yerlere Fransızca bir kelime “bonet” diyor, cephanelik anlamın geliyor.
Kara savaşlarında mevzi var, çukur var, o çukurun içine giriyor. Karşı taraf sana top mermisi atıyor, o toptan sakınmak için çocuklar kapılardan içeriye giriyor, Bunlara hem mızrak, hem mevzi, hem de mermilerin konulduğu yerler. Şu tümsek toprak Osmanlı Devleti tarafından hem derin toprakla örülürsek, hem de o yiv ve setten kendi ekseni etrafında dönerek geliyor. Toprağa değdiği zaman 4-5 metre derinliğinde çukur açıyor, patladığı zaman on ton toprağı ters şemsiye halinde etrafa dağıtıyor. Mermi taşa değip de, taşa çarpıp da fazla zayiat vermesin diye bu toprağın üzerine öküz arabalarıyla kazma kürek ile taşımış. Az emek değil. Boğazdan geçerken burasının bir toplu birliği diyemezsin. Ne zaman top patlatırsa, ateş çıkarsa o zaman anlaşılır. O kadar gizlemiş,  o kadar farklı mimarisi var, denizden bakınca bir toprak yığını gibi, bir çöplük gibi görünüyor. Mermi taşa çarpıp da fazla zayiat vermesin diye, Osmanlı devleti öküz arabalarıyla, kazma kürek ile toprak taşımış bu tabyaların üstünü örtmüş. Boğazdan geçerken bir topçu birliği diyemezsin, ne zaman top namlusu patlarsa o zaman o kadar gizlemiş, o kadar.
Deniz savaşlarının yapıldığı alandayız. Bir imanın teknoloji ile çarpıştığı topraklar üzerindeyiz. Teknoloji ne, 1915 yılında o İngilizlerin 403 adet gemiyle buraya geldiler.  103 adet gemiyle boğazdan içeriye girdiler. O 103 adet geminin içinde Royal savaş uçaklarını taşıyan savaş gemileri vardı. İki tane gemilerin üzerinde monok adlı havaya çıkan hava balonları vardı, 1915 yılındaki teknolojiden bahsediyorum, 20 nin üzerinde denizaltıları vardı. Osmanlıyı, Çanakkaleyi bu gün anlamak için, kara savaşlarını anlamak için bu millet neden bu kadar boşumuş dememeniz için Balkan Savaşlarını hiçbir zaman kafanızdan çıkarmayın. 1912 Balkan Savaşı, 1913 Balkan Savaşının sonu. Osmanlı ağlayarak Çatalca’ya kadar gelmiş, elinde avucunda hiçbir şey yok, son gerileme dönemi, Avrupa’dan para geliyor diye sırtüstü yatmışlar. Hiçbir şeyine bakamamışlar. İki tane savaş uçağımız var, kontağına bastıkları zaman, başı sıkılıp da kontağına bastıkları zaman bir tane savaş uçağı çalıştı. Biz deniz savaşlarına bir deniz uçağı ile girdik. Adamlar 50 tane deniz savaş uçağı ile girdiler. 23geminin üzerinde 20 nin üzerinde deniz altı gemileri vardı. Bizde bir tane bile denizaltı gemimiz yoktu. Sonradan Almanlar ile getirildi. O savaş gemilerinin içinde 13 km ye kadar savaş menzili olan silahları var, top mermileri var. Fransızların ise 9 km ye kadar, bizim Gros marka Almanlardan borç para ile kredi borcu ile aldığımız o Gros marka topların da menzili 4 km. Teknoloji dediği bu, kafanızda bir kıyaslayın. Her şeyi bizden üç dört kat fazla.
