Fatih’in Adaleti Tayyip’in Adaleti (3) - Cevat Kulaksız

İstanbul’un Türkler tarafından fethinin 563. Yıldönümünün kutlandığı günümüzde, Fetih, Fatih çevresinde oluşan ilginç olayları bu üçüncü yazımızla da devam ediyoruz.
FATİH SULTAN MEHMET’LE MİMAR BAŞI

“İnsan en iyi ihtimalle tüm hayvanların en asilidir. Kanun ve adaletten vazgeçtiğinde ise en kötüsüdür!”. ARİSTO
                                                                                                                                                           
FATİH’İN ADALETE OLAN SAYGISI
Evliya Çelebi’nin seyahatnamesinden aldığımız aşağıda yazılı öyküdeki adaletle günümüzdeki AKP-RTE iktidarının adaletini bir kıyaslayın, Fatih’ten 570 yıl sonraki adaletimizin ne durumda olduğunu görün.
Fatih Camisi yapılırken gazaba gelen Fatih Sultan Mehmet, mimarbaşını şiddetle azarlayarak şöyle der:
“-Benim camimi niçin Ayasofya kadar yüksek yapmayıp bir Rum haracı değer sütunlarımı üçer zira kesip, Ayasofya’dan kesip, Ayasofya’dan alçak ettin”.
Camiyi yapan mimarbaşı padişaha özür dileyerek şöyle cevap verir:
“-Padişahım İstanbul’da zelzele (deprem) çok olur, yıkılmasın diye, iki sütununu üçer zira kesüp Ayasofya’dan alçak ettim”. [1]

Bunun üzerine hiddetlenen Fatih, “özrü cürmünden şiddetlidir” diyerek, hiddetlenip aman veremeyerek mimarbaşının iki ellerini bileklerinden kesti. Ertesi gün mimarbaşı İstanbul mollasına (kadısına) varıp Fatih’i şikâyet etti. “Şeriat hükmünce yargılanmasını” istedi. Hemen, Molla Hazretleri, kethüdasını Fatih’e gönderdi, Fatih’i şeriat hükmünce yargılamak üzere davet etti.
Fatih Sultan Mehmet, “emir şer’i Şerifindir” deyip, feracesinin kemerine bir de topuz gizledi… Sonra, Mollanın huzuruna vardı, selamdan sonra sadra  (kürsüye, başköşeye) geçmek istedi. Ama yargılamayı yapacak olan Molla Hazretleri şöyle dedi:
“Oturma padişahım! Hasmınla beraber durup mürafa (duruşma) olun”.    Molla duruşmada mimarbaşını sorgulayınca, mimarbaşı padişahtan şöyle şikâyette bulundu:
“-Sultanım!  İşimin ehli bir yapıcı mimarım. «Benim camiimi alçak eyledin ve iki diriğimi kestin» diye, iki ellerimi kesip işimden ve kazancımdan alıkoyup, çoluk çocuğumu beslemeğe kudretim kalmadı”. Emir Şer’i Şerifindir”, dedi. Bunun üzerine Molla Şerif Fatih’e dönerek:
“-Padişahım, bu adamın ellerini siz mi kestiniz”? Dedi. Fatih de şöyle cevap verdi:
“-Bu adam benim bir haracı değer iki sütunumu kesip camimi şöhretsiz etti. Onun için ellerini kestim. Emir Şer’i Şerifindir”.
Yargılamayı yapan Molla Hazretleri dedi:
“-Beğim! Şöhret afettir. Caminin alçak olması ibadete mani değildir. Senin taşın cevahir dahi olsa, kıymeti yine taştır. Ama bu adamın, kanunsuz ellerini kesmişsin. Bu adam işten kalmış, çoluk çocuğunun beslenmesi şer’an senin üzerine kalmıştır. Ne dersin? Dedi. Sultan Mehmet de, “emir şer’indir”  deyince, Molla Hazretleri:
“-Şeriatın emri budur ki, mimar dava etse, şer’an sizin elleriniz kesilir. Kanunsuz iş edenin kanunla hakkından gelinir!” Dedi. Fatih de:
“-Beytülmalden (devlet hazinesinden) “yeteri kadar maaş tayin edelim!” Dedi. Bunu reddeden Molla Hazretleri şunları söyledi:
“-Hayır! Beytülmalden gadretmek olmaz. Kabahat sizindir. Kendi ulûfenizden vermek gerekir”, diye hüküm verdi. Bunun üzerine Fatih şöyle ricada bulundu:
“-Yevmiye akça vereyim, hakkını helal eylesin.” Sonunda bu dileğe mimar başı razı oldu, helâlleştiler. Dava sona erince, molla hazretleri kıyam edip padişaha tazimler eyledi.
Fatih Sultan Mehmet, Mollaya:
“-Bu padişahtır diye, önceden bana tazim ve müsaade edeydin, şu topuz ile seni parçalardım”, deyip, eteği altından topuzu gösterirken, adalete olan saygısını da göstermiş oluyordu…[2]

