Yüzlerine tükürsem yağmur yağdı derler - Tünay Süer

Yüzlerine tükürsem yağmur yağdı derler - Tünay Süer
Sıcak demedik, soğuk demedik yollara düşüp Silivri zindanlarına gittik.
Davaların görüldüğü oturumlara kâh girebildik kâh ot bitmemiş bahçesinde ıslandık, üşüdük, bazen kavrulduk ama umursamadık.
Hep umutluyduk ve asla yitirmemiştik.
Çünkü onların kahpe bir senaryo ile tutsak alındıklarını, masum olduklarını, üzerlerine suçlu yaftasını utanmadan, vicdanları sızlamadan yapıştırmaya kalktıklarını biliyorduk.
O hâkimlerin, savcıların onlara nasıl davrandıklarını, söz hakkı, savunma hakkı tanımadıklarını, lehte olan delilleri görmemezlikten geldiklerini, gizli tanıklara, (tecavüzcüler, katiller, PKK lılar) nasıl itibar edip hukukun ırzına geçtiklerini bizzat gördük.
 Kamuoyunun yakından tanımış olduğu nice aydınlarımızı, ordumuzun güzide komutan ve subaylarını yıllarca güneş, gökyüzü görmeyen birkaç metrelik hücrelerde tuttular.
Onlar, o zor koşullar altında eğilmediler, bükülmediler onurlu duruşlarından asla ödün vermediler.
İçlerinde hasta olanlar, ölenler oldu.
Geride kalanlar, yine yıkılmadılar.
Yazdılar, okudular, hayattan kopmayarak sabırla özgür kalacakları günleri beklediler.  
Çağın engizisyon mahkemesi yürütülüyordu orada.
Yakınlarının cenazelerine ya izinle gidebildiler ya da hiç gidemediler.
Onlara, Müslümanlığa sığmayan bu kötülüğü de yaptılar.
Orayı okuduğum kitaplardan, romanlardan bildiğim ve çok etkilendiğim Bastil zindanlarına benzetmem daha sonraları herkesin dilinde pelesenk olmuştu.
Onlar benim için sanık değil tutsaklardı. Onlardan bahsederken hep öyle diyordum. Bu da benimsendi.
Bu sözlerin tekrarlarını duyduğum zaman içimdeki acı duygulara rağmen, onlar için hiç değilse kendimce bir şeyler yapmanın buruk mutluluğunu duyuyordum.
Onların ailelerinin maddi manevi çektikleri sıkıntıları düşündüğüm zaman, benim oraya gidip gelmelerimin, yorgunluğumun o çorak arazide kaç kez yağmur altında ıslandığımın, oturacak bir yer bulamayıp saatlerce ayakta kalmamın, yaz sıcağında terden sırılsıklam olmamın hiçbir önemi kalmıyordu.
Babasız büyüyen, okula giden çocukları, gözlerine uyku girmeyen eşlerinden kopartılan anaları düşünüyordum.
Bu arada yandaş basın ve bazı aydın geçinenler ver yansın ediyorlardı.
Darbecilerden hesap sorulmalıdır.
Falanca yerde sakladıkları bombalar çıktı.
Gemideki döşemenin altından darbe planları çıktı.
 ‘Şok gözaltı ve iddianameler” diye her gün yazdılar, konuştular.
Öylesine yazılar yazıyorlardı ki, mahkeme olmadan o oturumun kararını müneccim gibi biliveriyorlar veya bir şekilde mahkemeyi yönlendiriyorlardı yönlendirilmiş kişiler.
Adaletin A sı, insanlığın İ si kalmamış bir devran dönüp gidiyordu.
Günler haftaları, haftalar ayları, aylar yılları takip etti.
Utanmadan, sıkılmadan, vicdanları sızlamadan adi komplolarına hep birlikte devam ettiler.
Dışarda yandaş basın, içerde ise biat içerisinde olan hâkimler ve savcılar…
Savcıların 6 klasör belgeyi tam 11 ay boyunca savunmadan saklamaları ise tam bir skandaldı.
Yıllar uzar giderken hep olumsuz şeyler oluyor, bizlerden umutlarımızı yok etmemiz isteniyordu adeta.18 yıl,30 yıl, müebbet gibi cezalar kesildi kahramanlarımıza.
Sonra 17 Aralıkta sihirli bir değnek değdi sanki ayakkabı kutuları, kasalar dolarlar, rüşvetler su yüzüne çıkıverdi.
Başbakan birden bire paralel devleti ortaya çıkardı ve Ergenekon, ona bağlı davaların kumpas olduğunu söyleyiverdi.
Böylece davalar çökmeye başladı.
Her şeyi paraleller yapmışlardı, kendisine darbe yapmaya kalkmışlardı(!)
Oysa:
Ayağa kalkmadı bedelini ödedi, İsviçre Bankalarında bilmem kaç dolarım varmış dedi bedelini ödedi,  diyen kendisi değilmiş gibi.
Nihayet AYM Balyoz tutsaklarının dijital veriler ve tanık dinlenilmesiyle ilgili konularda haklarının ihlal edildiğine oy birliğiyle karar vererek benim yıkmayı düşündüğüm o demir kapıları açtırarak kahramanlarımızı yeniden yargılanmak üzere özgür bıraktı.
Bunca zaman suçsuz olduklarını, delillerin sahte olduğunu haykıran ve boş yere zindanlara kapatılan onca insanın kaybettikleri yılları geri verebilecekler mi?
Şimdi bu sahtekârlığa ortaklık eden, yalan yanlış haberlerle kamuyu yönlendirmeye kalkan tüm kişilerin yüzlerine tükürmek geliyor içimden.
Davada adil yargılanma hakkı ve masumiyet karinesi ihlal edildi, bunun hesabını kim verecek?.
İnanıyorum ki gün gelecek, devran yine dönecek illaki bu hesaplar ödetilecektir.
                                                      ***
Türk ordusunun aslan yürekli, vatan aşığı kahraman askerlerinin, tahliyelerinde oralarda olmadım. Televizyonlardan izlemeyi yeğledim.
O gün Kadıköy’de bardaktan boşanırcasına yağmur yağıyor, şimşekler çakıyor ve gök acayip gürlüyordu.
Çocukluğumdan beri gök gürültüsünden çok korkarım ama o gün bahçeye indim korkmadan yeşil çimlerde, ağaçlar arasında turlayıp sırılsıklam olana kadar ıslandım. Bu gök gürültülerini kahramanlarımı karşılayan top seslerine, şimşekleri ise havai fişeklere benzettim. Yağan yağmur gök kubbenin mutluluk gözyaşlarıydı.
Ben de ağlıyordum ve gözyaşlarım yağmurla birlikte yüzümden süzülüyor suya hasret kalan çimlere karışıyordu.
Ant içtim, Silivri’ye bir dahaki gidişim bu kumpasları hazırlayanları ve destekleyenleri sanık kürsüsünde görmek için olacaktır.

Yorum Gönder

[blogger][facebook][disqus]

Kemalın Askeri

İletişim Formu

Ad

E-posta *

Mesaj *

Javascript DisablePlease Enable Javascript To See All Widget