14 Kasım 2015 Cumartesi günü, Ulusal Eğitim Derneği’nin destek ve yönetiminde, Prof. Dr. Gökhan Çapoğlu[i] tarafından “1 Kasım Seçimleri ve Türkiye’nin Geleceği ve Sonrası” konusunda konferans verildi. Dernek Başkanı Nazım Mutlu yönetiminde yapılan konuşmalarda, konu üzerinde bir saatlik konferanstan sonra, karşılıklı sorularla konunun aydınlanması ve değerlendirmesi yapıldı. Biz de çok uzun bir zaman harcayarak, bu konuşmanın dört duvar arasında kalmaması için okuyucularla da paylaşmak istedik. Umarız yararlı olur.
Prof. Dr. Gökhan Çapoğlu konuşmasında şunları söyledi:
“-Türkiye çok büyük bir kırılma noktası içerisinde, ilk defa iki seçimi arka arkaya yaptı. 7 Haziran ve 1 Kasım seçimleri. İlk önce 7 Haziranla 1 Kasımı karşılaştıralım, çünkü iki seçimin karşılaştırılması önemli amaç veriyor, gelecek açısından, geleceğe bakmak. Arada ne oldu, ne oldu, ondan sonra Türkiye’nin önündeki alternatifler neler olabilir? Şu anda muhalefet partileri içinde çok ciddi bir kaynaşma var. Ben ne kadar umutsuz olsam da o kaynaşmanın sonuç vermeyeceği konusunda. 7 Haziran seçimlerinde baktığımız zaman sonuçlara, katılım yüzde 83.2 idi, AKP yüzde 40.87 aldı, CHP yüzde 24.95 aldı, MHP 16.29 aldı, HDP yüzde 13.12 aldı. 7 haziran gecesi ortaya çıkan tablo, seçimin iki tane kazananı vardı. Birincisi 3 milyondan 6 milyona çıkaran HDP bu çok önemli, yüzde 13 e çıkardı. İkincisi ise AKP idi, bazen gazetelere bakıyorsunuz, internet sitelerine bakıyorsunuz, AKP nin büyük oy kaybı” diyor, Allah Allah yüzde 20 lere mi düştü diyorsunuz. Yüzde 43 den 41 e düşmüş AKP nin oy kaybı. AKP çok güçlü, yüzde 41, 1977 yılında Ecevit’in aldığı esame oy miktarı. 13 yıl iktidarda durmuşlar, ülkenin bütün sistemleri çökmüş, yargı sistemi çökmüş, ekonomisi çökmüş, dış politikası çökmüş, terör azmış, buna rağmen Türkiye bölünme noktasına gelmiş, yüzde 41 oy almış partiyle karşı karşıyayız. Biriler genel merkez önünde, başbakan sanki maddi sorunları attırıyor, öbürküsü ben kimseyle koalisyon kurmam diyor. O çok çok farklıydı, şimdi HDP yi açıklamak çok kolay. HDP bu seçim olayı adı altında Doğu ve Güneydoğu’yu açılım adı altında PKK ya teslim ettiler. Siz de orda olsaydınız, ben de Şırnak, Van, Hakkâri gibi illerde olsaydınız siz de HDP oy vermek zorunda kalacaktık, çünkü benim, ailemizin, çocuklarımızın geleceği mevzubahis, eğer sandıktan farklı bir şey çıksaydı, tamamen TC Devleti’nin yalnız izlediği zaafı bu çözüm sürecinde izlediği politikalardır.
İkinci hedefi, oy alması, denize düşen yılana sarılır misali, Tayyip Erdoğan’dan kurtulalım. Üçüncü
Biliyorsunuz 400 ile başladı sonra 330 indi, Anayasayı kamuoyuna sunacak rakama, sonradaki süreç içinde bakıyor ki iş elden gidiyor, sonra tek başına iktidar sözünü etmeye başladı. 258 milletvekili kalınca, 7 Haziran akşamı baktığınız zaman, HDP yi açıklayabiliyorsunuz, ama AKP yi açıklamak çok zordu, sistem çökmüş, AKP devletin bütün olanaklarını kullandılar, örtülü ödenekten tutun, Yüksek Seçim Kuruluna kadar, tüm olanaklarını kullandılar, iktidara geldiler. 7 Haziran akşamına geldiğimiz zaman, eğer siz muhalefet parti genel başkanlarıysanız, o zaman şunu düşünmeniz gerekir. Gidip parti önünde slogan attırmak yerine “Başbakan Kemal” falan gibi, sanki seçimlerden zaferle çıkmış gibi, garip bir psikoloji girmek yerine, sizin şunu, “yahu AKP den ülkeyi biz o yüzde 41 lik bloğu nasıl bölebiliriz” söylenilmesi gereken buydu, sonuçlar çok açıktı. Gece dokuz itibariyle tablo az çok ortaya çıkıyor. On da da gece 12 itibariyle kesin sonuca ulaşılıyor. Milletvekili sayısı, ertesi günü bir veya iki puan değişiyor, herhangi sonucu değiştirmeyecek sonuca varıyor, olması gereken buydu, neydi yapılması gereken?
Tayyip Erdoğan’ın ciddi bir şekilde koktuğu, 17/25 Aralık dosyaları var. Çünkü eğer dosyalara tekrar açılırsa, hepsi de dökülmeye başlayacak, bu da Tayyip Erdoğan’a dayanacak.
İkincisi, bu günkü-dünkü Paris saldırılarıyla ilgili bir olay, MİT tırları dosyası var. Bu konuda iki dosya var, birisi yolsuzluk, diyeceksiniz ki Cumhurbaşkanını etkilemez, ama öbürküsü, MİT tırları dosyası vatan hainiyle ilgili bir konu, yani Cumhurbaşkanlığına da dokunacak şekilde ele alınacak.