YA GÜNÜMÜZÜN ADALETİ NASIL?
Şimdi burada duralım; Fatih’in bu adaleti ile günümüzün AKP-RTE iktidarının adaletine bir bakalım.
Yok olma riski karşısında dünyaya emsal olmuş Kurutuluş Savaşı veren Türk Ulusunun 19 Mayıs Atatürk’ü anma Gençlik ve Spor Bayramı, 23 Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı, 30 Ağustos Zafer Bayramı, 29 Ekim Cumhuriyet Bayramı gibi onurlu bayramlarımızı kutlamayan, en görkemli biçimde İstanbul’un fethini kutlayan AKP-RTE iktidarı, acaba Fatih’in aşağıdaki örnekte olduğu gibi adalete de değer veriyor mu?
  Fatih, adalet karşısında bu denli saygılı ve özenli iken, acaba 570 yıl sonraki günümüz adaleti ile nasıl, kıyaslayınız. “Hâkimler,  yargı bizim ayak bağımız; ben Anayasa Mahkemesinin kararını da Anayasa Mahkemesini de tanımıyorum”, diyen RTE yi düşünün ve Fatih’le kıyaslayın. Bakınız, bir programda AKP Diyarbakır Milletvekili Galip Ensarioğlu, ülkedeki adaletsizliği en iyi şekilde açıklarken aynen şöyle diyor: “Yasama bizde, yürütme bizde, yargı bizde, her şey bizde".  Bu söz bile AKP-RTE iktidarının adalete nasıl hükmettiğini gösterir. Adalet bu kadar ayaklar altına alınmamıştı. Günümüzden 500 küsur yıl önce bu denli adil olan, hakçasına yargılama yapan devrin kadısı, eğer adil olmasa idi, günümüzdeki gibi, padişaha karşı yandaş, yalaka olsaydı, adalete düşkün olan Fatih sakladığı topuzla kadıyı cezalandıracak mıydı acaba. Bu adalet ile günümüz adaletsizliklerini karşılaştırdığımız zaman, 500 yıl önceki Fatih mi adil, yoksa AKP-RTE iktidarı mı adil.  
Bakıyorsunuz, AKP-RTE nin hoşuna gitmeyen bir mahkeme kararı mı çıktı, ya o yargıcın sürgün gibi tayini çıkıyor, ya da emri altındaki satın alınan medya organları ile itibarsızlaştırılıyor. Orduya mı kızdı AKP-RTE, kurgulandırılan kumpaslarla yüzlerce subay ve aydın yalancı, gizli tanıklarla tutuklanıp, “Özel Yetkili mahkeme” dedikleri emirle çalışan mahkemelerde yargılanıp yıllarca haksız yere hapse atılabiliyordu  (Ergenekon, Oda TV, As. Casusluk vb yargılamalarda gördük, yaşadık). Bu iktidarın pek çok adaletsizliklerine örnekler verebiliriz. [3]

Günümüzdeki nice adaletsizlikleri sayabiliriz ama, buna sayfalarımız yetmez. Adaleti olmayan ülke iflah olmaz, yatırım olmaz, insanlar o ülkeden kaçar. Sadece şuna bakınız, yandaşlara yaranmak, yandaşları kollamak için Kamu İhale Yasası, 11 yılda 164 kez değişmiştir. Öylesine adaletsiz ülkeye yabancılar kolay kolay yatırım yapmaz. Adaletle sosyal barış, ülke barışı arasında çok önemli bağ vardır. Adaletsiz bir ülke çağdaş olamaz.

