İzmir’de Doktor Oğlum Celil Cüneyt’i ziyaret etmek amacı ile eşim, öteki oğlum Ümit ve köpeğim Badi ile 20 Mayıs 2015 da İzmir’e gittik ve üç gün kaldık. Bu az zamanda İzmir’deki müzeleri de gezmek istedim. Şimdilik sadece Kadifekale’deki Şehitlik anılarımı yazdım.
21 Mayıs günü, Varyant’da eski tarihi bir binada bulunan arkeoloji müzesini gezdikten sonra, 22 Mayıs günü de Agorayı gördüm. Bölgede bir görevlinin “yerden adeta tarih fışkırıyor” ifadesi ile halen kazıların devam ettiği Agora ve öteki antik yerlerdeki buluntulara hayran kaldım. Akşamüstü de Kadifekale’deki şehitliği ziyaret ettim. Otobüsle dolanı dolanı Kadifekale’ye çıktığm zaman saat 18 civarında idi, oysa şehitliğin ziyaret saatleri 17 ye kadarmış. Ana giriş kapısından girişler 17 den sonra kapatıldığı için, arka tarafı dolaşarak bir boşluktan erler ve küçük rütbelilerin şehit yattığı bölgeye geçtim. Yasak olan bölgede çeşitli zamanlarda şehit olan binbaşı, albay, general gibi üst rütbelilerin yattığını öğrendim. Kendi kendime, bu dünyada ayırımcılık yanında mezarda, şehitlikte bile ayırımcılık yapıldığı hükmüne vararak, acaba ahrette de böyle ayırım, torpil var mı ki, diye düşündüm. Bu noktada, bir zamanlar 1950 li yıllarda, elinde akordun ile gazinolarda mizahi şarkılar söyleyen rahmetli Celal Şahin geldi. O akordeonla söylediği bir mizahi şarksında şu nakarat sözler aklımda kalmıştı: “Cennete giremem deme girersin adamını bul”.
Küçük rütbelilerin, erlerin şehit mezarlarına doğru yaklaştığım zaman, sıra sıra dizilmiş er, astsubay, teğmen, yüzbaşı gibi her şehit mezarın başında bir Türk Bayrağı vardı, mezarlar çiçeklerle donanmış, dallarda çeşit çeşit kuşların hazin seslerini duyuyordum. İzmir’in bu tepesinde rüzgâr mı yoktu, bayraklar mı öyle idi, bayrakların hepsi mahzun ve boynu eğrilmiş, kıpırdamıyordu. Ama çiçekler içinde, hepsinin başında bayrak duruyor, sıra sıra kahramanlar ebedi uykularında yatıyorlardı. Ağaçların tepesinde çeşit çeşit yüzlerce kuşların ötüşleri bana pek hazin geldi. Gözlerim dolmaya başladı.
Hemen girişte, mermerden yeni yapıldığı belli olan bir mezar vardı, mezarın yanında bir adam elindeki bezle mezarın etrafını dolana dolana mermer taşlarını siliyordu. Mezarlıkta o adam ve benden başka hiç kimse yoktu. Selam verdim yanından geçip öteki mezarlara doğru yaklaştım birkaç kare resim çektim. Mezarların baş taşlarında doğum ve ölüm tarihleri yanında şehit olanların birçoğunun resimlerli de taşlara yapıştırılmıştı. Kimisinin mezar taşında, şehit olmadan önce anne- babasına, sevdiklerine sevgi belirten anlamlı cümleler mermere oyulmuş duruyordu.
Zaman daralıyor, akşam oluyor, ben bu dar zamanda daha çok yer görmek, daha fazla bilgi almak telaşı içinde idim.
şehit olanların yattığı şehit mezarlarını, bu düşünce ve duygularla acele ederek ancak üç mezardaki şehit olan askerimizin duygu ve düşüncelerini yansıtan yazıları tespit edebildim. Çünkü bir an önce, ilk başta gördüğüm şehidin babası ile görüşmek istiyordum.
