Ağacın kurdu içinde olur! - Gündüz Akgül

Ağacın kurdu içinde olur! - Gündüz Akgül
AKP, 03.11. 2002 tarihinde yapılan genel seçimlerde tek başına iktidara gelip 5 yıl içinde laik cumhuriyet için büyük tehlike oluşturacak birçok uygulamayı gerçekleştirmişti.
İkinci dönem için 22 Temmuz 2007 tarihinde yapılan genel seçimde de, bu tehlikenin farkında olmayan yurttaşların çoğunluk oyunu alarak yine tek başına iktidar olmuştu.
Seçimden kısa bir süre sonra, 28.08.2007 tarihinde yapılan Cumhurbaşkanlığı seçiminde de, parti kurucusu Abdullah Gül seçilince, laik Cumhuriyetin karşı karşıya bulunduğu tehlikelerin gün geçtikçe dozunu arttıracağını ve laik Cumhuriyetin dönüştürebileceğini gören bir yurttaş olarak tarihe not düşmek ve büyük tehlikeyi yurttaşlara duyurmak için Cumhuriyet adına üç yazı yazmıştım.
O günden bu güne kadar değişen bir şeyin olmadığını, gün geçtikçe tehlikenin arttığını, tüm Cumhuriyet kurumlarının yandaş hale getirildiğini, laik Cumhuriyet sevdalısı ve savunucuları aydınların, yazarların, çizerlerin, sivil toplum kuruluşlarının, derneklerin birer birer devre dışı bırakıldıklarını görüyoruz.
Bu olumsuzlukları tek adam otoriterliğiyle gerçekleştirmekle, dini simge olan türbanı tüm kamu kuruluşlarından serbest bırakmakla, 1994 yılında “Bütün okullar İmam Hatipli olacak” sözünün arkasında durarak, okulları İmama Hatibe dönüştürmekle, övünen Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, şimdide Cumhurbaşkanı olmak istemekte ve ülkemize uymayan başkanlık sistemini gerçekleştirerek parlamenter sistemi kaldırmak istemektedir.
Çok acıdır ki kendilerini Cumhuriyet sevdalısı, Atatürkçü ve aydın olarak tanımlayıp yıllardır birlikte bu olumsuzluklara karşı duran bizler, Cumhurbaşkanlığı seçim sürecinde karpuz gibi ikiye ayrılarak, bir bölümümüz Başbakanın, Cumhurbaşkanlığı seçimini kazanmasına, farkında olarak veya olmayarak katkıda bulunup değirmenine su taşımakta, buna karşı çıkanları ise hainlikle suçlamaktadır.
Başlıktaki özdeyiş, bu gün düştüğümüz bu durumun tam da özetidir.
Hep var olan bu tür aymazlığımız (gaflet) nedeniyle, büyük önderin kurarak bizlere emanet ve armağan ettiği laik cumhuriyeti, gereği gibi koruma ve kollama görevimizi yapmadığımız için bu günlere geldiğimizin özeleştirisini hepimizin kabul etmesi gerekmektedir.
Yıllar önce öngördüğüm bu tehlikeleri, Cumhuriyet adına sizlere duyurmaya çalıştığım ilk yazım, hala güncelliğini koruduğu kanaatinde olduğumdan tekrar bilgilerinize sunmak gereğini duydum.
Umarım aklımızı başımıza toplayıp olanlardan ders almış oluruz.

18.07.2014
Gündüz AKGÜL
Emekli Cumhuriyet savcısı

İşte o Yazı:

ELVEDA DOSTLARIM (1)!...


Ben,
19 Mayıs 1919 da Samsun’da bir güneş gibi doğan büyük önder Mustafa Kemal Atatürk’ün üstüne titrediği çocuğuyum.
Anam ANADOLU,
Doğum tarihim 29 Ekim 1923,
Adım CUMHURİYET.
Ata’mın, anam Anadolu’ya geldiği 19 Mayıs 1919 günü ülkemi işgal eden Emperyalist devletlere karşı başlattığı kurtuluş savaşının utku ile bittiği 9 Eylül 1922 tarihinde, güzel İzmir’in işgalden kurtarılışından yaklaşık 1 yıl 1 ay 9 gün sonra dünyaya gelişim; aydınlığın, çağdaş uygarlığın, gerçekleştirilen tüm devrimlerin, hızlı kalkınmanın, ümmetten-ulusa, hilafetten-demokrasiye, tebaadan-yurttaşa, cemaatten-topluma geçisin başlangıcı sayılır.
Bu nedenle Atam,  aydınlık yarınlarınız için ne denli önemli olduğumu belirtmek ve beni tehlikelerden korumak için;
“Efendiler ve ey millet iyi biliniz ki Türkiye Cumhuriyeti şeyhler, dervişler, müritler, meczuplar memleketi olamaz. En doğru ve gerçek tarikat medeniyet tarikatıdır. Medeniyetin emir ve talep ettiğini yapmak insan olmak için kâfidir.” (1923)
“Bütün dünya bilsin ki, benim için bir yandaşlık vardır: Cumhuriyet yandaşlığı”(1924)
“Cumhuriyet, yüksek ahlaki değer ve niteliklere dayanan bir idaredir. Cumhuriyet fazilettir.” (1925)
“Benim naçiz vücudum elbet bir gün toprak olacaktır, ancak Türkiye Cumhuriyeti ilelebet payidar kalacaktır.” diyerek sizleri uyarmış ve yol göstermişti.
Ayrıca, ölümünden sonra beni “ilelebet” yaşatmak için, çok güvendiği Türk gençliğine emanet ederek,
Ve gençliğe,
“ Ey Türk gençliği!
Birinci vazifen, Türk istiklâlini, Türk Cumhuriyeti'ni,  ilelebet, muhafaza ve müdafaa etmektir.” Görevini vermişti.
Dünyaya geldiğim günü size ulusal bayram olarak armağan eden, Atam, onuncu yaş günümde size seslenirken, “Türk Ulusu, Kurtuluş Savaşı'na başladığımız 15'inci yılındayız. Bugün cumhuriyetimizin onuncu yılını doldurduğu en büyük bayramdır. Kutlu olsun!” diyerek, benimle gurur duyduğunu sizinle paylaşmıştı.
Benim için yazdığınız şiirlerde,
“Türk'üz Cumhuriyet'in göğsümüz tunç siperi
Türk'e durmak yaraşmaz, Türk önde Türk ileri.”
                xxxxxxx
“Çekilmiyor bunca zulüm
Ya istiklal ya da ölüm
Parolası özgürlüğün
Cumhuriyetle yazıldı” demiştiniz.
Ve
Benimle, bağımsızlığın, aydınlığın, dünya ulusları karşısında dik duruşun onurunu yaşamıştınız.
Ata’mın, hayata gözlerini yumduğu 10 Kasım 1938 tarihinde saat 9’u 5 geçe ye kadar bu coşkuları hep birlikte yaşamıştık.

