Seçimlerde ya “Erdoğan” ya da “İhsanoğlu” deme seçeneği dışında seçeneğimiz yoktur. Çünkü, karşı karşıya kaldığımız yol ayrımında Prof. Dr. İhsanoğlu’na “hayır” demek, Başbakan’a “evet”, parçalanmaya “evet”, IŞİD’e ve Arap ülkelerindeki kaosa “evet”, yolsuzlukların daha fazlasına “evet”, zulme/kavgaya/şiddete “evet”, yasaklara “evet”, ulusal bağımsızlık ve birliğin yok edilmesine “evet” sonucunu doğuracaktır.
Türkiye Cumhuriyeti, AKP yönetimindeki son on iki yılda, hukuk devleti olmaktan iyice çıktı. Toplumda şiddet, bloklaşma ve ayrımcılık polis gücüyle desteklendi. Başbakan’ın “savcısıyım” dediği BalyozErgenekonCasusluk ve 28 Şubat senaryoları ile bine yakın generalamiral, subay, astsubay/sivil yıllarca cezaevlerinde yatırıldı.
İnanç temeline oturtulan Milli Eğitim sisteminin laik ve bilime dayalı temelleri yok edildi. Doğurulacak çocuk sayısı yanında doğurma yöntemine, vatandaşların yaşam biçimlerine müdahale edildi. Alkol yasakları yurt geneline yayıldı. Cumhuriyetin 90 yıllık kazanımları olan ulusal varlıklar yeşil sermaye ile paylaşıldı, kamu kaynakları kurutuldu. Vatandaşlar, birbirinin ihbarcısı olmaya yönlendirildi. Türkiye Avrupa’nın en huzursuz ülkesi konumuna düştü.
Başbakan’ın İstanbul Belediyesi’ndeki yolsuzluk savlarına, 200 milyar TL’yi bulan 17 Aralık, 25 Ocak, TURGEV ve kentsel dönüşüm vb. arsa yolsuzlukları eklendi. Yolsuzlukları inceleyecek TBMM komisyonuna üye verilmemekle hukuk çiğnendi. IMF borçları sıfırlanırken özel ve kamu iç ve dış borçlarının toplamı 750 milyar TL’yi aştı.
Türkiye Cumhuriyeti demokrasiden uzaklaştırılırken, vatandaşlarına şiddet uygulayan, onları “benden-benden olmayan” kamplaşmasına yönelten teokratik bir polis devletine dönüştürülürken, bu yapıyı oluşturan Başbakan, cumhurbaşkanı olmayı kafasına koyduğu seçimlere katılıyor.
Ülkede bu şiddet, bu kamplaşma, inatla sürdürülürken “Stratejik Derinlik” diye sunulan komşularla “sıfır sorun” sloganı, komşularla tam bir düşmanlığa dönüştü. Mısır, Libya, Irak, Suriye, İran ve İsrail ile ilişkiler bozuldu. Siyasal sıkıntılar, ekonomik zararlara neden oldu. Yüklenici ve işçilerimiz kapı dışarı edildi. Uğranılan maddi zararlar 200 milyar TL’yi aştı. Mezhep kavgalarına taraf olundu. Alevi ve Şiileri katleden IŞİD’e silah ve teçhizat desteği verildi. Silah yüklü TIR’ları yakalayan general, savcı, yargıçlar görevden alındı, haklarında ceza davaları açıldı.
Başbakan, on iki yıllık yol ve komplo arkadaşlığını birlikte sürdürdüğü Fethullah Gülen’e savaş ilan etti.
İşbirliğinin başında kutsadığı, seçim sonuçlarını kutlarken okyanus ötesine minnettarlık gönderdiği bu din adamını “dininden” çıkarmakla tehdit etti. Oysa, taşıdığı inanç, bir din adamına “hayvan” işlemi yapmayı kesinlikle yasaklıyor.
İşte Türkiye, komşularının ateş çemberi ile çevriliyken, ulusal ve uluslararası değer ve etikleri umursamayan, teokratik polis devleti peşinde koşan, ülkemizin ekonomik ve siyasal itibarını sarsan bir başbakanın aday olacağı Cumhurbaşkanlığı seçimlerine hazırlanıyor.