Şehit mezarını gezerken gördüm ki, şehit askerlerimiz, sağlığında yazdığı mektup ve notlarda hep annelerine sesleniyor, “ağlama anne” diyerek annelerine teselli veriyorlarmış. İşte bir tanesi mezar taşına yazılış biçimiyle:
“Akılma düştün,
Bir garip seher.
Işık karanlığı,
Bağırmıyor anne
Derdimin sebebi
Başka bu sefer.
Özlediğim güneş
Doğmuyor anne”.
Mithat isminde başka şehit mezar taşında, yazılış biçimi ile şunları yazılı idi:
“KENDİM UZAK HAYALİM YAKIN.
KABRİME GELİNCE AĞLAMAYIN SAKIN
BU BİR HATIRADIR DİLEDİKÇE BAKIN”. MİTHAT
Başka bir şehit mezar taşında şunlar yazıyordu:
ŞEHİT HARUN BAĞLUM RUHUNA FATİHA
31.10.1973--25.07.1994 yani Harun 21 yaşında hayatının baharında şehit düşmüştü kara toprağa ve Harun şöyle not düşmüş sağlığında:
“ŞIRNAK CUDİ DAĞLARINI DUMAN BÜRÜMÜŞ
SAAT ON DA DAĞA KOMANDO YÜRÜMÜŞ
SÜRÜNE SÜRÜNE DİZLERİ YORULMUŞ
AĞLAMA ANAM DÖNERİM BİRGÜN”.
Ben bunları mezar taşlarından derlerken, aklım baş tarafta, şehit oğlunun mermer mezar taşını zaman zaman silen şehit babasında idi. İlerdeki pek çok mezar taşlarında kim bilir daha nice destansı dizeler vardı, ama benim vaktim yoktu. Akşamın dar vaktinde ancak bu mezar taşlarını görmüştüm, kimbilir öteki mezar taşlarında daha neler yazıyordu.
Geri dönüp, şehit oğlunun mermer mezar taşını zaman zaman silmekte olan isminin Mehmet Kaya ve Mardin’li olduğunu öğrendiğim gözü yaşlı babanın yanına geldim.
14 çocuk babası Mardin’in Ömerli ilçesinden Mehmet Kaya, oğlu Taner Kaya’nın beş altı ay kadar önce Hatay Yayladağı’nda vuku bulan bir çatışmada şehit düştüğünü söylüyordu. Ama ben bu anlatılanlara dayanamıyor, gözyaşlarımı tutamıyordum. Ben ağlıyorum, karşımda şehit babası Mehmet kaya ağlıyordu.
Onunla benim resmimizi çekecek bir adam bulamadım, akşamüstü idi ve şehitlikte sadece ikimiz vardık. Ben onun resmini çektimse de, onunla birlikte resim çekilmek istiyordum. Bir elime cep telefonumu bir elime ses alma cihazımı aldım, ikimizin resmini, oğlunun mezarı başında çekmeğe çalıştım, kendi kendime selfe çektim. Ben anlatılanlar ve şehitlikteki bayraklar altında yatan pek çok şehidin hazin görünüşü karşısında gözyaşlarımı tutamıyordum. Şehit Babası Mehmet Kaya, kendi acısı yetmezmiş gibi, “seni de üzdük kusura kalma” diyerek beni teselli ediyor, engin sevgi ve gönül yüceliğinin erdemli halini yansıtıyordu.
DEDEYLE TORUN DA ŞEHİT
Mehmet Kaya, oğlunun şehit olması üzerine dayısının bunun üstüne söylediği türküyü-ağıdı bana telefonundan dinletiyorken ben de ses alma cihazımı ona yaklaştırıp onun sesini alıyordum. Acılı bu şehit babasından öğrendiğime göre, şehit Taner’in dedesi yani Mehmet Kaya’nın babası da terör çatışmasında ölmüş. Yani dede de, torun da Güneydoğu’daki PKK teröründe şehit olmuşlardı.