Biz o donanmayı yedi saatin içinde burada yendik. Bir teknoloji ile imanın demek zorundayım. İman ne oluyor?  Buranın tabya komutanı Yüzbaşı Hilmi Bey, savaştan bir hafta önce askerlerine diyor ki, 11 Mart 1915 sabahı sabah namazını namazgâh ta kılıyor, askerlerine diyor ki, o komutan, “arkadaşlar”  diyor, “bu gün” diyor “savaşa bir hafta var, sabah namazlarınızı kıldınız, abdestlerinizi bozmayacaksınız; eğer namaz abdesti bozmaya ihtiyacınız olursa, abdestinizi bozacaksınız ama tekrar abdestinizi alacaksınız. Herkes namaza abdeste alışmış olarak gireceksiniz”.İkinci kat bu. Bu baretlerin üzerinde onar kişilik gözetleme postaları var.           Dürbün ile düşman gemilerini gözetliyor, menzile girdi mi girmedi mi? O gözetleme gruplarının içinden, sağdan birinci asker görevine devam edecek, ikinci, üçüncü, dördüncü, beşinci, altıncı asker topun arkasında savaş yapılırken devamlı olarak tekbir getirecek diyor, ikinci karar bu.
Üçüncü kararı ise, topçu birliklerinin içinde üniversite mezunu olanlar, o zaman üniversiteler yoktu medreseler vardı, “medrese mezunu olup da Kuranı Kerim okuma bilenler topun arkasından devamlı olarak Yasin süresini okuyarak savaşa gireceğiz. Savaş bitene kadar Yasin süresi okunacak” diyor.
Arkadaşlar burada yedi tane topumuz var bizim. Üçüncü topun sabitleme kaması Almanya’dan gelmediği için en sona koyuyorlar. Topun başında hiçbir asker mermi yok. Çünkü arızalı top, sabitleme demiri olmadığı için top patladığı zaman, bir ileriye bir geriye itme yaptığı zaman askerleri çiğner, ezer diye, kaza olur diye orada onu açık bırakıyorlar. Yüzbaşı Hilmi Bey savaş diyor 18 Mart 1915 sabahı kırbacı indirip savaşı başlattığım zaman 6 tane top ateş ediyordu, yedinci topun başında ne mermi var, ne insan var, ama o topun da ateş ettiğini gözlerimle seyrettim” diyor. (Rehber hoca biraz hurafe katıyor) “Arkadaşlar laf olsun diye anlatmıyorum, Genel Kurmayın arşivlerine girdiğiniz zaman, Çanakkale Savaşları Genel Kurmayın arşivlerine girdiğiniz zaman bu olayı yine orada okuyacaksınız. (Veya rahmetli Yüzbaşı Hilmi Bey, o kargaşada öyle görmüş olabilir) bu olay orada var, onlar bunları yaşamış. İngilizlerin, Yunanlılar şunu söylüyor. “Biz Osmanlı Devleti İngilizleri yenmeden önce biz onu hep Tanrı biliyorduk, hep Allah biliyorduk, ama ne zaman Osmanlı yendi biz onun Tanrı olmadığına inanmadık” diyor. Hep gözlerinde o kadar büyütmüşler.      [2] 
O Genel Kurmay Başkanları da şunu söylüyor. Burada bu hadiseler yaşanıyor, onlar bizi seyrediyor, yaşanıyor. Savaş günlüğüne şunu yazmış, “biz Çanakkale’de Türklere yenilmedik, biz Çanakkale’de Türklerin Tanrısı Allah’a yenildik” diyor. Bu iki veciz sözü de hatırlatmak istiyorum. Bunlar burada yaşanan hadiseler.
Düşman bize üç defa saldırdı savaştan önce. Birinci saldırışı, Ege Uluslar arası kara sularından geldiler. Orada bizim Seddülbahir Kalesi var tam burunda, Kilitbayır kalesi gibi. O kalenin içinde on bin ton ağırlığında savaş barutumuz var. Bombardıman sonucu o barut ateş alınca, büyük bir yangın, büyük bir patlamayla beş tane subayımızı 81 tane erimizi orada yanarak şehit verdik. Çanakkale ilk şehitlerini 3 Kasım 1914 yılında Seddülbayır Kalesinde yanarak şehit verdik. Ondan sonra düşman bize 25 Şubat 1915 sabahı saldırdı, ama o boğazın akıntısı sert rüzgâr ile birleşince, başarılı olamadılar geriye çekildiler.