Şimdi biz neyi gördük o akşam, Devlet Bahçeli diye bir adam çıktı, gerçekten anlamak çok zor, “ben kimseyle iktidar olmam Kasım’ın 11 de seçim olacak” dedi, o akşam”, dedi, ondan sonra dedi. Ondan sonra Baykal diye bir arkadaş çıktı, Tayyip Erdoğan, “ben onla görüşeceğim” dedi. Bu sefer çağırmadı nedense, “yurt meselelerini görüşeceğim” dedi. Bu meclis başkanlığı süreci suya düştü. Çünkü oraya dirayetli bir meclis başkanı seçmek gerekirdi. Komisyonlar kurulsun, komisyonlar çalışmaya başlansın. Cumhurbaşkanı devreye girsin, şimdi tek adım buydu. Recep Tayyip Erdoğan Deniz Baykal’la ne görüştü, biz bilmiyoruz tabi. Deniz Baykal Meclis başkanlığına birdenbire aday oldu. Siyaseti çoktan bırakması gereken Deniz Baykal, birdenbire kendisini Meclis başkanlığına aday gördü. Ondan sonra gitti partinin Genel Başkanı Kılıçtaroğlu ile görüştü, “tamam bizim adayımız Deniz Baykal’dır” dedi. Şimdi, şimdi bunların hepsi hukuka ait, tüzüğe baktığımız zaman, gruplar gösteremiyor, milletvekilleri gösteriyor, Meclis başkanlığına, grupların böyle bir yetkisi yok.Deniz Baykal’ı Kemal Kılıçtaroğlu açıkladı, Ekmelettin İhsanoğlu’nu Devlet Bahçeli açıkladı. İsmet Yılmaz’ı da Ahmet Davutoğlu açıkladı.
İnanılmaz bir tablo var, Türkiye’de.
İsmet Yılmaz seçilince, yüzde 60 lık blok, uzlaşamayınca, bütün kartlar Tayyip Erdoğan’ın eline geçti. Ondan sonra da Tayyip Erdoğan’ın nasıl bir strateji izleyeceği çok açıktı. Türkiye’yi seçime götürmekti, şurda şunu gördü Tayyip Erdoğan, “bu açılım süreci bana dışarıdan dayatıldı, ben gereğini yaptım, ama bana Güney Doğu’dan, kaybettirdi. Ben bu süreç içinde işi tersine çevirmek durumundayım. MHP’den oy almak durumundayım” dedi; gerçekten o sürece başladı, ne gene burada bir şey yapmadı, MHP çok ilginç bir parti.
Size samimi olarak söyleyeyim ki, beş yaşındaki çocuğu bir saat oyalayamazsınız, çocuklarınız, torunlarınız varsa, deneyin, beş yaşındaki çocuğu bir saat oyalayamazsınız, AKP CHP yi, koskoca adamları 32 gün oyaladı. Oyalamakla kalmadı, Kemal Kılıçtaroğlu dedi ki, “ bu 32 gün süresinde bize hiç koalisyon teklifi ile gelmediler” dedi. Şimdi bu inanılmaz bir olay, siz 32 gün ne konuştunuz arkadaş. Adam açık açık söyledi, “anayasadaki seçim sürecini çalıştıracağım” dedi. Bu sürece uydu, bu çok ilginç bir şey.
Bir bölgede doktora yapıyorum, oldukça zor kaçamak alıyorsunuz, kaçamak yaparak rahatlıyorsunuz, iki kaçamağım vardı, kaçamak yaparken yemek yapmayı öğrendim, böyle değişik şeylerle uğraşmanız siz rahatlatıyor. Bir de sizi sinemaya gitmek de rahatlatıyor. 1983 de ölen bir sinemacıyla tanıştım, gittiğim filmlerde, Katoliklere karşı inanılmaz filmler yapıyor, İspanyol olmasına rağmen, İspanya’dan kovulmuş, Meksika’ya yerleşmiş falan filan ama, sürrealist akımın en güçlü temsilcisi. (Burada bir film anlatıyor) Onun gibi, onun filmlerinde o kadar şeyler var ki anlayamıyorsunuz, çok basit şeyler var, mesela şeyi anlayamıyorsunuz.
32 gün görüşüyor koskoca adamlar, koalisyon görüşmeleri yapıyorlar, sadece “detaylı görüştük” diyorlar, süreç bittikten sonra, genel başkanlar diyor ki, “bize teklif dahi etmediler” şimdi siz karışıyorsunuz, anlayamıyorsunuz, şaşırıp kalıyorsunuz, ben burada bir şeye katılıyorum, ne oldu acaba neye oturdunuz 32 gün boyunca.
Şimdi ona baktığınız zaman, Tayyip Erdoğan’ın stratejisi işledi. Tayyip’in Erdoğan gitti, Ağustos itibariyle, “ben, dedi, “45 gününüz doldu” dedi. “Ben” dedi, “Anayasanın 114. Maddesine göre, ben, seçimin yenilenmesine karar veriyorum”. Burada çok ilginç bir ülkede yaşıyorsunuz, seçim kanununa bakıyorsunuz, öyle bir durumda, 90 gün sonra ilk Pazar günü, Ağustos sonundan sonra 90 g
Ün saydığınız zaman 24 Kasım’a geliyor, ondan sonraki 9 Kasım’a geliyor, yani yasalar sizi bağlıyor, ama Tayyip Erdoğan “1 Kasım” dedi, Yüksek Seçim de "1 Kasım” dedi. Dediğim gibi kafanız karışıyor, Yüksek Seçim Kurulu’ndaki insanlar, sokaktaki insanlar “hadi gelin 12 topladık, hadi bu didil, bunlar Yargıtay üyeleri, Danıştay üyeleri, kanunlara uymuyorlar. Çok ilginç yapıda iş yapıyoruz.
İkincisi, Yüksek Seçim Kurulu seçim takvimini açıkladı, önseçim sürecini açıkladı, CHP bu sefer şeye başvurdu, “bu sefer ben önseçim yapmayacağım” dedi. Ama tüzüğünde var, yüzde 85 yerde önseçim yapması lazım. YSK ya başvurdu, şimdi, biliyorsunuz kurultayda değişir, parti meclisinin tüzüğü değiştirme yetkisi yok, YSK nun hiç yok, olsa olsa C.Başsavcılığı yetkilerle ilgili kurulu, ama onların da yetkisi yok, bir tanesinin yetkisi, var şeyi değiştirebilecek; CHP YSK una başvurdu, dedi ki, ben listelerimi vereceğim, olur mu” dedi. YSK lu da “olur”, dedi. Her halde, 1Kasımda seçim yaptım, sen sesini çıkarmadın, ben ses çıkaramayacağım, sen de ses çıkarma, istediğim gibi belirleyeyim”. Böyle bir hukuksuzluk yaşıyoruz, peki, bunlar olurken ne oldu, Tayyip Erdoğan ne yaptı? Tamam, biz küçümsüyoruz, ediyoruz, eleştiriyoruz ama Tayyip Erdoğan dedi ki “biz başarısı olduk” dedi. “Ben başarısız olduğum yerlerde değiştireceğim milletvekillerini”. Kongre yaptılar, 12 Eylüldeki kongreden sonra, çok ciddi bir şekilde adaylarını değiştirdiler.
