1950’lerden sonra Batı yanlısı hükümetlerin ve özellikle AKP iktidarının uyguladığı hatalı ekonomik ve politik programlar nedeniyle sevgili yurdumuz şu günlerde büyük bir kriz yaşamaktadır. Dış ve iç borçlar ikiye katlanmış, kapitülasyonlar döneminde olduğu gibi tüm stratejik kurumlar ve piyasa yabancıların eline geçmiştir. Ekonominin ve siyasetin dümeninde bugün emperyalist devletler vardır.
Günümüzde “özelleştirme, devleti küçültme” adı altında satılmayan kamu mülkiyeti kalmamıştır. Üretim durmuştur. Ulusal gelir yerinde saymaktadır. Büyüme gerilemiştir. Sanayi kuruluşları birbiri ardı sıra kapanmakta, işsizler ordusu her geçen gün biraz daha artmaktadır.
Bu olumsuz sosyo-ekonomik koşullar içersisinde halk, açlık-yoksulluk sınırının altında yaşam savaşı verirken, bir mutlu azınlık her çeşit ahlak kuralını paspas gibi çiğneyerek, en kısa yoldan zenginleşme çabalarını en yüksek düzeyine vardırmıştır. Köşe dönme düşüncesi topluma bir bulaşıcı hastalık gibi yayılmakta; bencillik, sevgisizlik, çıkarcılık, yozlaşma giderek insanlarımızı teslim almaktadır.
İşte ülkemizin genel görüntüsü, genel durumu kısaca budur…
Peki, bütün bu olumsuzlukların, kötü yaşam koşullarının üstesinden nasıl gelinecektir? Yoksulluk nasıl alt edilecektir? Aydınlığa, esenliğe çıkılabilecek midir? Daha açık bir anlatımla, Türkiye içine düştüğü bugünkü kriz bataklığından AKP iktidarı ile kurtulabilir mi? Bu mümkün müdür?
Elbette mümkün değildir. Eski bir anlatımla “Bu, eşyanın tabiatına aykırıdır.” Çünkü tüm sorunların kaynağı, çıkış noktası AKP’dir. Tüm sıkıntıların altında onun emperyalizm yanlısı politikası; akıl, bilim, hukuk dışı uygulamaları yatmaktadır. İktidar olduğu dönem içerisinde Türkiye’yi yangın yerine çeviren de kendisidir.
Öyleyse, bütün bu sorunlar yumağı karşısında ne yapmalı? Nasıl hareket etmeli? Çözüm nedir? “Bu böyle gelmiş, böyle gider” diyerek bir kenara çekilip, olaylara seyirci mi kalmalı? Ya da Vahdettin’ler, Damat Ferit’ler, Ali Kemal’ler gibi emperyalistlerin emrine girip, onlara uşaklık mı etmeli? Yoksa yeni kurtuluş yolları mı aramalıdır? Yani nasıl bir yol izlemeli ki Türkiye bugünkü krizden ve gelecekte yaşanılacak krizlerden kurtulabilsin?
Bunun tek yanıtı vardır: Türkiye krizlerden ancak Atatürk’le kurtulabilir. Ama Bunun için Atatürk gibi düşünmek yetmez, her şeyden önce Atatürk olmak gerekir. Samsun’a yeniden çıkmak, uzun ince yollarda, gündüz gece yürümek ve onun gibi emperyalizmle cephe cepheye gelmek gerekir.
Bu açıdan 10 Kasımlar bir ağlama, yas tutma gününden çok ışık olmalıdır, çözüm olmalıdır. Türkiye’nin kurtuluşuna yol göstermelidir.
Ortaçağ karanlığını yenmenin ilk koşulu, bağımsızlık ekseninde tüm yurtseverlerin birleşerek, sömürgecilere karşı savaşım vermesidir. Çünkü bağımsızlık olmadan ne demokrasi, ne laiklik ne de ulusal sanayi olabilir.
Krizden çıkmanın ikinci koşulu ise, Batı aldatmacası “liberal yöntemle kalkınma” masalını gündemden kaldırarak, “Kemalist ekonomi”ye yeniden dönmektir. Kemalist Ekonomi demek devletçilik demektir, karma ekonomi demektir. Ancak bu yolla, yani kâr oranı gözetilmeksizin, tüm yatırımlar, devlet eliyle bölgeler arasında dengeli bir biçimde dağıtılır. Ancak bu yolla eğitim, holdinglerin, tekkelerin-tarikatların, vakıfların egemenliğinden kurtarılıp “fikri hür, vicdanı hür, irfanı hür” gençler yetiştiren gerçek kurumlar haline gelir. Ancak bu yolla Tevhid-i Tedrisat, yani Öğretim Birliği yeniden sağlanır. “
Krizden kurtulmanın üçüncü koşulu ise, Atatürk’ün izlediği dış politikayı örnek alarak, mazlum ülkelerle birlikte hareket etmektir. Temel ilke, Batı güdümlü devletlerarası ilişkilerden kurtulup, uluslar arası sermayenin saltanatına son vermek olmalıdır.
10 Kasımlar bu açıdan bir kan tazeleme, kılavuz olmalıdır.
Ekonomi ve siyaset, işte o zaman gülümseyen, insancıl yüzünü halkımıza gösterecektir.
Ali Eralp
Yorum Gönder