RESMİNİ YAPTIRAN FATİH’TE, BİZANSIN ETKİSİ

Fatih Sultan Mehmet 1453 yılında orduları ile Bizans’a girdiği zaman,  soyluların saray kadınlarının debdebe içki âlemlerini de gördü. Bizans’ın içinde Rum, Yahudi, Ermeni, Ceneviz gibi Hıristiyanların eğlence şarap, rakı âlemlerini gördüler. Bizans halkı çevrelerdeki bağlardan harıl harıl şarap, rakı üretiyorlar, bunlarla Kâğıthane ve Haliç’in bağ, bahçelerinde içiyorlar, âlemler yapıyorlardı. Fatih’in atalarından Osman, Orhan,  Fatih Sultan’ın saltanat dönemi (1451–1481) İstanbul için fetih, inşaat yerleşme; Murat, Yıldırım Beyazıt zamanlarında şeriat gereği, Fatih’e kadar içki haram ve yasaktı.
Bizans’la böylece etkileşme olurken başta Fatih olmak üzere, halk, Bizansın içki, (yavaş yavaş fuhuş) durumlarını görüp etkilenmeye başladılar. İstanbul’un mesire yerleri, çayır ve kırlarındaki kadınlı erkekli müzik, eğlence, içki âlemleri padişahın ve halkın da hoşuna gitmeye başladı. Böylece Fatihten sonra bütün padişahların, hem de halkın, yüzyıllar içinde içki âlemleri yaptıklarını görmekteyiz. (Nitekim Fatih’in oğlu İkinci Beyazıt (1481–1512) zevk ve eğlenceye, içkiye istekli, müzik ve şenlikten çok hoşlanıyordu. Sarayda müzik eğitimi yaptırmıştı (1485).
Fatih Hıristiyanların tapınma, toplumsal yaşantılarına özgürlük vermiş ve yakınlık duymuştur. Öylesine yakınlık duymuş ki, Fatih “Avnî” mahlasıyla Galata’daki Katolikleri, kiliseyi, Hıristiyan kızlarını öven birçoğumuzun bilmediği, şaşkınlıkla okuyacağımız şiirler yazmıştır. Bu şiirleri okuyan devlet ileri gelenleri, Fatih’in Hıristiyanlığı kabul etmeyi düşündüğünün endişesine kapılmışlardır.
Osmanlı sarayına kadar sızan, sapkın Hurifiler, kendi sapkın mezheplerine Fatih’e bile anlatıp, onun sempatisini ve ilgisini mezheplerine yönelttiler.[4]  Bu tarikat şair Nesimi ve öteki halifeleri yoluyla yayıldı. Fatih Sultan Mehmet’in bu sapkın mezhebe ilgisini gören devlet uleması telaşa kapılınca, Vezir Mahmut Paşa’nın delaleti ve Fahrettin Acemi’nin nüfusu ile Hurufiler Edirne’de bir kumpasa getirilip diri diri yakılarak yok edildiler. Hurufilik XVI. asıra kadar propaganda ve Bektaşilerle devam etti. Şair Nesimi, Gül Baba, Bağdatlı Ruhi ve Fuzuli de bu mezhebe inananlardandır. Kurucusu Fazlallah’dan dolayı, Fuzuli, oğlunun ismini Fazıl koymuştur.
Hurufilik Şair Nesimi sayesinde Anadolu’ya yayılmış. Hurufilik inancı, Tanrı’yı da sevgilisine benzeten şair Nesimi Halep’te tutuklanmış, uzun uzun yargılanmış, derisi yüzülerek öldürülmüş, ölüsü asılarak şehirden şehre teşhir edildikten sonra, yedi parçaya ayrılan cesedi, ibret olsun diye kendine taraftar bulduğu ve şiirlerinin ezberlendiği yedi ayrı şehre gömülmüştür.
İnsanları görüşleri için Sivas’ta yakmışız ama görüldüğü gibi, 500 yıl önce Fatih zamanında da atalarımız insanları yakmış. Aynı insan yakma olayı Orta Avrupa’sında da oluyordu. Örneğin bilim adamı ve şair Bruno 1600 yılında diri diri şimdi heykelinin bulunduğu meydanda yakılmıştır.

“OSMANLI’DA KELLENİN PEK HÜKMÜ YOKTUR”. 