Şimdi öbür tarafa bakalım ne oldu. Öbür tarafta ana muhalefet partisinde bu seçimlerden önce, Kemal Kılıçtaroğlu, dedi ki, yüzde 26 yı almazsak, ben gereğini yapacağım” dedi. Kemal Kılıçtaroğlu’nun bu ilk defa değildi, hatırlayacaksınız 2011 Haziran seçimlerinden önce, Bursa Olay TV ye verdiği canlı programında (her hangi bir muhabirin gazeteye yazdı da, “öyle demediydim” değil, kendi sesinden “yüzde kırk almazsak, ben gereğini yapacağım” , dedi. O zaman ben dedim ki, harika yav adam gibi adam geldi, siyasetin de bir geleneğe oturtacak adam, yüzde kırk iktidar demektir, iktidar kriter koydu, onu başarı olarak görüyor ve ayrılacak. Tınmadı bile.
O tınmadığını bir tarafa bırakıyorum, ama geçen seneki olay, gerçeküstü bir olay, Ekmelettin İhsanoğlu gibi, CHP ilkeleriyle yandan, uzaktan ilişkisi olmadığı gibi, tamamen karşısında olan bir adamı, örgüte hiç danışmadan, yani sizin karşınıza, Nazmi Bey’in karşısına bir konuşmacı olarak, eğitimcilere küfreden adamı buraya oturtması gibi, Nazmi Bey’i herhalde kovalarsınız, pencereden atarsınız. (Hemen önde Çapoğlu’na yakın oturan eski TRT yapımcılarından Nazmi Kal’ı sözgelimi şeklinde örnekliyor). Doğrusu bu değil mi yani, sen ne yaptın yav biz sana gün verdik, bir konuşmacı getireceğim, diye davet ettin, ismini de vermedin, surpriz yapacağım” dedin, “hepimiz, mutlu olacaksınız, tıpış tıpış geleceksiniz” dedi. Yani böyle bir lobi ile karşıkarşıyayız. O zaman ne oldu, seçim sonuçlarına baktığımız zaman CHP nin, yüzde 25 alması o kadar şey değil, CHP bunu kerhen alıyor. Benim, sizin oy verecek partimiz yok, alternatif olmadığı için, kerhen oy vermek zorunda kalıyoruz. Diyor ki, ben CHP ye oy vermek zorundayım, o civarlarda olması lazım, belki daha da fazladır, böyle bir durumla karşı karşıyayız.
Şimdi, 1 Kasım’a gelmeden önce şöyle bir şey olsaydı, Kemal Kılıçtaroğlu şunu deseydi, “yav arkadaşlar ben, (bu üçüncü defa oldu) Ekmelettin de çuvalladım, zaten utanç içerisindeyim, ben kusura bakmayın 7 Haziran sabahı saat dokuzda açıklamamı yapacağım, kimse beni burada tutamaz, insanlar bana güvendiler, ben ayrılacağım” deseydi CHP yüzde 35 e oynardı. CHP bugünkü sonuca oynamazdı, şeye baktınız zaman beş ayda 4,8 oy kazanmış AKP, MHP 1.8 milyon oy kaybetmiş, HDP 900 bin oy kaybetmiş, geçerli oylarla birlikte, sandığa yeni gelenlerle birlikte, 1.7 milyon oy çıkmış, çünkü yüzde 85,23 83.2 den yaklaşık 1.25 puan arttı, katılım oranı, yani çok farklı bir ortamla karşı karşıya kalabilirdik, kalamadık.
Burada temel nokta Tayyip Erdoğan Güney Doğu’da teröre karşı bir mücadele başlattı ve bunda da başarılı oldu. Yani güven açısından, çünkü baktı, insanlar şuna baktı, MHP li olanlar, HDP li olanlar dediler ki, “yüzde 60 oy verdik, bunlar bir araya gelemiyorlar, hiç olmazsa istikrar açısından biz buna oy verelim Tayyip Erdoğan’a oy verelim”. Pekiyi, çok ilginç bir oaranda ay artışı var, bakın Türkiye’nin en büyük katliamı oldu Suruç’ta 32 kişi öldü, Ankara’da 102 kişi öldü, bunun sorumlusu Tayyip Erdoğan. Başbakan Davutoğlu diyor ki, “Canlı bombayı eylem yapmadan tutuklayamayız” diyor, “Ankara patlaması bizim oylarımızı artırdı” diyor ve 4.8 milyon oy alıyor, bu gerçekten gerçeküstü bir olay. Anlamanız, yani sorunları anlamanız mümkün değil. Tayyip Erdoğan diyor ki, ”arkadaşlar” diyor, “bu çözüm sürecinde valilere talimat yaptık, operasyon yaptırmayın” dedik, “bunlar da silah yığmışlar”, diyor. Şimdi, hiçbir muhalefet genel başkanı, “yav kardeşim IŞİD’e Musul Başkonsolosluğu’nu bastıkları zaman, “öfkeli gençler” diyen Ahmet Davutoğlu’ydu, sizin yüzünüzden bu terör olayları arttı, sizin yüzünüzden bu gelişmeler oldu”, demedi. O oldu mu? Türkiye’nin şu anda en önemli sorunu, bakıyorsunuz, ekim ayında yayınlanan araştırmalara bakıyorsunuz, mesela Metropolde Türkiye’nin en önemli sorununu sorulduğunda yüz 42.2 si terör” demiş. Bunlar hep AKP ye yakın şeyler, yüzde 39.5 Şimdi teröre yeni bir soru, terörün yaratıcıları iktidarda. IŞİD’de ÖSO ye oy veren, destek veren, silah veren AKP iktidarı, Tayyip Erdoğan, Ahmet Davutoğlu’nun iktidarıdır. Bir patlama oluyor, burada istihbarat ve güvenlik zafiyeti olduğu çok çok açlık; bunlar bundan yarar sağlayarak tek başına iktidar oluyor, hiç birimizin beklemediği, benim endişem, tek başına iktidara gelebilirdi yüzde 43-44 alabilirdi, hiçbir şekilde yüzde 49 buçuk aklımın ucundan bile geçmezdi.