Bir Çanakkale Gezisi Anıları  Bölüm: 1 - Cevat Kulaksız

BOĞAZDA İLK SAVAŞ
18 Mart 1915 sabahı 103 adet gemiyle Ege uluslar arası kara sularından girdiler, oradaki topçu birliklerimizi yıkarak, yakarak o çocukları o çocukları çiğneyerek o boğazdan içeriye girdiler. Tabya komutanı Yüzbaşı Hilmi Bey o topun bulunduğu yerde bir toplantı yaptı, askerlerine dedi ki, “düşman karşınızda yarım saat sonra, bir saat sonra burasını cehenneme çevirecek, bize cehennemi yaşatacaklar. Komutanınız olarak benim de kolum kopmuş olabilir, bacağım kopmuş olabilir, toprağın üzerinde neden benimle ilgilenmiyorsunuz, neden beni doktora götürmüyorsunuz diye bağırabilirim; sakın arakamda kardeşim dahi olsa, öz kardeşim dahi olsa şehit ve gazi ile hiç ilgilenmeyeceksin, kulağın bende gözün düşmanda olacak. Hadi gazanız mübarek olsun” diyor. Kırbacı indiriyor savaşı başlatıyor. Saat 11,30 saat sabahında savaş başlıyor. Saat 12.30 oluyor bizde güm sesi yok, neden çünkü onların menzilleri 13 km, bizim menzilimiz 4 km. İngiliz istihbaratı bunu öğrenmiş, 13 km den ateş ediyor, burasını dövmeye başlıyor, yakıp yıkmaya başlıyor, o çocuklarda güm sesi yok, menzilimize gelsin” diye bekliyor. Ondan sonra saat 12 buçuktan bir buçuk oluyor, yine güm sesi yok. Artık o Hudanın da hesabı meydana çıkıyor.
Degılok adlı Amiral şunu söylüyor, çok küçük görüyorlar bizi, çok hakir görüyorlar bizi, zaten Hemilton da savaş günlüklerinde şunu yazmış: “Bizim en büyük suçumuz Osmanlıyı çok küçük görmemiz” diyor. Degılok adlı amiral de şunu söylüyor, “artık Hasta Adam Osmanlı sustu bize bir şey yapamıyor, iki saatten beri bombardıman ediyoruz, güm sesi yok, artık bombardıman edemez”, diyor.
(Gezicilerden bir bayan, “pardon bunları Atatürk mü yapıyor, Osmanlı mı” diyor, Rehber İmam da, “burası deniz savaşları, Atatürk’e geleceğiz”.
Güm sesi yok, Degilek adlı amiral şunu söylüyor, “Hasta adam sustu bize bir şey yapamadı iki saatten beri bombardıman ediyoruz bir top mermisi bile bize gönderemedi güm sesi yok, amacımıza ulaşalım”. Amaçları ne? Buradan aşağıdaki deniz mayınlarını toplayacaklar, akşam saat beş çayını Topkapı açıklarında içecekler, gaye ve amaçları o. O gemiler 103 adet gemi boğazdan çekilmeye başlayınca, kafile halinde çekilmeye başlayınca, neden çekiliyorlar, araya mayın toplama gemilerini sokacaklar, mayın gemileri uğraşırken, boğazdaki akıntıyla beraber onun hesabını yapamıyorlar, kıyıya bombalar düşmeye başlıyor. Buradaki topçu birliklerimiz, düşman menzile girince ateş etmeye başlıyoruz. Agamemnon adındaki gemi 12 yerinden isabet alıyor, gemi batmıyor, buradan U dönüşü yapıp Kabatepe Gökçeada ada limanına sığınıyor. O savaşa giremiyor, Irresistable (Eksbıll) adındaki gemi baş köprü üstü tarafından yara alıyor, yan yatık şekilde savaşa devam ediyor. Saat iki doğru en büyük gemileri Bouvet  adındaki gemi iki isabet alıyor büyük bir yangın büyük bir patlamayla, o gemi 650 personeliyle üç dakika içinde