Fatih Sultan Mehmet en büyük, en hoşgörülü bir padişahtı. Yani çok kültürlü, birkaç dil bilen, çok zeki bir padişah olduğu kesin. Portresini yaptırmak için Ressam Bellini’yi İtalya’dan getirtmiştir.
Türklerde heykel ve resim yapmak, (dinsel baskı nedeni ile) yasak olduğu için, portre resimleri yapılmıyordu. Fatih önce saraya bir nakkaş hane (minyatür atölyesi) kurdurmuştur. Resim yapmanın cahil-bağnaz halk arasında günah ve yasak olduğu için, İtalya’dan ressam getirtmiştir. Tarihimizde bir ressama portresini yaptıran ilk padişah Fatih’tir. Daha sonra da, sarayın nakkaşbaşısı Sinan Bey’i resim eğitimi görmesi için İtalya’ya göndermiştir. Sinan Bey, İtalya’dan döndükten sonra, ünlü “Gül Koklayan Fatih” portresini yapmıştır.
Fatih’in Adaleti Tayyip’in Adaleti  (3) - Cevat Kulaksız

Bunun dışında İstanbul’u alması ile övündüğümüz Fatih Sultan Mehmet, ne acıdır ki devletin bekası için öz kardeşlerini bile öldürtmüştür. Bununla ilgili kanunname bile çıkarılmıştır.
Bellini İstanbul’daki çalışmaları sırasında gördüğü bir olaydan etkilenmiş olsa gerek, bir kesik baş resmi yapmış. Fatih, ziyarete gittiği bir gün Bellini’nin odasında o kesik baş resmini görmüş, “kesik baş böyle olmaz” demiş, eleştirmiş. Bellini de, “ama ben böyle görmüştüm” filân diyecek olmuş, ya da ısrar etmiş. Sinirlenen Fatih sonunda hışımla buyurmuş yanındakilere,  “tez bir adam getirin bana” demiş. Koşup getirmişler birini Bellini’nin atölyesine. “Uçurun şunun kellesini” demiş. Önce şaka sananlar, sonra şak diye uçurmuşlar adamın kellesini. Belli’nin ayaklarının dibine düşen kelleyi göstermiş Fatih, “gördünüz mü” demiş. Bu şiddetten korkmuş olmalı ki Bellini, hemen ülkesine dönmüş, sessizce. Görüldüğü gibi, insan kellesinin pek de hükmü yoktur Osmanlı ülkesinde. Kesilen binlerce baş yanında, savaşlarda esirlerin kellelerinden kuleler yapılmıştır.  
Hıristiyan dilberlerini, içki, müzik âlemlerini, dünyanın en muhteşem abidelerinden Ayasofya’yı gören Fatih, “Avnî” mahlası ile kendi kültür birikimi ile Hıristiyan dinini, kilisesini, Galata güzellerini öven şöyle şiirler yazmıştır:
“Bağlamaz Firdevs’e gönlini Galata’yı gören,
“Servi anmaz anda ol servi dilarayı gören,
“Bir frengi sıvelu İsa’yı gördüm anda kim,
“Lebleri dirisidür dindi İsa’yı gören,
“Akl-ü fehmin din-ü imanın nice zapt eylesün
“Kâfir olur hey müsemmanlar o tersayı gören,
“Kevseri anmaz ol içdüği mey-i nabi içen,
“Mescide varmaz o vardugi kilisayı gören,
“Bir frengi kâfir olduğun bilyrdi Avnî’ya,
“Belde zünnrini boynunda çelipayı gören,
Fatih’in bu şiirini günümüz Türkçesine çevirmeye çalışalım:
(Galata’yı gören, gönlünü Cennetin en gizemli bahçesine bile bağlamaz,
(Gönül güzeli bir sevgiliyi Galata’nın kendisine gören anmaz bir daha servi boylu başka sevgiliyi)
(Galata’nın kimliğinde bir Hıristiyan dili İsa gördüm ki,
(Dudakları kutsal bir tapınak olur, İsa’nın insanlık dünyasını gören,
Dinle imanın akıl ve anlayışını sıkı tutmak gerekir,
Yoksa ey Müslümanlar, o kiliseyi gören hemen kâfir olabilir
(Galata’nın içtiği katıksız şarabı içen, cennetteki Kevser şarabını bile anmaz olur.
(Orada karşılaştığı kiliseyi gören de bir daha gitmez mescide falan
(Avnî’ya bilirdi senin bir kâfir Hıristiyan olduğunu)
(Belinde keşiş kuşağını, boynunda haçını ören)
Çağlara, ordulara, ülkelere, nice insanlara hükmeden, zalim görünüşlü Padişah Fatih Sultan Mehmet (Avnî), Hıristiyan güzellerini,  Bizans’ın bu zevk, içki, şarap, kadın, müzik âlemlerini görünce böyle nice âşıkça, duygulu şiirler yazmıştır.
İstanbul’un Fethinin 563. yılını kutlayan AKP-RTE dinci grupları, acaba Fatih’in yazdığı Hıristiyanlığı ve kiliseyi öven şiirleri gördüler mi? Ne düşünürler. O şiirleri günümüzün ozanı yazsa ne derlerdi. Bin yıl önce buna benzer ve gericileri alaya alan mısralar dizen Ömer Hayyam’dan şiir okuyan Fazıl Say’ı mahkemeye veren bu zihniyete ne demeli.
[İkinci Beyazıt’ın oğlu Yavuz Selim (1512–1520) bir eğlence âleminde yarı sarhoş elindeki şaraba bakarak üzümden ilk şarabı çıkardığı söylenen İran Şahını anımsamış, o zamandan bu yana süre gelen bir lezzetin artık yıpranabileceğini düşünerek aniden şöyle der:
“Bint-ül ine bin bikrini Cem etti izale” (Üzümün kızının bekâretini Cem yok etti)
Aynı içki meclisinde şair padişah Sultan Selim’in veziri de şöyle aynı vezin kafiye ile yanıt verir: “Iskat-ı cenin oldu tehi kaldı piyale”(Çocuk düşürdü kadeh boş kaldı).
İşte böylece Osmanlı Bizans sayesinde içki, kadın, müzik âlemlerine başlamış oldu. Tabi içkileri imal eden, üretim yapan, satan ve de para kazanan Bizans artığı Hıristiyanlardı.
Zaman zaman bazı padişahlar, içki düşkünlerine darbe vurmuşsa da, ne şiddetli ceza, yasaklar, (ne de din, iman, şeriat) Devrin şairi (Ömer Hayyam’dan yüz yıllar sonra) Baki de, mısralarında şöyle diyordu:
“Meyhaneler Beyt-ül Haram,
“Pir-i mugan şeyh-ül haram, {(Meyhaneler kâbe, meyhaneci ise Harem-i Şerif-e (Mekke’de Kâbenin hizmetine bakan şeyh)}] .[5]
Cevat Kulaksız
 ckulaksizster@gmail.com
SONNOTLAR