Şimdi, burada yanlış bir şey var, çünkü siyaset yapılmıyor. Siz siyaset yapmadığınız zaman, alternatif sunmadığınız zaman, bu gün CHP içerisinde adaylar var, hepsi Nazmi Bey’i seçme, ben Nazmi Bey’den daha iyiyim, arkadaş Nazmi Bey’den iyi oluşuna biz karar veremeyiz onlar verecek kararı. Ayrı politikalar izleyecekse, senin politikaların farklı ise, sen partinin nerde yaptığını söylemiyorsan, o zaman niye seni seçelim.
Salondan birileri, “bazı adaylar adaylar sunuyor, Kılıçtaroğlu’na benzedim demiyor” falan biçiminde bir şey söyleyince Gökhan Çapoğlu şöyle devam ettİ:
“- Mustafa Balbay diyor ki, ben adayım, KIlıçtaroğlu’na olağanüstü kurultaya onay vermeyeceğim”. Ümit Oran’ın falan onların düşüncesi, bizi genel başkan yardımcısı yap ta rahat edelim”. Mustafa Balbay’ın da dediği olay bu. Adaysan, çıkacaksın yerden yere vuracaksın; sizin bunu yaptığınız gibi, şimdi bunu okuyacağım, CHP nin 1 Kasım Seçimleri için bildirgesinin 205 sayfası, metropolde 160 kişi, 127 kişi, 170 kişi rakamlar değişiyor yüze yakın ağır yaralı var, kaça çıkacak 250 yaralı var.
Çıkacaksın, diyeceksin ki, okuyorum size, CHP bu şekilde girdi, okuyorum size bakın: “Suriye’de sürmekte olan savaşta taraf tutmayacağız, Suriye’nin geleceğine dış müdahale olmaksızın Suriye halkının karar verebileceği koşulların yaratılmasına yardımcı olacağız. Tersini okuyorum size şimdi, İran’da seçimler oluyor veya Suriye’de seçimler oluyor, onlar Türkiye’de ilgili şeyleri yazıyorlar, “Türkiye’de sürmekte olan savaşta taraf tutmayacağız, Türkiye’nin geleceğinde dış müdahaleler olmaksızın, Türkiye halkının karar v ermesine yönelik kararlana yardımcı olacağız” ne demek bu yav? Suriye’de adam ülkesinin bütünlüğü için savaş veriyor, bu gün çıkmış Tayyip Erdoğan diyor ki, dinlemişsinizdir,” “Hayır” efendim diyor, benim teröristim iyi, senin teröristin kötü öyle değil, yok öyle şey, peki. IŞİD’ bıraktık, bütün IŞİD’ın elinde silah, MİT tırları Uluslar arası ceza mahkemelerine kalmış, bırakalım onu.
Özgür Suriye Ordusu’nu (ÖSO) ele alalım, Özgür Suriye Ordusu senin için özgürlük savaşçısıysa, Esat için terörist; PKK senin için teröristse, diğerleri için Özgür Kürdistan Savaşçısı”. Buna kim karar veriyor, çıkacaksın TV na, okuyacaksınız bir CHP li arkadaş okudu ben okumadım” dedi. Benim sen bana rehberlik yapıyorsun, diyeceğim ikilik yapıyorsun, neye okudun sen bunu, Gürsel Tekin sen neyi savunacaksın, sen niye sormayacak sın, ben bunu söylersem beni partiden ihraç ederler, ben bunun tersini söylüyorum, dedikleri o, burada siyaset var mı? Sşaset yok burada, neden şu mesaj verilmeye çalışılıyor, “Ey Amerika sen AKP yi Tayyip Erdoğan’ı koyarsan bu adam yine aynı söyler, onun sözü her zaman sizin sözlerinize uymuyor, ayrı giden bir adam biz uyacak, kalitede kalibrede insanlarız”, dedikleri olay bu. Ümit Oran’ın da dediği bu, Gürsel Tekin’in de dediği bu, Muharrem İnce’nin de dediği bu. Geçen sene ne oldu, Muharrem İnce bir şeyle kıstırdı, herhangi siyasi farklılığı söylemedi. “Sevgili kardeşim sen” dedi, “bize sordun mu” dedi, partinin milletvekilleri, “kim aday olsun” dedi. Bir kişi Ekmelettin İhsanoğlu demedi. Parti meclisine sordu, bir kişi “Ekmeletin İhsanoğlu” demedi. Övünülecek il başkanlarına sordu bir kişi, Ekmelettin İhsanoğlu” demedi, “sen nerden buldun” dedi bunu. Bakın köşeye sıkıştı, köşeye sıkışıp ne yaptı hemen kimlik siyasetine başvurdu. Dedi ki, “ben Dersim’li Kemal’im” Ha orda demek istediği başka şey, bilemediği için, herhangi bir CHP linin Dersim’li” demeye hakkı yok. Çünkü Dersim Cumhuriyetin feodaliteye karşı savaşını temsil ediyor; Dersim bağımsızlığa karşı emperyalizmin taşeronluğunu temsil ediyor, siz bu çizgi olarak bunu söyleyemezsiniz. Siz Tunceli’liyseniz Tunceli’liyim” dersiniz.
Şimdi şunu anlatmaya çalışıyorum, böyle olduğu zaman, kerhen de kaldığınız nokta yüzde 25 tir. Şimdi olay, yaşadığımız olay budur.
Bakın size başka bir şey söyleyeceğim, hepiniz eğitmensiniz, çocuklara ödev verdiniz, verdiniz çocuklara, merkez sulh senfonisi diye bir şey ortaya attılar, saçma sapan bir şey, neden? Çünkü çocuklara, üniversitede hocalık yaptım 35 sene, çocuklar önce araştırma yapmasını istersin, son kaynaklar nelerdir, okullar arası durum nedir, şimdi diyorlar, Türkiye 28 ülkeye 4.5 saat mesafedeymiş hava yoluyla. Adamlar şeyin farkında değiller; Çinliler, Pekin’den Madrid’e iki günde gidecek hızlı tren yapıyorlar, inşaatını sürdürüyorlar. Efendim Pekin’den Bakü’ye 55 günde gidiliyormuş, şimdi zannedersiniz ki, Türkiye, Bakü’nün doğusunda ortada kalıyor, daha az bir sürede gidiyor, tabii böyle bir şey yok. Şimdi araştırma yapılıyor, uçakla falan lojistik olmaz; şimdi kimse uçakla ihraç etmiyor, deniz yoluyla ihraç ediyor, ikincisi tercihi de demiryolu.