Nüsret mayın gemisinin döşemiş olduğu mayınlara çarparak o gemi orada batıyor. İngiliz Osmanlının tokadını yanağında ilk defa hissediyor, ilk defa hissediyor saat ikide. Ondan sonra savaş devam ediyor, saat üçü çeyrek geçe 15.15 de üçüncü en büyük gemileri İnstebl adındaki gemi isabet alıyor, o gemide isabet alınca bu boğazın akıntısıyla beraber sürüklenir, Karanlık limanda Nüsret mayın gemisinin döşemiş olduğu mayınlara çarparak o gemi de orada batıyor. Ocean gemisi onu kurtarmaya gidiyor, ama denizin içindesin, suyun içindesin tutunacak dalın, tutunacak toprağın yok hiçbir şey yapamıyor. 30 tane İngiliz askerini geminin üzerine alıyor, gerisin geriye U dönüşü yapıp bu topun olduğu yeri bombardıman etmeye başlıyor. Bir bomba 470 kg ağırlığında, benim boyumda içinde on bin tane misket var, yiv setten ötürü kendi ekseni etrafında dönerek geliyor, toprağa burnunu değdirdiği zaman 4 buçuk 5 metre derinliğinde çukur açıyor on ton toprağı ters şemsiye halinde etrafa dağılıyor. Seyit Onbaşı o toprağın altında kalıyor. Elini kolunu sallıyor, imdat diye bağıramıyor, ağzına da toprak gitmiş, “imdat” beni kurtarın diye bağıramıyor. Onun o perişan halini gören Yüzbaşı Hilmi Bey Seyit’in elinden tutuyor ayağa kaldırıyor. Seyit ayağa kalkınca bağıra bağıra ağlamağa başlıyor, o şok ile beraber. Diyor ki, “komutanım bize ne oldu”, diyerek o topun etrafında dönmeye başlıyor. Yüzbaşı Hilmi Bey Seyit’in şoktan çıkamayacağını anlayınca Seyit’e bir tokat çakıyor. Seyit şoktan çıkamıyor. “komutanım arkadaşlarım nerede onları göremiyorum, onlar nereye gittiler, onlar neden bize yardım etmiyorlar” diyerek o topun etrafında dönerek ağlamaya başlıyor. Seyit’in şoktan çıkamayacağını anlayan Hilmi Bey, Seyit’in eteklerine yapışıyor. “Seyit’im kendine gel bu memleketin namusları, bu memleketin ezanları, bu milletin bayrağı, bu milletin vatanı üç kişinin elinde kaldı, bu topun başında üç kişi kaldık, diğer arkadaşların şehit ve gazi oldu toprağın üzerinde yatıyorlar, Seyit kendine gel, ne yapalım onu düşün Seyit”, diyor. Seyit kendini toparlıyor, üzerindeki toprakları silkiyor, calaskanın başına gidiyor, vincin başına gidiyor. O 276 kg mermileri makara sistemiyle havaya kaldıran sistem bozulmuş, o merminin dehşetiyle bozulmuş, seyit onun bozulduğunu görünce koşa koşa o mermi çukurunun içine giriyor. Niğde’li Ali Çavuş’a diyor ki, “komutanım bu mermiyi bana buradan kaldırmaya yardım eder misin” diyor. Ali Çavuş, “Seyit sen o mermiyi oradan kaldıramazsın” diyor; Seyit, “neden komutanım” deyince, Ali Çavuş,  Seyit Onbaşı, “evet komutanım o merminin 276 kg olduğunu biliyorum ama vinç bozulmuş, calaskal bozulmuş, komutanım sen ona karışma sen bana yardım eder misin”, Ali Çavuş, “evet arkandayım Seyit” diyor.
Seyit, “Ya Allah bismillah” deyip mermiyi dizkapağına kadar kaldırıyor, yere düşürüyor. Tekrar “ya Allah bismillah”  deyip göbek hizasına kaldırıyor, tekrar mermiyi elinden kaçırıp yere düşürüyor.
