Sıcak demedik,
soğuk demedik yollara düşüp Silivri zindanlarına gittik.
Davaların görüldüğü
oturumlara kâh girebildik kâh ot bitmemiş bahçesinde ıslandık, üşüdük, bazen
kavrulduk ama umursamadık.
Hep umutluyduk ve asla
yitirmemiştik.
Çünkü onların kahpe
bir senaryo ile tutsak alındıklarını, masum olduklarını, üzerlerine suçlu yaftasını
utanmadan, vicdanları sızlamadan yapıştırmaya kalktıklarını biliyorduk.
O hâkimlerin,
savcıların onlara nasıl davrandıklarını, söz hakkı, savunma hakkı
tanımadıklarını, lehte olan delilleri görmemezlikten geldiklerini, gizli
tanıklara, (tecavüzcüler, katiller, PKK lılar) nasıl itibar edip hukukun ırzına
geçtiklerini bizzat gördük.
Kamuoyunun yakından tanımış olduğu nice
aydınlarımızı, ordumuzun güzide komutan ve subaylarını yıllarca güneş, gökyüzü
görmeyen birkaç
metrelik hücrelerde tuttular.
Onlar, o zor koşullar
altında eğilmediler, bükülmediler onurlu duruşlarından asla ödün vermediler.
İçlerinde hasta
olanlar, ölenler oldu.
Geride kalanlar, yine
yıkılmadılar.
Yazdılar, okudular,
hayattan kopmayarak sabırla özgür kalacakları günleri beklediler.
Çağın engizisyon
mahkemesi yürütülüyordu orada.
Yakınlarının
cenazelerine ya izinle gidebildiler ya da hiç gidemediler.
Onlara,
Müslümanlığa sığmayan bu kötülüğü de yaptılar.
Orayı okuduğum
kitaplardan, romanlardan bildiğim ve çok etkilendiğim Bastil zindanlarına
benzetmem daha sonraları herkesin dilinde pelesenk olmuştu.
Onlar benim için
sanık değil tutsaklardı. Onlardan bahsederken hep öyle diyordum. Bu da
benimsendi.
Bu sözlerin
tekrarlarını duyduğum zaman içimdeki acı duygulara rağmen, onlar için hiç
değilse kendimce bir şeyler yapmanın buruk mutluluğunu duyuyordum.
Onların ailelerinin
maddi manevi çektikleri sıkıntıları düşündüğüm zaman, benim oraya gidip
gelmelerimin, yorgunluğumun o çorak arazide kaç kez yağmur altında
ıslandığımın, oturacak bir yer bulamayıp saatlerce ayakta kalmamın, yaz
sıcağında terden sırılsıklam olmamın hiçbir önemi kalmıyordu.
Babasız büyüyen,
okula giden çocukları, gözlerine uyku girmeyen eşlerinden kopartılan anaları
düşünüyordum.
Bu arada yandaş
basın ve bazı aydın geçinenler ver yansın ediyorlardı.
Darbecilerden hesap
sorulmalıdır.
Falanca yerde
sakladıkları bombalar çıktı.
Gemideki döşemenin
altından darbe planları çıktı.
‘Şok gözaltı ve iddianameler” diye her gün
yazdılar, konuştular.
Öylesine yazılar
yazıyorlardı ki, mahkeme olmadan o oturumun kararını müneccim gibi
biliveriyorlar veya bir şekilde mahkemeyi yönlendiriyorlardı yönlendirilmiş
kişiler.
Adaletin A sı,
insanlığın İ si kalmamış bir devran dönüp gidiyordu.
Günler haftaları,
haftalar ayları, aylar yılları takip etti.
Utanmadan,
sıkılmadan, vicdanları sızlamadan adi komplolarına hep birlikte devam ettiler.
Dışarda yandaş
basın, içerde ise biat içerisinde olan hâkimler ve savcılar…
Savcıların 6 klasör
belgeyi tam 11 ay boyunca savunmadan saklamaları ise tam bir skandaldı.
Yıllar uzar
giderken hep olumsuz şeyler oluyor, bizlerden umutlarımızı yok etmemiz
isteniyordu adeta.18 yıl,30 yıl, müebbet gibi cezalar kesildi kahramanlarımıza.
Sonra 17 Aralıkta
sihirli bir değnek değdi sanki ayakkabı kutuları, kasalar dolarlar, rüşvetler
su yüzüne çıkıverdi.
Başbakan birden
bire paralel devleti ortaya çıkardı ve Ergenekon, ona bağlı davaların kumpas
olduğunu söyleyiverdi.
Böylece davalar
çökmeye başladı.
Her şeyi paraleller
yapmışlardı, kendisine darbe yapmaya kalkmışlardı(!)
Oysa:
Ayağa kalkmadı bedelini ödedi,
İsviçre Bankalarında bilmem kaç dolarım varmış dedi bedelini ödedi, diyen kendisi değilmiş gibi.
Nihayet AYM Balyoz
tutsaklarının dijital veriler ve tanık dinlenilmesiyle ilgili konularda
haklarının ihlal edildiğine oy birliğiyle karar vererek
benim yıkmayı düşündüğüm o demir kapıları açtırarak kahramanlarımızı yeniden
yargılanmak üzere özgür bıraktı.
Bunca zaman suçsuz
olduklarını, delillerin sahte olduğunu haykıran ve boş yere zindanlara
kapatılan onca insanın kaybettikleri yılları geri verebilecekler mi?
Şimdi bu
sahtekârlığa ortaklık eden, yalan yanlış haberlerle kamuyu yönlendirmeye kalkan
tüm kişilerin yüzlerine tükürmek geliyor içimden.
Davada adil
yargılanma hakkı ve masumiyet karinesi ihlal edildi, bunun hesabını kim
verecek?.
İnanıyorum ki gün
gelecek, devran yine dönecek illaki bu hesaplar ödetilecektir.
***
Türk ordusunun
aslan yürekli, vatan aşığı kahraman askerlerinin, tahliyelerinde oralarda
olmadım. Televizyonlardan izlemeyi yeğledim.
O gün Kadıköy’de
bardaktan boşanırcasına yağmur yağıyor, şimşekler çakıyor ve gök acayip gürlüyordu.
Çocukluğumdan beri
gök gürültüsünden çok korkarım ama o gün bahçeye indim korkmadan yeşil
çimlerde, ağaçlar arasında turlayıp sırılsıklam olana kadar ıslandım. Bu gök
gürültülerini kahramanlarımı karşılayan top seslerine, şimşekleri ise havai
fişeklere benzettim. Yağan yağmur gök kubbenin mutluluk gözyaşlarıydı.
Ben de ağlıyordum
ve gözyaşlarım yağmurla birlikte yüzümden süzülüyor suya hasret kalan çimlere
karışıyordu.
Ant içtim,
Silivri’ye bir dahaki gidişim bu kumpasları hazırlayanları ve destekleyenleri
sanık kürsüsünde görmek için olacaktır.
Yorum Gönder