Şimdi Çinliler, “İpek Yolu” diye bir projeye başladılar, üstten Moskova üstünden gidecek, hem Türkiye üzerinden iki ye ayrılıp, ikisi de Avrupa’da birleşecek. Şimdi böyle bir projeyle geldiğiniz zaman, neyle düşünüyorsunuz, şöyle düşünüyorsunuz, basın da şunu destekliyor, çünkü siyasetin girmesini istemiyorlar. Emekliye dini bayramlarda iki maaş ikramiye peki kardeşim, sen ikramiye vermek istiyorsan emekliye, iki tane ver, üç tane ver, niye dini bayramlarda veriyorsun? Niye 30 Ağustos Zafer Bayramı olmasaydı, dini bayramlarda olmayacaktı. Şunu demek istiyorum, sen dini niye kullanıyorsun. Bunun çirkinliğine bakın, yani geçenlerde Sabih Kanadoğlu’nu gördük arkadaşımızın konferansı vardı, vallahi dedim, eğer siz Cumhuriyet Başsavcısı olsaydınız, AKP bunu söylemiş olsaydı, laiklik karşıtı odak olmaktan siz dava açardınız ve haklıydınız da, çünkü emekli maaşıyla dini bayramların ne ilgisi var. Veya şöyle diyelim. Askeri ücret 1500 lira olsun doğrudur, ama ilkesel olarak açıkla, arkadaş bir ekonominin amacı, rolü, hedefi insanları yoksulluk sınırının ötesine çıkarmaktır. Askeri açlık sınırı bu ülkede 1309 liraysa, askeri ücret 1300 lira olamaz, ben bunu üstünde yapacağım. Ha bir de yoksulluk sınırı var ki, o da giyim, konut, yiyecek, sağlık, çok daha yüksek adam başına 2200 liraya geliyor, hiç olmazsa ilk etapta bu şekilde açıklayayım insanlara.
İkincisi, emekliye iki ikramiye verdiğin zaman bin lira alan adama yılda iki tane ikramiye verdiğiniz zaman emekli maaş falan 2000 lira eder, ayda 1166 lira eder. Emekli maaşı 1166 liraya gelir, yani şöyle söylemek istiyorum, siz ilk başladığınız askeri ücrette 1500 lira alıyorsunuz, ama siz 25 yılı bitirmişsiniz, 1166 liraya düşürüyorsunuz.
TÜRKİYE’DE 1920 DE ATATÜRK’ÜN YAPMADIĞINI, ARAP MÜLTECİLERLE ARAPLAŞTIRMA POLİTİKASI UYGULANIYOR
Böyle bir şey olabilir mi? O kadar çelişkilerle dolu ki, nerden tutsanız, elinizde kalıyor, okumadıysanız bir defa okuyun, bir defa şey yok, terörle mücadele var, burada PKK yok sadece IŞİD var sadece. Bizi IŞİD ilgilendiriyor, şunu söylemeye çalıştım, TV programlarında çağırıyorlar ama yardımcı olmak için çalışıyoruz; Türkiye’nin en önemli sorunu, şu anda Suriye sorunudur. Türkiye’de 2.2 milyon Suriye’li var, bu çok ciddi bir politika, Araplaştırma politikası. Türkiye, 1920 lerde Atatürk’ün yapmadığını, özellikle kaçındığı nokta, bu savaş kullanılarak Türkiye Araplaştırma, şu federasyon noktasına gelecek, Hatay falan o bölgeler doldurulacak, Gaziantep falan birden nüfus artışı sağlanacak, bütün uygulamaya çalışılan budur.
Sizin yapmanız gereken, arkadaş, ben bu sorunu çözeceğim. Nasıl çözeceksin, aynen 1930 larda 1937 de Atatürk’ün aynen İran, Irak, Afganistan’la yaptığı Bağdat Paktı gibi bir pakt imzalayacağım. Kimle Afganistan bizim sınır dışında, önce Suriye ile sonra Irak’la ve İran’ı içeri alacak şekilde bir pakt imzalayacağım,”Güvenlik ve İşbirliği Paktı”. Esat’a diyeceğim ki, “senin inandırıcılığın yok” ama benim inancım var Esat’a karşı; Esat’a diyeceğim ki, “arkadaş bütün güvenliği sağlayacağız, buradan giden geri dönen insanların hiç birisi sana muhalefet etmeyecek, ama muhalefet ederse, sen bana gönder, ben cezasını vereceğim. Sizin ülkenizin imarına biz para vereceğiz, şimdiye kadar kendileri açıkladı, “8 milyar doların çok üstünde” dedi. 8 Milyar dolar, benim açımdan, benim toplumsal yapımı bozan, sosyal huzursuzluk çıkaran bir yapı; biz bunu tartıştık mı hiç, hayır tartışmadık.
Aklınıza ne geliyor, 2011 Haziranında C 1 in şeyin aklınıza ne geliyor, üç tane şeyi vardı C 1 in; 1-bütün işsizlere 600 lira, (erzak dağıtıyor ya) 600 lira vereceğiz, 2- 2 B arazilerini imara açacağız, 3-Bedelli askerliği yaygınlaştıracağız. Üç tane vardı, bunlar nasıl bir politika, siyaset, tamamen AKP nin önünü açmak. Hatırlayacaksınız, 2011 Haziran seçimlerinden önce, Tayyip Erdoğan buna karşı çıktı, “ne demek bedelli askerlik zengine şey mi yapacağız” dedi, ama sonra döndü, karşı taraftan ses yok, çünkü seçim beyannamesine koymuş, 2 B arazileri rantçılara yürüyen bir şey, sen “kent rantlarına vergi koyacağım” diyen bir partisin.
2 B ne demek, Orman niteliğini kaybetmiş arazi. Orman niteliğini kaybetmişse, gene ben ona orman niteliğini kazandıracağım, o kadar basit değil mi? Zamanın birinde buralarda orman varmış bir şekilde birileri yakıp yıkmış. Senin politikan da şu olsun, “arkadaş sana bu rantı yedirmeyeceğiz”. Sen diyorsun ki, 2 B arazilerini imara açacağım” bunu da yaptılar.