Neden mermiyi yere düşürüyor, burası denize sıfır olduğu için, sabah çiyi yağmur gibi yağar buralara, mermilerin dışı küf yapmasın diye Osmanlı devleti gres yağı ile yağladığı için elinden kaçırıyor. Ama bizim gibi küfretmiyor, kıbleye dönüyor, euzu besmele çekiyor. “Lailahe ilallahi vallahü aliyil azim yarabbi senin gücünü benden eksik etme, bu milletin namusları için bu milletin vatanı için bu milletin bayrağı için bu mermiyi buradan kaldırmaya yardım et yarabbi” diyor. Y Allah bismillah deyip mermiyi göbek hizasına kadar kaldırıyor, Niğde’li Ali Çavuş’un yardımıyla mermi Seyit’in sırtına veriliyor. Seyit’in mermiyi sırtına aldığını gören Yüzbaşı Hilmi Bey, Niğde’li Ali’ye diyor ki: “Ali tekbir getir, senin getireceğin tekbirler o kâfirin gemisini batırmasına sebep olsun, Ali tekbir getir” diyor.  Ali tekbir getirmeye başlıyor, Seyit Onbaşı beş tane merdivenden (basamak olsa gerek) yüksekliğe çıkacak, tekerlekli top, topun namlusu yukarıda.
Niğde’li Ali Çavuş savaş günlüklerine şunu yazmış:  Biz onların yanında değildik, ama onların savaş üstünlükleri var, onlar uhdemize geçtiği zaman onları okuyoruz. Savaş günlüklerine şunu yazmış: “Seyit’in 276 kg altındaki kemikleri kırılmadı ama kulaklarımla, kemiklerin çatır çatır öttüğünü duydum” diyor. O mermiyi çıkarıyor, komutanı yüzbaşının yardımıyla topun namlusuna veriyor, topun namlusuna verildikten sonra Oışın gemisi isabet alıyor. Dümen tertibatından isabet alan geminin dümeni kilitleniyor. O gemi sürüklene sürüklene hâkimiyetini kaybediyor, Karanlık Limanda döşenen mayınlara çarparak akşam saat altıda gemi batıyor. Derobek adındaki amiral şunu söylüyor: “Artık biz hedefimize ulaşamayacağız, biz İstanbul’a gidemeyeceğiz, Çanakkale Boğazı’nı geçemeyeceğiz geri dönelim” diyor. Geriye dönmeye başladıkları zaman U dönüşü yapıp geriye dönmeye başlayınca Boğaz Komutanı Cevat Paşa Çanakkale’de topçu birliklerinin başında, aynı tabyalar karşıda var. Onların başında, çocuk gibi tek ayaküstünde “Allah”  diyerek zafer işareti vermeye başlıyor. Hemen tahta teknesine biniyor, Kilitbayır köyüne geliyor. Seyit’i buluyor, “o delikanlıyı bana getirin” diyor. Seyit’i kucağına bir kere alıyor, iki koluyla sıkıyor, “aslanım seni tebrik ederim, bu milletin namuslarını, bu milletin ezanlarını, bu milletin vatanının bayrağını sen kurtardın, şu yanımda gazeteciler var, Seyit, şu mermiyi bir daha kaldır, senin fotoğrafını çekelim. Senin arkandan gelen nesline, torunlarına seni ebedileştirelim”, diyor. Seyit, “emredersiniz komutanım” diyor Seyit. Mermiye sarılıyor ama mermiyi iki parmak yerden kaldıramıyor. Boğaz Komutanı Cevat Paşa diyor ki, “Seyit  nen oldu, be mermiyi sen kaldırmamış mıydın”. Seyit, “evet komutanım” diyor. Komutan, “ne oldu niye kaldırmadın” diyor. Seyit, “batan Oışın gemisi Karanlık limandan çıkan o savaşı bana tekrar yaşat, tekrar bana Huda nasip eder, diyor.
Hani bizim bir atasözümüz var, “kul sıkışmadıkça Hızır yetişmez ha”. Seyit onu ima etmeye çalışıyor, bir defa kaldırıyor, onu. Seyit’in sırtında gördüğümüz o mermiler ağaçtan yapılmış mermilerdir. Seyit bir defa kaldırıyor, ikinciyi kaldıramıyor. Ondan sonra ağaçtan yapılma maket mermilerdir. Ondan sonra millet dağılınca, komutanlar herkes işine dağılınca, Yüzbaşı Hilmi Bey, “bu çocuğa ne hediye vereyim, bu çocuk insan gücünün yapamayacağı işi yaptı buna ne hediye vereyim” diye düşünüyor. Seyit’in savaştan bir hafta önce Balıkesir’den hanımından mektup gelmiş. Seyit’in okuması yazmamsı yok, Yüzbaşı, okuduğu için biliyor. Seyit, savaştan önce, hanımından bir hafta önce mektup geldi ya, senin bir kızın dünyaya geldi ya, git kızının ismini koy, annen babanla helalleş”.
