“ İslam adına Peygamber damadının bile katledildiğini, İslam adına Peygamber torununun bile kafasının kesildiğini, İslam adına hamile kadının karnının bile deşilebildiğini öğrenir...
Artık elinde tarihten vicdanını rahatlatacak örnekler vardır. Bu çarpık tarih anlayışı sayesinde biraz daha vicdansızlaşır.
Sonra Kuranıkerim:
“ Böylece ‘bir insanı öldüren, bütün insanlığı öldürmüş gibidir’ ilkesini benimseyen, içinden en çok ‘merhamet’ kelimesi geçen, adı ‘barış’ olan, tepeden tırnağa rahmet olan bir DİN, öfkeden sapıklaşan bu adam eliyle yeryüzünün en korkunç diniymiş gibi algılatılmış olur.”
***
Batı dünyası, din ile siyasetin aynı
olduğu dönemde, Hıristiyanlık içindeki mezhep çatışmaları ve elbette
siyasal rekabet sonunda, Fransız Devrimi ile Fransa’da, dinin siyaset ve
toplum üzerindeki etkisinden kurtulmuştur. “Hıristiyanlıkta yaşanan reform Müslümanlıkta gerçekleştirilmedi” denir.
Ama bu yanlış söylemin sahipleri, Luther ve Calvin gibi din bilginlerinin ve VIII. Henry gibi yöneticilerin başını çektikleri “Reform” hareketinin temelinde, siyaseti ve kamusal alanı Katolik Kilisesi’nden özgürleştiren Fransız Devrimi’nin yattığını unuturlar.
Unutulan bir başka gerçek de Luther’in arkasında Papa ile savaşım içinde bulunan Alman Prenslerinin desteğinin yattığıdır.
Özet olarak, Hıristiyanlıkta yaşanan Reform, ibadet biçimleri ve dua dili gibi şekil koşullarını çok çok aşan bir biçimde, Katolik Kilisesi’nin toplum ve özellikle de siyaset üzerindeki mutlak egemenliğinin sona ermesini belirler.
***
Müslüman Dünyası’nda bu anlamda “dinden kaynaklanan” ve “iktidara el koyan” bir Reform hareketinin olmadığı doğrudur; din ile siyasetin iç içe geçtiği dönemlerdeki “kavgalar”
İslamda, bireyi özgürleştiren bir Reform hareketine değil, Şiilik gibi
yine katı kurallara sahip mezheplerin doğmasına yol açmıştır.
***
Müslüman Dünyası’ndaki “Dinde reform”,
aslında AleviBektaşi inancı çerçevesinde gerçekleşmiş, fakat bu Reform
hareketi de çok yavaş ve tedrici olduğundan, ayrıca da yeterince
olgunlaştıktan sonra, bir Sünni veya Şii iktidarı devirerek, egemen bir
siyasal güç olarak tarih sahnesine çıkamadığından, Hıristiyanlıktaki
Reform hareketinin karşılığı olarak algılanmamıştır. İslam Dünyası’ndaki gerçek Reform Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşuyla yaşanmıştır:
Egemenlik kaynağını dinden ya da Allah’tan değil, ulustan ya da halktan alan bir yönetimin iktidara geçmesi, Müslümanlık için, Hıristiyanların Reform hareketini de kapsayan ve onu aşarak, Aydınlanmayı da içeren bir dönüşümün gerçekleştirilmesidir.
Luther ve Calvin gibi din adamlarının, dinden hareketle başlattıkları “Dinde Reform” hareketini, Mustafa Kemal Atatürk, siyasetten hareketle gerçekleştirmiş, Cumhuriyetin ilanına ek olarak Hilafetin kaldırılması, öğretimin laik temellerde birleştirilmesi ve bütünleştirilmesi, Medeni Kanun’un yürürlüğe girmesi gibi ek devrimlerle bu hareketi “Aydınlanma Devrimi” ile de pekiştirmiştir.
Cumhuriyetin ilanı ve onu izleyen devrimlerle, Müslüman bir toplumda ilk kez, siyaset ve kamu alanı, din egemenliğinin dışına çıkarılmıştır; Batı’nın da Reform ile başlattığı, Aydınlanma ile tamamladığı süreç de zaten budur.
***
İslam “dinde reformu” Türkiye’deki laik ve demokratik rejimle yaşamış ve yaşamaktadır... Hep birlikte Türkiye’nin laik ve demokratik rejiminin üstüne çullanılması da, siyasal iktidarları için dini istismar edenlerin egemenliklerini tehlikeye sokan bir deneyimi dünyaya armağan ettiği içindir!
Emre Kongar/Cumhuriyet
Yorum Gönder