600 liradan daha fazlasının güvendirircikleri yok. Sonra ne oldu, bu terör olayları çıktı, bir kere. Bir başkan yardımcısı var CHP den, bütün özelliği oto parkçılık yapmak, ne dedi “biz bedelli askerliği iptal edeceğiz” dedi. Baktı tepki aldı, bu sefer “ben şunu demek istedim, milletvekili çocuklarını bedelli şedeceğiz” dedi. Cehaletin durumuna bakın, siz özel kanun çıkartamazsınız ki, milletvekilinin oğlu bedelli, Ahmed’in oğlu, babası milletvekili olmadığı için bedelsiz. Türkçesi hakçasına, adaletli hareket etmediğiniz zaman kötüye doğru gidiyorsunuz, demektir, Türkiye’nin içinde bulunduğu durum bu.
1 Kasım akşamı şu ortaya çıktı, seçim sonuçlarına baktığınız zaman, MHP nin oylarında büyük düşüş var, HDP nin de düşüş var, çok sevindirici sonuçlar da var, mesela HDP nin oyları, eğer askerimiz hata yapmazsa, halkın çözüm sürecinde kaybederler, eğer bir defa daha kaybederlerse, bölgeyi kaybederiz. Çözüm sürecinde halk artık PKK lıları kovuyor,”huzurumuzu bozdunuz”, diyor. Van’da her yerde karşı çıkıyor, neden karşı çıkıyor, çünkü yanında Türk askerini görüyor, Türk askeri terörü bastırması lazım, yani, bu sonun sonuna gidemedikçe Türkiye’nin bu bölgesi kaybedilir. Çünkü HDP nin yüz 10 oylarının çok daha aşağı düşeceğini zannediyorum. Eğer baraj düşürülürse, düşürülmesi lazım, yüzde on barajın altına düşürülürse HDP de çok ciddi bölünmeler olacağını düşünüyorum; Türkiye’de zaten oyları yüzde beş yüzde altı, keşke baraj yüzde bir hatta baraj olmasa.
Burada Emkl.İlköğ.Müf. Mehmet Ayhan, “bir soru sormak ve katkıda bulunmak için soruya teşebbüs edip “Amerika’nın rolü ve Türkiye’nin başına nasıl bir çorap örer şeklinde soru sorunca”, moderatör, Nazım Mutlu, “sorular sonunda olsun” dedikten sonra, Gökhan Çapoğlu konuşmasına şöyle devam etti:
“-Bütün ülkeler başına çorap örmek ister, herkes çıkarlarını düşünür, çıkarına göre politika uygular, siz akıllı olacaksınız, kendi çıkarlarınızı korumaya çalışacaksınız. Bu gün Amerika’ya yapılacak en büyük şey işbirliği ağmaktır. Esat’la işbirliği yaptığınız takdirde, bakınız Rusya girdi işin içine Suriye’ye, harika bir şey. Her şerden bir hayır çıkar şeyi gibi, Türk askerinin Balyoz, Ergenekon vb davalar Amerika’nın kumpaslarıydı ama çok iyi oldu. Çünkü Türk ordusu ilk defa, NATO ordusundan çıkıp Mustafa Kemal’in ordusu olmaya doğru yönelmeye başladı, onu anladılar, darbenin Amerika’dan geldiğini, onun yanında Fetullah Gülen örgütünün onun aracı olduğunu anladılar. Benin anlayamadığım gene, CHP liler cemaate sahip çıkıyorlar. Bu gün arkadaşlar, Türk TV nun, Samanyolu TV nun, Haber Türk TV nın ifade özgürlüğü olur mu? Eğer onların ifade özgürlüğü varsa, o zaman PKK nın da tanımak zorundasınız, eğer terör örgütü ise bu ki terör örgütü, IŞİD’in de var o zaman IŞİD çiler de yayın yapsınlar o zaman, şirket kursunlar, yani. Tayip Erdoğan, ne Ecevit’in, ne Demirel’in ne ötekilerin göstermediği bir kararlılıkla Cemaatin üstüne gidiyor, çünkü olayın farkında, ya onu yok edecek, ya o onu yok edecek.
/>GÜN GELDİĞİNDE TAYYİP ERDOĞAN YARGILANACAK
İki dinamik en sonunda ikisini de yok etmeye götürecek. O dinamikleri daha hızlandırmak yerine, Cemaatin yanında yer alarak, siz süreci engellemeye çalışıyorsunuz, bunu ifade özgürlüğü diye bir şey yok ki. TC tarihini bırakın Türklük tarihinde hiçbir zaman Türk ordusu bir kurşun atmadan generallerini muazzaf generallerinin yüze yirmi beşini esir vermedi. Tamamen TC ni yok etmeye yönelik bir hareketti, cemaatin şeyi ve onun en büyük suç ortağı da Tayip Erdoğan ve arkadaşlarıydı, yargılanacaklar, gün geldiğinde. Bu gün giderek azalıyor, açık söyleyeyim, Taayyip Erdoğan’ın en büyük korkusu, bakmayın öyle bağırıp çağırdığına, en büyük korkusu yargılanmak .
