- Ergenekon’un başsavcısı oldular. Ordunun
bağırsaklarını temizleyeceğiz dediler. Vatanı için çarpışan kahraman
komutanları PKK teröristlerinin gizli tanıklıklarıyla 5.5 yıl
hapishanelerde çürüttü, orduyu çökerttiler.
Sonra “yahu biz ne halt ettik” deyip, suçu tetikçi olarak kullandıkları cemaatçi savcılara attı, işin içinden sıyrıldılar.
- Oslo’da, Kürt oyları uğruna Güneydoğu’yu PKK’ya peşkeş çektiler. Valilere “PKK’ya dokunulmayacak” talimatı verdiler.
PKK Türkiye’yi silah deposu ve mayın tarlası haline getirip, ülkeyi
tekrar kana bulayınca, bu kez “siz niye operasyonlara izin vermediniz”
diye valileri suçladılar.
- Kendilerini eleştiren 300’den fazla gazeteciyi hapis istemiyle
mahkemeye verdiler. Gazeteleri bastırıp, yazarları ölesiye dövdürttüler.
Muhalif TV kanallarını kapattırıp, Türksat’tan çıkarttırdılar.
Ama yine de TV’lere çıkıp, basın özgürlüğünde AB ülkelerinden bile öndeyiz diyecek pişkinliği gösterdiler.
- Sünni terör örgütlerini silahlandırarak Şii yönetimleri devirip,
Ortadoğu’ya egemen olmayı düşlediler. Cuma namazını Şam’da Emevi
Camii’inde kılacağız dedi. Kilis’te IŞİD’e bizim camilerimizi tahsis
edip, namaz kıldırdılar.
Önlerini göremedi, Esed, Esed diye diye IŞİD’i dünyanın başına bela
etti, Türkiye’yi Ortadoğu’nun çirkef, virüslü batağına gömdüler.
Şimdi de “Suriye ateşine odun taşıyan herkes aynı ateşin içinde yanar” diyorlar. Böyle bir iktidarı tarih yazmıyor.
Hatay, Antep, Kilis gibi kentleri IŞİD karargahı, Güney sınırlarını ise
IŞİD’e katılan on binlerce terörist için yol geçen hanı yaptırdılar.
IŞİD’li komutanların tatilleri ve tedavilerini Türkiye’de yaptırdılar.
Türkiye’de IŞİD kafalı Allahu Ekber deyip, katliam yapan
“kindar-dindar”bir kitle ürettiler. Bunlar Konya’daki milli maçta Ankara
katliamında ölen Müslüman vatandaşlar için saygı duruşunu yuh çekerek
ıslıklarla protesto ettiler.
Bu kez Bahçeşehir stadında “militanlarını biletsiz olarak içeri soktular.”
Yunan Milli Marşı ve Paris katliamında ölenler için saygı duruşunu Allahu Ekber nidalarıyla ıslıklayıp, yuh çektirdiler.
Mitinglerde hırsız var diyenleri kameralardan tespit ettirip, anında
gözaltına aldıranlar “bu utanç verici” olayı göstermelik bir kınamayla,
geçiştirdiler.
Bunların hesabını nasıl verecek, dünyaya nasıl izah edeceklerdir. Onlara da mı kandırıldık diyecekler.
Türk halkının kimyasını bozdu, ülkenin imajını yerle bir ettiler. Dünya
basını Türkler için “bunlar ne biçim bir halk” diye manşetler attılar.
Artık dünya Atatürk’ün saygın, muteber Türkiye’sini, radikal İslam ve hırsızlıklar ülkesi olarak tanımlıyor.
* * *
Gül Cumhurbaşkanı iken Ankara’da yasal olarak büyük bir Cumhuriyet
mitingi düzenleniyor. Polis tüm yürüyüş güzergahını barikatlarla
kapatıyor. Biber gazlı, coplu bir arbedeyi önlemek için Gül valiyi
çağırıp, barikatları kaldırın emrini veriyor.
Bunun üzerine Başbakan Erdoğan, Cumhurbaşkanı Gül’e “bu senin işin değil, iki başlı yönetim olmaz” diye çıkışıyor.
Artık anayasa ve rejim bir kişinin kişisel çıkarlarına göre “yolsuzlukların örtbas edilmesi” istemine dayanarak şekilleniyor.
Obama’yla görüşmeye bile hiçbir sıfatları olmayan Binali Yıldırım ile
damat Berat Albayrak’la katılıyor. Davutoğlu eyvallah diyor.
TCK, anayasayı fiilen değiştirme ya da tağyir ve tebdil
(bozma-değiştirme) edenleri ağırlaştırılmış müebbete hükmediyor. Erdoğan
bunu pervazsızca yapıyor.
Ayrıca, başbakanın tüm yetkilerini de kullanıyor. Oysa anayasanın
105’inci maddesi, “Yürütmenin başı başbakandır, tüm karar ve icraatlarda
Meclis’e karşı Başbakan sorumludur”. Anayasaya göre Cumhurbaşkanı
hiçbir karar, söylem ve eyleminden sorumlu tutulmuyor.
Bu durumda Cumhurbaşkanı, Başbakanın yetki ve görevlerini kullandığında
bir suç oluşursa bu TBMM’ye karşı sorumlu olan Başbakana ait oluyor.
Yarın hesap sorulduğunda Cumhurbaşkanı sorumsuz olacak, okka altına
Başbakan atılacaktır.
İşte Türkiye devlet olma niteliklerini kaybetmiş böyle bir çarpık düzen içinde yönetiliyor.
Tüm ülkelerde bilgin, aydın, sanatçı, yazar, çizerler, demokrasi ve rejimin bekçisi, özgürlüklerin amansız savaşçısı olurlar.
Bizdeki elitlerin tepkisi sinek vızıltısını geçmiyor.
Türkiye sonu meçhul bir badireye sürükleniyor. Muhalefet partileri,
üniversiteler, sendikalar, barolar, gençlik ve esnaf örgütleri
demokratik haklarını sonuna kadar kullanıp, milyonlarca insan meydanlara
dökülüp, bu gidişe dur der, gök kubbeyi başlarına indirecek bir ruh ve
yüreklilik gösterirse o zaman bunları Hızır Aleyhisselam bile
kurtaramaz.
Atatürk, “gaflet ve dalalet içine düşmüş iktidarlara direnip, haklarını aramayan toplumlar bu mezalime müstahak olurlar” diyor.
Kemal Baytaş / SÖZCÜ
Yorum Gönder