Seyit: “Hayır komutanım” diyor. “İngiliz’in bu hain hançeri Osmanlının bağrında iken bana ne ana lazım, ne baba lazım, ne hanım lazım ne de evlat lazım. Bu İngiliz’in hançerini çıkaralım, Osmanlıyı rahatlatalım, bu işten kurtulalım, giderim görürüm” diyor. “Nasip olmazsa öbür dünyada buluşuruz” diyor. Onlar böyle insanlardı.
Yüzbaşı Hilmi Bey düşünüyor, bu çocuğa nasıl bir hediye vereyim, nasıl memnun edeyim diye düşünüyor, akşam olduğu zaman askerin karnı aç, bu savaş nasıl aç olur nasıl gitmez, demeyin çünkü düşman bombardıman ettiği zaman ilk başta yolları, ondan sonra yerleşim birimlerini, ondan sonra köprüleri yok ediyor, yardım gelmesin diye. O çocuklar bir gün, iki gün, üç gün ağzına ekmek atmıyorlar. Askerin karnı aç ama alnı dik. “Karnımız aç komutanım açlıktan ölüyoruz” demiyorlar. Alnı dik, komutan da onu bildiği için, Seyit’e iki ekmek veriyor, diğerlerine birer tane veriyor, herkesin gözü Seyit’in ikinci ekmeğinde, “karnı doyacak, yine bu sofradan aç kalkacağız” diye hayal ediyorlar. Seyit kendi vücut diliyle onların vücut dilini okuyor; birinci ekmeği arkadaşlarıyla yiyor, ikinci ekmeğinde herkese birer yudum olarak dağıtıyor. Tabya Komutanı Yüzbaşı Hilmi Bey, Seyit kızın için izin verdim kabul etmedin, iki ekmek verdim onu da yemedin oğlum bana neden bu kadar dargınsın, neden bu kadar bana kızgınsın, her şeyi ret ediyorsun, neden öyle yapıyorsun”  deyince, komutanım, sen bizim babamızsın, ben sana darılamam, sen bizim başımızdan yok olursan biz burada dağılırız,  diyor. Biz asana darılabilir miyiz, ekmeğin burada olmadığını biliyoruz komutanım, ama biz açız deyip de sizi üzmüyoruz, sizi üzmüyoruz, size itaat ediyoruz, komutanım, öyle şey olur mu? Kimimize iki ekmek, kimimize kuru ekmek verip de bizi bizden ayırma” diyor.
Arkadaşlar o hasta adam Kürdüyle, Türküyle, Lazıyla, Çerkeziyle, Abazasıyla bir millet olduğunu ispat etti. Biz şimdi neyin mücadelesini veriyoruz, dedelerimiz hangi mücadeleyi vermiş, biz ne yapıyoruz. O ayrı bir muamma. Bu vatanın kıymetini çocuklarımıza güzel anlatalım. Yoksa bizim imtihanımız biraz uzun sürecek. Onları güzel anlatalım.
Seyit buradan Balıkesir İlinin Edremit İlçesinin Havran nahiyesinin Çamlık köyüne gazi olarak gidiyor sağlam olarak gidiyor. Gururlu delikanlı, gazilik maaşını kabul etmemiş, almamış, ben onu Allah rızası için, millet için kaldırdım, alamam” demiş. Memleketine gitmiş, dağda odun kömürü söndürüyor, mangal kömürü.