Kendisini diktatörlük tutkusundan kurtaramayan, “Ben laik değilim, ama laik bir devleti yönetiyorum”, “Benim referansım İslamdır” sözlerini söyleme aymazlığında direnen, tutkusunu “başkanlık” rejimi ile sürdürmek isteyen, Cumhurbaşkanlığı seçimine AKP adayı olarak katılmaya hazırlanan Başbakan’a karşı CHP ve MHP yönetimleri, Prof. Dr. Ekmeleddin İhsanoğlu’nu Cumhurbaşkanlığı’na aday göstermiş bulunuyor.
Biz, bu çaresizlik ortamında, neden Prof. Dr. İhsanoğlu’nun desteklenmesi gerektiğini, dönemin UNESCO Büyükelçimiz Numan Hazar’ın “Bilim ve Teknolojinin Uygarlıklar ve Dış Politika Üzerindeki Etkileri” başlıklı kitabından da yararlanarak tanıdığımız Ekmel Bey’i tanıtmaya çalışacağız.
Prof. Dr. Ekmeleddin İhsanoğlu
-Doğu ve Batı kültürlerini ve dış politika stratejilerini yakından izlemiş, uluslararası ilişkilerde önemli görevlerde bulunmuştur. İslam İşbirliği Örgütü Genel Sekreterliği’ni sürdürdüğü on yıl, ona bu fırsatı vermiştir.
-Katı görüş ve saplantıları olmayan tipik bir Anadolu (Yozgat) çocuğudur. Alçakgönüllü bir tarihçi ve bilim adamıdır. Mükemmel derecede Arapça ve İngilizce bilmektedir.
-Hiçbir zaman ve hiçbir yerde dincilik ve İslamcılık görüşlerini savunmamış, bilim ve akılcılığı rehber edinmiştir.
-Yirmi yıldan fazla bir süreçte İstanbul İslam Tarih ve Kültürü Araştırma Merkezi’nin (IRCICA) başkanlığını yapmış, Balkanlar ve Ortadoğu’da Türk ve Osmanlı uygarlığının etkilerini araştırmış, “Osmanlılarda Bilim” başlıklı 15 ciltlik eserin yayımlanmasında büyük katkıları olmuştur. Bu katkıları nedeniyle Paris Uluslararası Bilim Tarihleri Enstitüsü tarafından “Bilim Ödülü” ile ödüllendirilmiştir.
-57 ülkenin üye olduğu, İslam Konferansı Örgütü adını taşıyan örgütün adını İslam İşbirliği Örgütü olarak değiştirerek UNESCO işbirliğinde İslam dünyasının aydınlığa/çağdaşlığa kavuşması, kadın erkek eşitliğinin sağlanması, İslama yönelik Hıristiyan düşmanlığının önlenmesi için projeler gerçekleştirmiş, bu hizmetleri nedeniyle kendisine İbni Sina Bilim Madalyası verilmiştir.
-Her türlü otoriter rejim ve diktatörlüğe karşı demokrasiyi, parlamenter rejimi, temel insan hak ve özgürlüklerini savunan, bütün insanlara eşit mesafede, siyasal kavgadan uzak duran, barışçıl ve bilge bir bilim adamıdır.
Makalemizi, Prof. Dr. Atalay Yörükoğlu’nun, “Çocuk Ruh Sağlığı” adlı kitabında, çocuk ağzıyla annebabaya yazdığı bir mektupla sonlandıralım: Çocuk, mektubunda; “… Sizin çocuğunuz olarak doğmak elimde değildi. Ancak annebaba seçme hakkı bana verilseydi sizden başkasını da seçmezdim.” Elitistler, ulusalcılar, solcular şunu anlamalıdır: “Yalnız ve Güzel Türkiyem’in”, AKP ve hırslı, kindar dindar bir Başbakan’dan kurtulmasının başka yolu kalmamıştır. Prof. Dr. Ekmeleddin İhsanoğlu, içerdeki kaostan, dışarıdaki ateş çemberinden kurtulmamız için savunacağımız sağduyulu bir cumhurbaşkanı adayıdır. Seçimlerde ya “Erdoğan” ya da “İhsanoğlu” deme seçeneği dışında seçeneğimiz yoktur. Çünkü, karşı karşıya kaldığımız yol ayrımında Prof. Dr. İhsanoğlu’na “hayır” demek, Başbakan’a “evet”, parçalanmaya “evet”, IŞİD’e ve Arap ülkelerindeki kaosa “evet”, yolsuzlukların daha fazlasına “evet”, zulme/ kavgaya/şiddete “evet”, yasaklara “evet”, ulusal bağımsızlık ve birliğin yok edilmesine “evet” sonucunu doğuracaktır.
Av. Fevzi Çamlı/Cumhuriyet
Yorum Gönder