Mehmet Kaya konuşmamız sırasında, benim elimi eline alarak dizkapağından aşağılara doğru bastırarak sürdürdü. Diz kapağının altındaki kemik dişli dişili, pürtüklü idi. Meğer o da 1998 de köy korucusu iken çatışmada yaralanmış üç yıl tedavi görmüş, böylece dede torun şehit olurken kendisi de yaralanıp aylarca tedavi görmüş. Şimdilerde oğlunun şehit, kendinin gazilik oluşları nedeni ile hukuki durumu aylardır takip ediyor, davaları sürüyormuş.
BABA GAZİ, OĞUL ŞEHİT
İşte 14 çocuğundan birini şehit veren, 13 çocuğu ile Kadifekale’deki gecekondularında yaşam mücadelesi veren şehit babası terör gazisi Mehmet Kaya ile bu konuları konuştuk. Kendisi bana şunları anlattı. (konuşurken hemen ses alma cihazını almak aklıma geldi, söz arasında sesi almağa başladım)
“Bu şehitlik, gazilik olaylarının mahkemeye verdim, Ankara 12. İdare mahkemesi bana hak verdi. 30 gün içerisinde Emekli sandığına temize gönderdi, yani o parayı vermek istemiyor bana. Ben köy korucusu olarak dokuz yıl çalıştım, sonra yaralandım, yapamadım bıraktım. Bana gazi olarak maaş bağladılar, üç sene maaş aldım. Rapor istediler, gine çıkardım, bu yalan değil, benim vücudumun hepsi böyle. (Mehmet Kaya elimden tutup diz kapağının altına elimi sürdürdü, gördüm ki kemikler yamru yumru olarak elime değiyordu). “Benim kaburgalarım kırık; (yine elimi tutup kırık kaburgaları üzerinden elini gezdirdi) “Bak nefesim buradan çıkıyor. Üç sene maaş aldıktan sonra, maaşımı kestiler, “sen iyileştin artık” dediler, ne yapalım devletimiz bu. Ondan sonra mahkemeye verdim kazandım. Emekli sandığı yine temize gönderdi. İki yıldır böyle hala yargıtaydan gelmedi.
Sonunda oğlumu da şehit verdim, beş altı ay önce şehit oldu. Emekli sandığı ıslak imzalı tutanakları istedi. Oğlum birinci derecede, sınırda şehit oldu. Şehit oğlumun mahkemesi hala devam etmektedir. Bilgi topluyorlar, arkadaşlarının ifadelerini alıyorlar. Ben yüzde 84 iş göremez raporu almışım Ege Üniversitesinden. Bir taraftan kendi davamla, bir taraftan şehit oğlumun davası ile savaşıyorum. Üstelik 13 çocuğumun hepsi de işsiz, geçenlerde vali falan ziyarete geldi, kendilerine dedim, beni teselliye geliyorsunuz, yarın beni de unutursunuz, ondan sonra kapınıza geleceğim beni kovarsınız; hakkımızı üç sene beş sene oldu alamıyorum”.
Pazartesi iki tane avukat tuttum, çocuğun hakkını sonuna kadar arayacağım”.
Olay Hatay Yayladağı’nda oldu, gittim olayı bana savcı anlattı, kendi eliyle rapor tuttu. Oradaki bütün askerlerin ifadesini aldı, inceledi, tutanak tuttu, bütün olayı dosyalayıp Adana’daki askerlik mahkemesine verdi. Daha otopsi çıkmamış, bana öyle cevap geliyor, bakalım ne olacak.
Mardin’den 1996 da geldim buraya, iki buçuk liraya bu evi aldım. Dedik 13-15 çocuğumuz var, onlar bari işsiz güçsüz, okulsuz kalmasın, benim gibi cahil kalmasınlar diye burada okutmağa çalıştım. Maalesef şimdi okuyan da bir şeye yaramıyor, okumayan da bir şeye yaramıyor. Öyle acılar çektim ki, başka biri benim yerimde olsa intihar eder. Ben ölmüşüm, Allah bana o şehitliği nasip etmedi.