Sen “Ergenekon’un savcısı benim” dedin. Zekeriya Öz’e makam arabasını gönderen sendin. Yani demek istediğim, Türkiye şeye benzemeye başladı aynı, karmaşık filimler gibi. CHP neden Cemaate arka çıkıyor? Onu anlamakta zorlanıyorsunuz, neden istifa etmiyorlar, onurlu insanlar istifa ederler, o şeye benziyor, yine burjuvazinin elindeki itiraza benziyor, o yiye yiye bitiremez” diyor burjuvazi malum filmlerde öyle bir şeyleri mutlaka, 72 lerin filmleri en son yaptığı film 72 yılındaydı.(Bir eski karmaşık filimden bahsediyordu)
Şimdi 1 Kasımda ortaya çıkan durum şu, Türkiye’de siyesi tıkanıklık var. Türkiye bu partilerle ileriye gidemiyor, saat dokuz itibariyle hepimizin önüne çıkan manzara şuydu, bundan şu olabilirdi, şunu diyebilirsiniz, şu olması lazım, iki partide de değişim olması lazım. CHP de değişim olması gerekir, CHP yeniden CHP konumuna gelmesi lazım, altı oku savunacak yeniden yönetimin işbaşına gelmesi gerekir. MHP de milliyetçiliği savunan, gerçekten milliyetçi olan insanlar Türkiye’nin çıkarlarını, savunacak, milliyetçilik genel anlamda o. Bana şimdi derseniz, en büyük milliyetçi kimdir, en büyük milliyetçi şu anda, Amerika’da Nobel alan Aziz Sancar’dır. Prof. Aziz Sancar, adam ne diyor, yaşam hikâyesinde evde annem babamla biz Arapça konuşurduk” diyor. “Kardeşlerimiz arasında Türkçe konuşurduk” diyor; “beni bu Cumhuriyet yetiştirdi” diyor. “Ben Türk’üm” diyor, milliyetçilik demek esas olay bu. Milliyetçilik demek kuru kuruya, “milliyetçiyim” demek bağırmak, ağzından salyalar akmak, ona buna küfretmek, ona oy verene “şerefsiz” buna oy verene “edepsiz” demekle bir yere gidilmiyor. O zaman iki şey var, gördüğümüz süreç var, öbür türlü çok karamsar bir gelecekte, CHP de ve MHP de değişiklik olması lazım. CHP deki değişiklik 7 Haziran akşamı olabilirdi. Kemal Kılıçtaroğlu onu söz vermişti, dedi ki: Çıtayı çok düşürmüştü “yüzde 26 nın altında ben alırsam istifa edeceğim” dedi. İstifa etmedi, şimdide başkanlığa istifa etmeyeceğim adayım, dedi. Öteki aday arkadaşlarına da ,”başarılar dilerim” diyor. Şimdi MHP çok hareketli bir şekilde daha hareketli görülüyor, eğer MHP de değişim gerçekleşirse, Meral Akşener gibi birisi MHP nin başına gelirse, çıkış kapısı olabilir. Bu ikisi olmazsa, çok açık olarak söyleyeyim, Türkiye’nin, bu süreçler belli olur olmaz, Türkiye’nin yepyeni merkez bir harekete ihtiyacı var, eğer Türkiye’nin bunu yapamazsa, zannediyorum Türkiye için iç açıcı olmaz. Çünkü her sefer oy vermeye gittiğinizde, kerhen oy verme durumunda kalmayacaksın, kerhen oy verildiği için, şöyle söyleyeyim, size, rakamları vereyim size, şimdi geçenlerde iki araştırmacı sonuçları yayınladılar insanlara. Hangi görüştesiniz, kendinizi nasıl tanımlıyorsunuz; sol, milliyetçi, Atatürkçü, şöyle böyle.
Bu iki araştırmacı da muhafazakârlık yüzde beşlerde çıkıyor, milliyetçi yüzde 39 çıkıyor, Atatürkçülük yüzde 36 çıkıyor; bunların üst seviyeleri de var. Muharrem Sarıkaya şu açıdan söylüyor, iki sene önce de aynı çalışma vardı, son yapılan çalışmaya 25 Eylül 2013 tarihli Haber Türk Gazetesi’ndeki yazısında açıklamıştı, oradaki çalışma çok büyük çalışma idi üç sene, iki sene oluyor 2013 de. Ankete göre solun solunda olanlar yüzde 2.8 iken, kendisini sadece soda görenlerin yüzde onu 17.3, kendisini sağın sağında diye tanımlayanlar, yüzde 4.1 iken. Sadece kendisini sağ olarak görenlerin oranı yüzde 28.8 e çıkıyor. Merkezde bulunanların oranı ise, yüzde 47 ye ulaşıyor, bunların hepsinin toplamı yüzde yüze geliyor. Kendini çok milliyetçi diyenlerin oranı yüzde 36.6 iken, hiç milliyetçi değilim diyenler 16., biraz milliyetçiyim diyenler yüzde 46.9 varıyor. Şunu demek istiyorum, Türkiye’nin yarısı kendisini milliyetçi Atatürkçü olarak tanımlıyor. Şimdi bunun doğrultusunda bir parti yok Türkiye’de. Biz gönül rahatlığıyla, Türkiye’nin çıkarlarını savunuyor bu insanlar ve bunlar akıllı bir şekilde savunuyor; Devlet Bahçeli’nin savunduğun gibi değil. Veya Kemal Kılıçtaroğlu’nun dediği gibi CHP si değil. Dediği zaman sizin potansiyeliniz yüzde 50, şimdi şunu yapmaya çalıştık, şunu dedik seçimlerden iki sene öncesinde bu gün bir parti kurulsa ne olabilir? Öyle bir parti kurulsa CHP den yüzde 25 ten yüzde 15 ini alır, CHP baraj sınırına gelir; MHP nin yüzde 15 inin yüzde 10 unu alır, baraj altına düşer kesinlikle, yüzde beş yüzde altıya düşer. AKP den de yüzde 15 aldığı zaman yüzde 40 lık bir parti çıkıyor, Bu seçimlerden sonra CHP den yüzde 15 i rahatlıkla alırsa, Kemal Kılıçtaroğlu çok daha ısrar ederse bunun çok daha fazlasını alırsınız; MHP yi yüzde ikilere getirebilirsiniz; AKP den de yüzde 20 lere yakın bir şey alabilirsiniz. Burada Türkiye yapabilir mi esas soru burada kendisine güveni var mı? İlk aşama CHP de ve MHP içerisinde değişimi gerçekleştirmek gerek, olumlu yönde değişimi gerçekleştirmek. Çünkü Türkiye’nin önü aslında çok açıktır. Şu açıdan çok açık, bir iktidar değiştiği zaman esas kısıtlayan nokta, ihracat pazarlarımız Avrupa Birliği büyümüyor. Orta Doğu’daki bütün kapıları kendimiz bütün ülkelerle, itilaflıyız, ya da savaş halindeyiz Suriye’siyle, Irak’ıyla, İran’ıyla, ihracat yapılan Mısır’ı da dâhil etmek lazım