“Bir Kasım seçimi”, bunun galibinin bile “biz de bu kadarını tahmin etmemiştik” dediği bir sürpriz sonuç doğurdu.
Neden sürpriz?
Şunun için:
Çünkü
koşullar AKP için o kadar olumsuz hale gelmişti ki, anket şirketleri,
böyle bir şey olsa bile ancak “ucu ucuna” bir iktidarı tahmin
edebiliyor; ülkenin düşünen insanlarıysa “bu şartlarda Haziran’dan daha
da geri gidebilirler” diyordu.
Parti içi kaynaşmalar ve artık dışa
vurmuş olan “iç çatışmalar” da göz önüne alındığında AKP’lilerde ciddi
ciddi seçimi kaybetme, sonra da bilinmezlere doğru “savrulma” endişesi
yaşanıyordu.
Bu tabloyu “seçimde ne oldu da sonuç böyle oldu” demek için değil,
bir başka şeyi; “asgari ücret” konusunu anlatmak açısından hatırlatmaya
çalışıyorum.
Özetle, 1 Kasım öncesinde AKP’nin durumu hayli sıkıntılıydı ve durumu
kurtarabilmek için, haydi para-pul vaadleri neyse de, Urfa mitinginde
iş, “Eş lazım dediğinizde önce annenize, babanıza gideceksiniz inşallah
onlar size hayırlı bir eş bulacak. Bulamazsa bize baş vuracaksınız"a
kadar vardırılmıştı.
Demek ki artık yaradana sığınıp her şey söylenmek zorundaydı.
Hele diğerleri de yarışa katılınca “biz de…” dendi.
Asgari ücret’in 1300 liraya çıkarılmasının “komisyona teklif edileceği vaadi” işte bu koşulların eseridir.
*
Gerçi “karşı” partiler bu vaadin “arttırma vaadi” değil, sadece
“arttırılmasını teklif etme vaadi” olduğunu fark edip neden kesin bir
“vaad” verilemediğinin, lastikli bir ifade olduğunun üzerine gidemedi ve
daha o günlerde karşı taarruza geçemedi pek bilinemez ama; bu gün
herkes biliyor ve görüyor ki, artık siyasetin o yaşamsal eşiğini aşmış
olan AKP, şimdi bu konuda kendisine bazı “mazeret”ler üretme, bu vaadi
şeklen yerine getirse bile reel olarak içini boşaltma derdine düştü.
Açıklayalım:
AKP’nin seçim beyannamesinde bu konu aynen şöyle geçmektedir:
“Tüm
işçi ve Bağkur emeklilerimize de önümüzdeki dönemde yıllık ilave 1.200
TL vereceğiz…. Önümüzdeki yıl için asgari ücreti 1.300 TL’ye yükseltme
yönünde Asgari Ücret Tesbit Komisyonu’na teklifte bulunacağız. Ayrıca
yapılan işin tehlike sınıfına göre asgari ücrette farklılaştırma
sağlayacağız”.
Dikkat edilirse, hemen her konuda ve bir önceki cümlede keskin
ifadeler kullanan ve “dediklerini her şeye rağmen” hatta “usul”
konularına aldırış etmeden yapmakla övünen parti, bu konuda diğer
partilerle boğaz boğaza karşıya gelmesine karşın bir türlü keskin bir
ifade kullanamıyor, sadece “Yükseltme yönünde… Komisyona teklifte
bulunacağını vaat etmekten söz ediyordu.
Biliyor musunuz ki, işin akibeti “şeklen” o komisyonlardan çıkacak
karara bağlı olsa bile, Komisyon’da sonucu belirleyecek olan yine
kendilerinden başka biri olmayacaktı.
Açıklayalım:
Asgari Ücret Tesbit Komisyonu üc kanattan oluşur:
-Beş üyeli işçi kanadı
-Beş üyeli işveren kanadı
-Beş üyeli hükümet kanadı.
Diyelim ki, hatta demeyelim de her zamanki durumu göz önüne getirelim:
Bu
Komisyonda klasik tartışmalarda her zaman için işçi kesimi asgari
ücretin yükseltilmesini, işveren kesimi de mümkün olduğu kadar düşük
olmasını savunur değil mi?
Peki bu dengede hükümeti temsil eden beş kişinin rolü nedir?
Tabii ki ne tarafı desteklerlerse oy çokluğu o tarafta oluşur, karar o tarafın arzusu doğrultusunda çıkar değil mi?
Yani
bu komisyonda işçi-işveren çıkar çatışmasında “son sözü söyleyen” taraf
açıkça bellidir ve sadece “hükümet”tir. Ne tarafı desteklerse o tarafın
isteği doğrultusunda karar çıkar.
İşte siz, Komisyon üzerinden ama aslında kendi iradenizle çıkacak bir
kararı seçim bildirgenize “1.300 lira olması yönünde teklifte
bulunacağız” diye “yazıp” sonra meydanlarda 1.300 lira yapacağız diye
“anlatıyor” ya da bir biçimde o şekilde “algılatıyor”sanız, kusura
bakılmasın ama bu açık seçik bir aldatmaca, bir “dur bakalım, şimdilik
böyle söyleyelim sonrasında bir yol buluruz” olayıdır.