BENİM AİLEMDE DÖTRT BEŞ TANE ŞEHİT VERDİK. BABASI DA OĞLU DA ŞEHİT
“Bu terör yüzünden babam, amcamoğlu ve amcam. Babam Behram Kaya kurşunla şehit oldu. (Bu arada o ağlıyor, ben gözyaşlarımı tutamıyorum). 13 Çocuğumdan dört tanesi evli, birisi yine Güneydoğu’da köy koruculuğuna devam etmekte, büyük çocuk terörle mücadelede korucu olarak çalışıyor.
Evimiz buraya yakın, anası ile hemen hemen her gün geliyoruz, biraz önce o eve gitti. (Zaman geçmekte olduğu için kısa ve kesik kesik konuşuyoruz, bilgi almağa çalışıyorum). Dün akşama kadar buradaydım, çevresini yaptırdım, beton döktürdüm, mezarın çevresine betondan bir çerçeve yaptım, dağılmasın diye. Yarın da bir güzel korkuluk yapacağım, bu dünya evi olmadı hiç olmazsa bu mezarı oldu. Şükür Allaha, Allah böyle yazdı böyle oldu. Ben yetiştirdim devlete teslim ettim, devletin çocuğu benim değil ki.
Ben, yakın zamanlarda bu hukuki işler bitse de maddi bir destek olsa sana deyince şehit babası Mehmet Kaya şöyle devam ettei:
“Ne verecek, vereceği 400-500, bunların hakları bunlarla ödenir mi, dünya malı benim olsa ne olur, olmasa ne olur”.
Ben, Allah sabır versin, bu dünya böyle, ölüm er geç hepimize şöyle böyle geldi gelecek, artık kalanlar için yaşamak gerekir, Allah rahmet eylesin, elimizden başka bir şey gelmiyor Mehmet Bey, yaşamak da, ölüm de Allahın emri, öbür çocuklarının canı sağ olsun derken gözyaşlarımı tutamıyordum. O adeta beni teselli ediyor ve şöyle diyordu:
“Kusura bakma seni de üzdüm”, diyordu. “Ara sıra geliyorum, dua, hatim her şeyimi yapıyorum; bazen böyle bir türküm var onu söylüyorum. Oğlum için klip yapıldı, dayısı çıkardı, türkü besteledi”. Şehit oğlunun mezar taşı başından bunları konuşurken, baba Mehmet Kaya cep telefonunu çıkardı, oğlu için söylenen türküyü dinletti, “işte türkü oğlum da dinlesin”, dedi, dayısı yanık bir sesle türkü söylüyordu.
“Türkülerde tekde yüreğim hasta
Hekimler çaresiz ilaçlar yasta
Mızraplar çalmıyor telleri pasta
Türküler ağlıyor Anadolu’da.
Türküleri şehit verdik dağlara
Hüzün çökmüş ovalara bağlara
Haber salın gelip geçen sağlara
Türküler ağlıyor Anadolu’da.
Yüreğim yaralı gözlerim hasta
Ovalar bahçeler bir hayal oldu
Muhabbet günlerinin gülleri soldu
Türküler ağlıyor Anadolu’da.
Bu türkü ve olay karşısında öylesine üzüldüm, öylesine duygulandım ki, gözyaşlarıma bir türlü hakim olamıyordum. Mehmet Kaya, cebinde cüzdanında taşıdığı şehit oğlu Taner Kaya’nın küçüklüğünden başlayan asker resimlerini bana gösteriyordu. “Taner ikizdi kız kardeşi ile o gitti o kaldı.
Ben ayrılma saatimin geldiğini sezdirmek için, oğluna babasına rahmet dilerken, “sen erkek adamsın dayanırsın, ama ana yüreği yanar sen soğukluk ver, kadına bir felç mülç olur, eviyin direği, direği şeklinde sözlerim karşısında tevekkülle “şükür Allah’a” diyor, “şükürden başka bir şey yok” diyordu.