buna. Hepsiyle itilaf var. Bir iktidar değişikliğinde Esat’a el uzatacak bir şey Türkiye’nin Orta Doğu’daki nüfusunu artırdığı gibi, ekonomik olarak da potansiyeli oraya kaydırmak, ekonomik olarak da orda bir üstünlük çok büyük yardımcı olacak. Çünkü sizin ürettiğiniz mallar onların da ihtiyacı olan mallar ve Türkiye ekonomisinin önünü açtığı gibi Türk siyasetin de önünü açacak. Çok ciddi bir olayla karşı karşıyayız. İçimizde 2.2 milyonu aşkın Arap var, Arapların bir politikası var, bu Suriye savaşını hiç kimsenin konuşmadığı, kimsenin getirmediği bir konu var, bu iki buçuk milyon Arap’larla Türkiye Araplaştırılmaya çalışılıyor. Bunu bir şekilde önlememiz lazım, önlememizin tek yolu da Suriye’nin barış huzuru, ekonomik kalkınmasına yardımcı olarak biz bunu yapabiliriz. Şimdi bunları yaptığınız zaman önünüz açık. Ekonomi çok kilitlenmiş durumda, iş adamları bu 1300 liraya karşı çıkıyorlar, bakalım önümüzdeki günlerde ne olacak, çünkü dışa bağımlı bir ekonomimiz var. Afyon bağımlısı gibi dışarıdan gelen paraya bağımlısınız, bu paranın cinsi ne giderek kayıt dışı, Türkiye’nin döviz açığı son üç senede 13 buçuk milyar dolarlık kayıt dışı bir para var. Nasıl oluyor bu, Merkez Bankası nerden geldiği belli olmayan bizim açığımızı finanse diyor. Bu sene açığımız çok düşecek senede cari açığımız, dış dünyayla kendi aramızdaki açıklık yaklaşık 37-38 milyar dolar olacak, bunu yarısına yakını bir miktarı açıklayamadığımız kaynaklardan geliyor. Katar ile bu kadar yakın olması, Suriye’den gelmiş giriş çıkışlar bir yerden bir paralar giriş çıkış oluyor, onlar çıktığı zaman ekonomi birden bire pat diye çökecek. Çünkü cari açığımız gayri safi milli hâsılamız yaklaşık yüzde beşine vurmuş durumda. Türkiye’nin kaldırabileceği bir olay değil, ama şu içinde bulunduğumuz dönemde bir şey elini güçlendirdi, çok büyük zarar verdi; muhalefet partileri gündemi kötü kullanarak çok büyük zarar verdiler. Tayyip Erdoğan’ın prestijini yurt dışında yukarıya çektiler, şimdi Tayyip Erdoğan’la pazarlığa başladılar yeniden. Tayyip Erdoğan’da şu mesajı veriyor, “ben her şeye müsaidim, hiç kimseye zorluk çıkarmaya niyetim yok” diyor. Türkiye’nin karşılaştığı böyle bir zorluk var.
Öbür yandan baktığımız Türk Silahlı Kuvvetleri 25 Temmuzdan beri PKK ya karşı çok önemli başarılar elde ediyor. Bu başarı Balyoz şeyinin bitmesi, Cemaatin giderek gündemden çıkması Türk Silahlı Kuvvetlerini kendine güvendirmeye başladı bu Balyoz, Ergenekon, Casusluk Davalarının hepsinin arkasında yatanın beriki olduğunu biliyor. Şu anda Türk Silahlı Kuvvetlerinin geri adım atacağını zannetmiyorum.
Üçüncü faktör, bizim dışımızda, Rusya’nın Suriye’ye girmesi ne kadar baskı yapılırsa yapılsın Tayyip Erdoğan, eğer Türk Silahlı Kuvvetlerini yöneten kadro zır deli değilse Suriye’ye adımlarını bile atmazlar çünkü, Rusya çok kuvvetli bir askeri güç getirdi. ES400 füzelerini koymuşlar, bu füzelerle Rusya sınır illerimizden başka daha uzak yerlerdeki kuşu bile vurabilecek durumda. Bırakın F-16 gibi kuşlar falan onlar hiçbir şey değil, onun için Türk Silahlı Kuvvetlerinin savaş ve Suriye’ye girmeyi çok gereksiz görüyorum. Bu sefer Kumpasdana daha büyük riske girerler gerçekten Türk Silahlı Kuvvetleri sıfırlanır.
Dünkü olaya üzülenler için hepsi timsah gözyaşları. Fransa Cumhurbaşkanı Hollande, dünkü Paris olayını “barbarca” niteliyor, Fransız istihbaratı Libya’da, Kaddafi’yi yolarda sürüklerken, bombalarken çok uygarca mıydı? Siz, Suriye’yi bombalarken bunlar çok mu güvenliydi? Libya’da, bombalarımız bitti aman Amerikalılar bize bomba gönderin, cephanemiz bitti derken bu çok uygarca da, bu adamlar sizin ülkenize gelip saldırdıkları zaman, siz saldırmazsanız onlar da size saldırmayacaktır.
Bu gün ben muhalefet partilerinin yerinde olsam, ama o cesarette insan yok Türkiye’de maalesef. Bu gün Cumhurbaşkanı aynı şekilde bu olayı kullanarak, siz ne ektiyseniz onu biçiyorsunuz, Tayyip Erdoğan’a derim ki, bak kardeşim –benim teröristim güzel, senin teröristin kötü” diyerek sen yapıyorsun. Özgür Suriye ordusunu (ÖSO) desteklemek bir yana, İstanbul’da Antalya’da, Hatay’da yapıldı toplantıları o çok açık onu ret edebilecek durumda değiller. Esat’ın teröristleri için, sen ona “özgürlük savaşçısı nasıl diyorsan, PKK da bazılarının özgürlük savaşçıları” . Bu şekilde olmaz, ya bu terörizme karşı çıkacaksın toptan, bunu söyleyecek cesarette birikimde insanlar, Türkiye’de partilerin yetkili kurullarına gelmediği zaman, biz bu karmaşa içerisinde kaybolmaya mahkûm bir ülke olmaya mahkûmuz. Teşekkürler”.
Cevat Kulaksız
ckulaksizster@gmail.com
DİPNOTLAR
[i] Prof Dr Gökhan Çapoğlu kim: Çapoğlu Siyasal Bilgiler Fakültesi 1979 mezunu, Bedi Üniversitesinde mastır, Laifornia üniversitesi Berkeley’de ekonomi bölümü doktorasını tamamladı. TOBB liği Başkanlık danışmanlığında vergi konseyi üyeliğinde, Bilkent Üniversitesi ekonomi bölümünde öğretim üyeliğinde, fakülte kurulu üyeliğinde bulundu. Aynı zamanda TBMM lisi 20.dönem Ankara Milletvekilliğinde bulundu. Çeşitli yayınları Çapoğlu’nun, aynı zamanda halen sürdürdüğü bir vakfın da Anadolu Stratejik Araştırma Vakfında yönetim kurulu başkanı.
Yorum Gönder