Mustafa Kemal Atatürk Balıkesir’e Çanakkale yolun açılışını kazma kürek ile yapılan yolun açılışına gittiği zaman, “o delikanlıyı bana bulun” diyor.  Balıkesir’e gittiği zaman, Êdremit kaymakamında bir telaş, bir panik Seyit’i arıyorlar, dağda odun kesiyormuş, yüzü gözü kömür tozu içinde, Atatürk karşısına çıkacak fizik yapısı yok. Edremit kaymakamı hemen hamama sokuyor, hamamdan çıkarıyor, elbiselerini giydiriyor, fakirlik, savaştan çıkmış, yırtık pırtık elbiselerle Atatürk’ün karşısına çıkaramıyorlar. Edremit kaymakamı, “hemen evime gidin bir takım elbise alın, Seyit’e gelen elbiseyi giydiriyorlar.”
Atatürk’ün karşısına iri yarı bir delikanlı, seçme bir delikanlı var, çünkü ağır mermi kaldırdıkları için. Kaymakam da benim gibi minyon tipliymiş, ceketin kolları kısa kalıyor. Pantolonun paçası kısa kalıyor. Atatürk’ün karşısına çıktığı zaman, “paşam memleketime hoş geldin, sen benim misafirimsin, benden bir isteğin, benden bir emrin var mı? Paşam deyince, Atatürk hafif gülümsüyor. Dişleriyle hafif gülümsüyor. Atatürk’ün karşısında ağlamaya başlıyor. Atatürk diyor ki, “Seyit neden ağlıyorsun? Oğlum sen ağlanacak yerde savaşta ağlamadın, burası savaş değil neden ağlıyorsun”.
“Komutanım, o elbisenin bende olmadığını biliyorsun, neden yaramı kaşıyorsun komutanım?”  diyor.  Atatürk, “Aslanım gel yanıma otur, yine delikanlısın, Çanakkale’deki delikanlısın gel yanıma otur, diyor gururla, “o elbise kısa geliyorsa”,  Atatürk’ün o tahta sandalyeye oturacağı sırada pantolon aşağıdan paçasına kadar açılıyor  (sökülüyor) terden bir kere yapışıyor. Atatürk şunu söylüyor: “Aslanım sen utanma,  Seyit’in ölçüsünü alın, iki takım elbise yaptırın”.  Seyit, “benim ölçümü almayın, Kaymakamın ölçüsünü alın” alın, diyor.  Atatürk “Maaş bağlayın”
“Bu bana ikinci teklifin ben o mermiyi Allah rızası için, millet için kaldırdım, ben maaş da istemem, alıp da yiyemem”,  diyor. Atatürk “benden bir isteğin var mı oğlum gideceğim”. Acı ama gerçek, Seyit, Atatürk’e şöyle diyor: “Komutanım her hafta dağdan iki eşek yükü odun sarıyorum,  Edremit pazarında satıyorum, o odunların parasıyla çoluk çocuğuma elma portakal alıyorum, ormancılar beni bellediler ceza yazıyor, şunlara bir şey söyle de bana ceza yazmasın”.
Çağırıyor ormancıları, “Seyit’e ceza yazmayın bu orman, ormanları millete teslim eden adam bu adam”. “Ceza yazmayacaksınız” diyor ama orman müdürü değişene kadar Seyit rahat ediyor ama Orman müdürü değişince cezalar yazılmaya başlıyor”. Biz böyle bir milletiz hemen geçmişimizi unutuveriyoruz.
Her neyse bu memleket bu şartlar altında kurtarıldı. Bu milletin, bu memleketin bir çakıl taşını kimselere vermeyelim, elimizden geldiği müddetçe.
Ankara’dan gelen İnönü Mahallesi ekibi, kapıları ve penceresi kapalı, kapısı kilitli olan tabyanın birisine bakmak istedilerse de, Rehber İmam Ahmet İnan şunları söyledi: “Eskiden bu tabyaların kapısı açıktı fakat bizim insanımızın bazıları ne yazık ki zarar veriyorlar; inanın tabyaların içine büyük-küçük abdestini yapanlar da var, onun için kapattılar”.
