Ağa dedik mi, aklımıza ağanın zulmü gelir, ağanın yoksulları sömürmesi gelir, ağalık düzeni üstüne yazılmış nice kitaplar, öyküler gelir. İşte biz de bir rastlantı sonucu öğrendiğimiz bir ağa öyküsünü anlatmak istiyoruz.
Küçüklüğümde, ne ki 20-30 yıl önce bile, bizim yörede bazı kişiler, sohbetlerinde karşıdakine, biraz iltifat etmek, biraz da yaranmak için “ağanın oğlu” diye söylemle anlatmak istediklerini anlatırlardı.
Ancak, unutmamak ve de konuya ayrı bir renk katmak için ben de ağa ile ilgili bir anımı anlatarak konuya başlamak istiyorum.
Doğuda bir ağa köyünde öğretmendim. Yeni mezun oldum, ağanın köyüne atandım. Başımda kavak yelleri, çocukları yetiştirmek heyecanı ile uçuyorum adeta. Ama okulum çok bakımsız, bin bir çeşit sorun var. Köyün hem ağası hem de muhtarı olduğu için ağanın evinde misafirim ilk günlerde. Okulun çok çeşitli sorunları karşısında moralimin bozulduğunu gören ağa, bana dedi ki, “gardaşım muallim bey, sen gaç gayme maaş alıyon düvletten?”
Ben, 300 lira alıyorum, dedim. Ağa, bunun üzerine bana demişti ki:
“-Gardaşım bu okulun derdi çok, sen bunlarla uğraşma, ben sana ayda 450 gayme veriyim, benim davarı güt”.
Ben, nasıl olur, bir öğretmene bunu nasıl diyorsun, neden bu teklifi yapıyorsun, dediğim zaman ağa, çok bilmiş bir eda ile “gardaşım sen okumuş adamsın, davarı iyi güdersin, iyi bakarsın; böylece sen de yararlanırsın, ben de yararlanırım, bak sana devletin verdiğinden daha fazla para vereceğim” diyordu. Cahil ağa, beni de sömürmek istiyordu zaar. Neyse bunu böylece noktaladıktan sonra, biz asıl anlatmak istediğimiz “Ağanın Oğlu” öyküsüne.
2 Aralık Salı 2014 günü, Batıkent-Kızılay Metrosuna, Kızılay’a gitmek üzere Ostim istasyonunda bindim. Hemen yanımda 65 yaş üstü olduğunu öğrendiğim bir emekli bey oturuyordu. Ben de yanımdaki ile konuşmak için bir bahane bulur onunla konuşarak gider gelirim metroda.
Onun metro turnikelerinden geçerken kartını okuyucuya takınca, kart okuyucu “65 yaş” diye okuduğunu duyduğum için, otururken ona, “galiba 65 yaş üstüsün, özel halk otobüslerinden ücretsiz yararlanıyor musun” diye sordum.
Yanımdaki, “hayır onlar paralı, ücretsiz olduğunu bilmiyorum” dedi.
Oysa Nisan 2014 de yürürlüğe giren yasa ve yönetmelik hükmüne göre, 65 yaş üstü vatandaşların da ücretsiz olması gerektiğini ona anlattım. Teşekkür ederek, bunu bilmediğini söyledi.
Onu ikna ettikten sonra, o bana, diye sorunca, öğretmen emeklisi olduğumu söyledim. Bu kez o da, “ben de öğretmen olarak mezun oldum, 5-6 bile çalışmadan ayrıldım”, dedi ve aşağıdaki “Ağanın Oğlu” öyküsünü anlattı.
“Ben aslen Ürgüp’lüyüm, ismim Mustafa Özsoy, tam olarak hatırlayamıyorum, 70 li yıllarında Ankara Gazi Eğiitim Enstitiüsün Türkçe-Edebiyat bölümünden mezun olup, Adıyaman Gölbaşı Lisesine edebiyat öğretmeni olarak atandım. Okulda öğrenci olan ağanın oğlu yüzünden istifa edip ayrıldım, PTT-Telekom Aydınlıkevler eğitim tesislerinde memur olarak girdim, öğretmenliğe böyle bir tatsızlık yüzünden veda etmiştim”.
“Ağanın oğlu” yüzünden demesi benim ilgimi çektiği için hele bir ayrıntıyı anlatır mısın lütfen, ilgimi çekti diye ondan rica edince “Ağanın Oğlu’nu anlatmağa başladı.
“1970 li yılların birinde, şimdi tam olarak hatırlayamıyorum, Ankara Gazi Eğiitim Enstitiüsün Türkçe-Edebiyat bölümünden mezun olup, Adıyaman Gölbaşı Lisesine edebiyat öğretmeni olarak atandım. Müdür, öğretmenler hoş beşten sonra ve derslere başlamadan önce, başta okul müdürü ve öğretmen, sınıfın birinde, bir ağanın oğlu olduğunu, bu öğrencinin de, ağa babasından kaynaklanan şımarık, bazen küstah tavırlara girdiğini, buna karşı daha dikkatli olmam gerektiğini söylediler.
Okul Müdürü bana şöyle diyordu: “Hocam siz gerek öğretmenlikte, gerek çevrede yenisiniz, okulumuzda şöyle şaşıracağınız bir durum var. Bu ağa, okulumuzun bütün ihtiyaçlarını karşılıyor, bakanlık yeteri kadar ödenek göndermediği için maddi sorunlar içinde kıvranıyoruz. Fakat bahse konu olan bu ağa, okulumuzun bütün ihtiyaçlarını karşılıyor, ne istesek, para, eşya hemen ağa hallediyor. Ne garip ki ağaya mahkûm olmuş ilçedeki lise, bu yardım ve çıkar ilişkisinden.