Şehit babası Mehmet Kaya, burada telefona kayıtlı olan bir türküyü yeniden açarak, “işte bu da dayısı” diyordu:
OĞUL
………………………….
Günlerim sensiz geçiyor
Hasret yüreğim biçiyor
Bahar geldi toprağına
Üstünde güller açıyor.
Eyvah bu halime benim
Topraklar başıma benim
Ben yatakta yatar iken
Yavrum topraklarda benim.
Kardeşlerim seni sorarlar
Sorarlar da gönlüm gönlüm
Bilmezler ki gelemezsin
Ne kış, ne yaz, ne bahar.
……………………………….
SENİ VURAN ELLER KIRILSIN OĞUL
Telefondan bu ağıtlar söylendikten ve ben mezarlıktan ayrılırken kaleye doğru yönlendim, benim de kafamda şu türkünün acılı mısraları dolanıp duruyordu:
Gömdüm oğul seni toprağa gömdüm
Kanlı yaşlarımla pınara döndüm
Tabutun üstünde dirildim öldüm
Seni vuran eller kırılsın oğul.
Doymadım sesine fidan boyuna
Doymadım sesine fidan boyuna
Gül gibi düştün toprağın koynuna
Seni asan eller kırılsın oğul.
Giden oğul hiç gelir mi yerine
Ah evladım yaram indi derine
Hele bakın zalimin eserine
Seni yakan eller kırılsın oğul.
Mustafa Atıcı
Evden ayrılırken oğlum Cüneyt, “baba oralar Kadifekale’nin gecekondu kısımları pek tekin değildir, dikkatli ol” diyordu. Polis karakolunun önünden kaleye doğru üzgün giderken, salaş küçük dükkânlarda karışık bir şeyler satılıyordu. Dükkânın birinde, bir masanın üzerine bir sığır gövdesi yatırmışlar üç dört kişi parçalıyorlardı. Bazı dükkânlardan sürekli Kürtçe ve Arapça konuşmalar yapılıyordu.
Kaleye çıkıp İzmir’e şöyle bir bakıp bir iki görüntü aldım. Yanımda yöremde gelen geçen insanlar kimi Kürtçe, kimi Arapça sürekli telefonla görüşüyorlardı. Gecekonduların arasından, sokaklardan kâh çok eski model, kâh pahalı model araçlar girip çıkıyorlardı, kendimi sanki Doğu bölgemizin küçük bir kasabasındayım sandım. Kale içine öylesine yüksek bir direğe kocaman bir bayrak asmışlar, bu bayrak şehrin her tarafından görünürmüş. Mermerden bir plaket önünde bayrak direğinin 40 m, bayrak ölçüsünün de 9x13.5 m olduğu yazıyordu. Kale içi ve kale çevresinde, Suriyeden geldiği belli olan aileler, çocukları ile dolanıp duruyorlardı.
Birkaç kez “sorun yok değil mi baba” diye Karşıyaka’daki evden telefon eden çocuklar, “haydi baba seni yemeğe bekliyoruz” diye son telefon ettiklerinde ben, Kadifekale’de durakta otobüs bekliyordum. Geç geleceğimi otobüs gelse bile ancak bir saatte gelebileceğimi söylüyordum.
Bu yazıyı yazdıktan sonra internetten tarayıp öğrendiğim zaman, gördüm ki, Mehmet Kaya’nın oğlu Taner Kaya, çatışmada değil, tüfeklerini doldur boşalt yaparlarken, arkadaş kurşunu ile öldürülmüş. Öyle de olsa asker ocağında kaza kurşunu ile öldüğü için şehitler sırasında yatmakta.
Cevat Kulaksız
ckulaksizster@gmail.com Tel: 05365238549
Yorum Gönder
çatışma sırasında vuruldu ama medyaya doldur boşalt diye aktarıldı.