Tabyadaki büyük bir topa bakılırken, Rehber Ahmet İnan şunları söyledi:
“Şu gördünüz top 1915 yılından kalma topumuz, savaşa giren savaş şahidi. Seyit’in gerçek mermileri karşıda duvarın dibinde. Bu top Alman Gros marka top, bunlar iki çeşit, 4 km ye kadar tesirli atış yapabilen, aşağıdaki toplar ise 10 km ye kadar tesirli atış yapabiliyor. Seyit bu mermileri buradan alıp, beş basamak yukarıdaki topun yanına götürüyor. Bu topla Oışin gemisini vuruyorlar.
Lozan barış antlaşmasıyla bunlar buradan sökülmüş attırılmış, Boğazları güya silahsızlaştırmak için İngilizler tarafından söktürülmüş, Seyit’in topu özellikle tekrar buraya getirilmiş. Bunlar gemilerle, trenlerle taşınıyor, özel mazisi olan bunun gibi topları parçalamamışlar, büyük zorluklarla gemilere yüklenmiş, ya da trenlere yüklenmiş o şekilde götürmüşler, parçalamadan. Bu özel bir top olduğu için bunu hiç bozmamışlar.
Kara savaşları yapıldıktan sonra, sonbahar yağmurları başlayınca şehit kemikleri meydana çıkmış.  O kemikler toplanarak sağ yanımızda havuzlar bölgesi burada seyyar nekahet hastanemiz var. O yoğun bombardımanda kulak zarları yırtılmış, iltihaplanmış, orta kulak iltihapları ve yırtılan kulak zarlarının tedavi edildiği nekahethaneler sağ tarafta. Bir de mecruri hastalıkların tedavi edildiği hastaneler var. Mecruri, savaşta derin siperlerde bir ay boyunca aç, susuz kaldıkları için aşırır sinirlilik gösterenler burada tedavi olurlarmış.
Bir Çanakkale Gezisi Anıları  Bölüm: 1 - Cevat Kulaksız

BİT PİRE İÇİN ETUV FIRINLARI
Bir de bizim burada edüv fırınlarımız var, asker iki denizin ortasında bir sene savaş yapmış, bir sene boyunca bir defa denize gidip banyo yapamamış, üstleri kokmuş, bitlenmiş pirelenmişler. O bitli pireli elbiseleri askerler savaş yapılan yerlerde karınca yuvalarının kıyılarına koymuşlar. O karıncalar bitleri, pireleri temizlemiş. Ama her yerde karınca yuvası bulmak mümkün olmayabilir. Onlar ne yapmışlar, onları öküz arabalarına doldurup bu etüv fırınlarının içine atıp elbiseler yanmamış ama bitler pireler o elbiselerde yanarak elbiseler temizlenirmiş.

FIRINLAR AŞEVLERİ
Bir de şu havuzlar bölgemizde büyük aşevlerimiz, büyük ekmek fırınlarının bulunduğu yerler. Burada pişen yemekler, burada pişen ekmekler, bu yoldan altı km ileride kara savaşlarının yapıldığı alana yemekler buradan gidiyor. O zaman böyle otobüsler, minibüsler, taksiler yok. Öküz arabaları, at arabaları, kağnı arabaları ile yemekler taşınıyor. Düz asfalt da yok, stabilize yolun içinde bir sağa bir sola çalkalandıkça yemekler dökülmüş, askerler aç susuz, o çocuklar bu vatanı o şartlar altında kurtarmışlar.
Sol tarafımızda deniz mayınlarının bulunduğu yer. Bu deniz mayın hatları boğaza dik olarak birer buçuk km aralıklarla boğaza dik olarak döşenen deniz mayın hatları sol tarafımızda.

Cevat Kulaksız
 ckulaksizster@gmail.com

SONNOTLAR

[1] Abad: 1. şen, bayındır 2.Sonsuz gelecek zamanlar
[2] Rehber burada atıyor ve bu sözü Osmanlıya yorumluyor. “Mustafa Kemal İngilizleri yeninceye kadar biz İngilizleri Tanrı zannediyorduk”   Mahatma Gandhi

Yorum Gönder

[blogger][facebook][disqus]

Kemalın Askeri

İletişim Formu

Ad

E-posta *

Mesaj *

Javascript DisablePlease Enable Javascript To See All Widget