[1] Zira, Osmanlı zamanında kullanılan orta pormak ucundan dirseğe kadar olan uzunluk ölçüsü birimi
[2] Evliya Çelebi Seyahatnamesi Cilt: 1 den alan, Türk Edebiyatı Ahme Kabaklı Cilt:2 Sf: 605–606  
[3] A Haber’de Erkan Tan'ın 'Arka Plan' programına Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'ın başdanışmanlarından Burhan Kuzu ve AKP Diyarbakır Milletvekili Galip Ensarioğlu katıldı. AKP’li vekil Galip Ensarioğlu, "Aslında şimdiki sistem bizim daha çok işimize yarar. Yasama bizde, yürütme bizde, yargı bizde, her şey bizde" dedi.
https://onedio.com/haber/akp-li-vekil-yasama-bizde-yurutme-bizde-yargi-bizde-her-sey-bizde--702852#

[4] Hurifilik Hurufuya, Esterabad Fazlallah tarafından 800- 1398 yılında Horasan’ın Esterabad kasabasında kurulmuş, Haşhaşiler de denilen bir sapkın tarikat,
[5] 1- Asılacak Adam Aziz Nesin SF. 17–18) 2-Büyük Türk Klasikleri Cilt:2 Ötügen Söğüt Sf: 380 3-İslam Ansiklopedisi Cilt:5 Sf: 599

Yorum Gönder

[blogger][facebook][disqus]

Kemalın Askeri

İletişim Formu

Ad

E-posta *

Mesaj *

Javascript DisablePlease Enable Javascript To See All Widget