Ama aynı ölçüde de, birilerinin yani aynı yönde ve hatta daha yüksek
vaadlerde bulunan iki partinin işin farkına varamaması, “atlaması”
olayıdır.
Hem aynı konuda yarışacaksınız hem rakibin bunu nasıl
sunduğunun, o iki satırlık metinde ne kadar ikircikli olduklarının
farkına varamayacaksınız… Doğrusu “proje” sahiplerinin ve ilgililerinin
bunu iyice düşünmeleri gerekir.
*
Aslında üzerine onlarca sayfa
yazılsa yine de yetmeyecek bu konuda lafı uzatmamak, ama sırası
geldiğinde hepsinin detayına girme hakkımız baki kalmak üzere şimdi
burada sadece “bazı” başlıkları sıralamakla yetinelim ve konuyu
bitirelim:
-Asgari ücret’in arttırılması vaadi, partilerin üzerine çok
çalışmadan, milli ekonomiye ve istihdama nasıl bir etkisi olacağı
düşünülmeden, AKP’nin ise mecburiyetten ve inanmadan ileri sürdüğü bir
konudur.
-Asgari ücretin yükseltilmesi, aslında bütün işletmelerde ve bütün
kademelerdeki ücretlerin yukarı doğru hareketlenmesine yol açmakla
göründüğünden daha büyük etkiler yaratır.
Bunun çerçevesi düşünülmemiştir.
-Genelde bütün ücretlerin yükselmesi, Türkiye’nin üretim
maliyetlerini ve bu maliyetler de ekonominin iç ve dış pazarda fiyat
yükseltme mecburiyetini doğurur. İç pazardaki fiyat yükselmesi ithalatı
cazip hale getirip iç pazarı, dış pazara sunulan mal fiyatlarındaki
yükselme alıcı bulamamaktan dolayı dış pazarı kaybettirir.
-Pazarların kaybedilmesi, en azından daralması; daha az satış, daha
az üretim, daha az işçilik ve dolayısıyla daha fazla “işsizlik
demektir”.
-Emekten yana olmak her şeyden önce emeğin de bir alıcısının olması
gerektiğini, öncelikle bu talebin yükseltilmesi gerektiğini bilmeyi
gerektirir. Asgari ücreti yükseltelim der ve yükseltirseniz ama hali
hazır durumuyla bu ekonomi bu yükü çekemezse, yükselen ücret yatırımı-
yatırımcıyı vaz geçirirse iş tersine sonuç verir.
Dimyata pirince götürelim derken işçiyi evdeki bulgurundan edersiniz.
-Asgari ücret yüzde otuz yükseldiğinde, asgari ücretliden başlayarak bütün kıdem tazminatları da yüzde otuza kadar artar.
Türkiye’de
kıdem tazminatının kaldırılma çalışmaları sürerken onu çalışmaları daha
da şiddetlendirecek olan asgari ücret tartışması, kıdem tazminatı gibi
bir kazanımın ortadan kaldırılması için daha güçlü bir koz verir
sermayeye.
“Keskinlik” kahramanlık gibi görülür ama unutmayalım ki “keskin sirke küpüne zarar verir” derler.
-Hükümet, karizmayı çizdirmemek için asgari ücreti gerçekten 1.300
liraya çıkartabilir ama mevzuata göre “en fazla” iki senede bir yeniden
tesbit edilmesi gereken ama uygulamada her altı ayda bir gözden
geçirilen o asgari ücreti önümüzdeki iki sene aynı düzeyde tutarsa, bu
enflasyon ortamında işçinin reel kazancı yine yükselmez, hatta zaman
içinde düşer.
-Bu gün asgari ücret 1000 lira ve asgari geçim indirimi ile birlikte
“fiilen” 1072 lira ise, önümüzdeki yıl sırf, örneğin yüzde 10’luk bir
enflasyona karşı aynı değeri muhafaza edebilmek için (1072x1,10=) 1179
lira olacaktı.
Bu rakamın aynı tempoda ikinci seneden sonraki değeri
zaten (1179x1,10=) 1.297.- liradır. Yani hükümet vaat etmese de asgari
ücret kendiliğinden ama “nominal” yani rakamsal olarak bu ölçülere
gelecekti.
Mesele emekten yana olmaksa yatırımcıyı korkutan değil; öncelikle işsizliği azaltan, istihdamı arttıran projeler sunulmalıydı.
-Çalışanların
eline daha fazla para vermenin yolu, asgari ücreti arttırmakla değil,
her kademedeki ücret geliri üzerindeki vergi ve sigorta yükünün
kaldırılması, buradan doğan açığın kazançlar ve rantlar üzerine
bindirilmesiyle olur.
Bu konuyu merak edenler her zaman detayını bizden öğrenebilir.
Bülent Soylan
Yorum Gönder