Bu durumu öğrenciler de bildikleri için, Ağanın Oğlu’na karşı dikkatli olmağa çalışıyorlar. Buna karşın gün oluyor Ağanın Oğlu, ya bir arkadaşının ayağına basıyor, ya kızların saçını çekiyor, ya da okulun bahçesinde gizli köşelerinde sigara içiyor. Öğrenciler zaman zaman Ağanın Oğlunu öğretmenlere ve idareye şikâyet ediyorlarsa da, öğretmenler ve idareciler, “kim bilir siz ne yaptınız da o bunu yaptı” biçiminde Ağanın Oğlunu savunan, vurdumduymaz tavır ve hareketlerde bulunuyorlardı. Kızlar öğretmenlere, “öğretmenim Ağanın Oğlu bize terbiyesiz, ayıp şeylerde bulunuyordu.
Ağanın Oğlu, dışarıda böyle iken, derslerde gerek arkadaşlarına, gerekse öğretmenlerine karşı saygısız, laubali hareketlerde bulunuyor, öğretmenlerin sözünü kesiyor, gerekli gereksiz itirazlarda bulunuyordu.
Bu böylece öğrenciler, öğretmenler Ağanın Oğlundan bizar olmaya başladığımız günlerin birinde, ben sınıfa girerken canımı çok sıkan bir olaya tanık oldum. Ziraat Bankası’nda çalışan bir memurun güzel ve terbiyeli bir kızı vardı sınıfımızda; Ağanın Oğlu işte kızın eteğinin altına elini sokarak parmağını kızın paçasının arasına dürtüyor.Ben sınıfa girmek üzere kapıya doğru yaklaştığımda kapının önünde o bankacının kızı öğrencimizi ağlar vaziyette gördüm. Ne oldu kızım, diye sorduğumda, kız, “öğretmenim Ağanın oğlu bana, parmak attı” dedi.
Ben neye uğradığımı şaşırdım, iş böylece ahlaksızlık düzeyine çıkmıştı. Kızla birlikte sınıfa girdik. Kız yerine oturdu, ağanın oğluna baktım bacak bacak üstünde laubali bir tavır takınmış bakıp duruyor. Derste, bazı arkadaşlarınız arkadaşlarınıza karşı saygısız, terbiyesiz tavır içindelermiş. Terbiye, ahlak üzerine biraz konuştum, ders mi yaptım, dersi öğütlü, nasihatli mi geçirdim, sinirimden anlayamadım.
Zil çaldı, baktım Ağanın Oğlu herkesten önce kaçmağa çalışıyor, kolundan tutup sen biraz bekle, dedim. Herkes çıktı, ben ceketimi çıkarıp Ağanın Oğluna giriştim tekme tokat, ulan eşşekoğlu eşek öyle parmak atılmaz, böyle atılır diyormuşum. Ağanın Oğlunun ağzının burnunun kanı birbirine karıştı. Sonra müdür ve bazı öğretmenler geldiler, Ağanın Oğlunu elimden aldılar. Ağanın Oğlu küfür ederek okuldan gitti.
Müdür, “yav sen ne yaptın, ben sana ne tembih ettim, tam cinin ocağına bastık. Ağa şimdi başlar zılgıta. Nitekim çok sürmedi, ağa ve birtakım avanesi, “benim oğlumu kim dövermiş, ben adamı” şöyle yaparım böyle yaparım, diyerek tehditler savuruyor. Daha sonra polisler geldi.
Öğretmenliğe başladığım süre beş ay filan olmuştu olmamıştı. Annem Ankara’dan telefon ediyor, halımı hatırımı soruyor, ben pek hoşlanmadığımı, bazı sıkıntılar olduğunu telefonda anlatıyordum. Annem de tedirgin olmaya başlamıştı.
Biz Aydınlıkevler’de oturuyorduk. Aydınlıkevler Telekom müdürü bizim komşumuzdu. Annem ona yalvarıyormuş, “oğlumu buraya Telekoma almasını” rica ediyormuş. Nihayet oraya, yani Aydınlıkevler Telekom Eğitim birimine memur alınacağını söyleyince, Annam bana telefonla Telekom’a memur alınacağını gelip sınava girmem gerektiğini söyledi.
Ağanın tehditleri, müfettişlerin, polislerin ifadeleri, okuldaki tedirginlik beni iyice sarsmıştı. Güvenliğim için başka ilçeye tayinimi önermişler. Ben de Ağanın Oğlu olayı üzerine bastım istifayı, Ankara’ya gelip Telekom sınavlarına girdim. Zaten yüksek okul çıkışlı da olduğum için sınavda başarılı oldum, Telekom’a girdim. Oradan 30 yıl kadar çalıştıktan sonra da emekli oldum.
Metro Ulus durağına geldiğimizde, beş aylık öğretmen, Ağanın Oğlu’nu döven, bu emekli, “aman Ulus’ta inecektim” diyerek kapı kapanmadan kendini dışarı attı. Ben de emekli bir öğretmen olarak bu öyküye şaştım kaldım. Acep yine oralarda o ağalardan ve ağaların o tür oğullarından var mıdır ki, diye söylendim.
Cevat Kulaksız Serbest gazeteci
ckulaksizster@gmail.com
Yorum Gönder