Ondan sonra başlayan duraklama dönemi sonrasında, 14 Mayıs 1950 tarihinde yapılan seçimlerle iktidarı ele geçirenler, bana karşı olan davranışlarına hız vererek geriye gidişin sinyallerini verdiler. Çünkü onların karanlık dünyalarını aydınlatan ışığım onları rahatsız etmeye başlamıştı.
Yeraltında örgütlenen karşı devrimciler her geçen gün karanlık yüzlerini göstererek yer üstüne çıkmaya ve bana saldırmaya başladılar.
Sevgili dostlarım, sizler bir şey olmaz diyerek saldırıları hep hafife alırken, her saldırı sizler adına bende büyük acılara neden oldu.
Benim ayrılmaz bir parçam olan laikliği, dinsizlik olarak göstermeye kalkışarak dostlarımı bana karşı kışkırtmaya çalıştılar.
Oysa Atam, insanların dinlerini özgürce yaşaması içinde sizlere yol göstermiş,
Ve
“Softa sınıfının din simsarlığına müsaade edilmemelidir. Dinden maddi menfaat temin edenler iğrenç kimselerdir.”
“Din bir vicdan meselesidir. Her kes vicdanının emrine uymakta serbesttir. Biz dine saygı gösteririz”
“Din ve mezhep herkesin vicdanına kalmış bir iştir. Hiç kimse, hiçbir kimseyi, ne bir din, ne de bir mezhep kabulüne icbar edebilir. Din ve mezhep hiçbir zaman politika aleti olarak kullanılamaz” demişti.
Din simsarları laikliği böyle anlamak istemediler. Çünkü ben ve benimle birlikte gerçekleştirilen devrimler “ilelebet” yaşadıkça, bu simsarların başarı şansı yoktu. Onun için başarmalarının tek koşulu beni ortadan kaldırmaları gerekiyordu.
Ben henüz 2 yaşında iken bunun ilk denemesini, 1925 yılında ki başkaldırı ile denediler. (Şeyh Sait İsyanı), ikincisi ise çocukluğumu yaşadığım 7 yaşında yani 1930 yılında Menemen’de gözleri dönmüş bir yobaz güruhu tarafından uğruma şehit olmayı göze alan Mustafa Fehmi Kubilay’ı canavarca şehit ederek gösterdiler. (Menemen Olayı), Atam’ın kararlı ve ödün vermeyen kişiliği ve beni “ilelebet” yaşatmanın engin arzusu sayesinde her iki başkaldırının da başarısızlıkla sonuçlandığını biliyorsunuz.
O günden bu güne kadar karşı devrimciler, kökten dinciler, aydınlıktan rahatsız olan yarasalar durmadılar. Beni yok etmek için hep çalıştılar, çalıştılar, çalıştılar.
Bu gün gelinen noktada, emperyalist güçlerden, adımın önüne numara koyarak kullanmak isteyen işbirlikçilerden (numaralı Cumhuriyetçiler), Soros’un beslemeli tosuncuklarından aldıkları güçle nerede ise başaracaklar. Artık rahat nefes alamıyorum. Her cepheden saldırıya geçerek beni yaralamaya, aydınlığımı karartmak için çamur atmaya başladılar.
Benden yana olanlar ve kendilerini “Cumhuriyet sevdalıları” olarak tanımlayanlar, gaflet (aymazlık) uykusunda olacaklar ki bu saldırılara karşı ses sedaları çıkmıyor. Ata’mdan aldığım güçle tek başıma ayakta durmaya ve çocuklarınızın aydın geleceklerini karartmamaya çalışıyorum.
Oysa beni “ilelebet” yaşatmak için hayatlarını veren, Mustafa Fehmi Kubilay, Muammer Aksoy, Çetin Emeç, Uğur Mumcu, Bahriye Üçok, Ahmet Taner Kışlalı, Turan Dursun, Kemal Türkler ve daha nice yiğitler biliyorum.
Elimde kalan ve Anam Anadolu’nun 28 Ekim 1923 gecesi beni doğurmak için sancılar çektiği Çankaya kalemi de kaybetmiş bulunuyorum.
Birileri çıkıp “ne kalesi, hangi kale” demeye başladı;

Bu Kalenin, Aydınlığın, özgürlüğün, akıl ve bilimin, onurun, dahası Atam, Mustafa Kemal Atatürk’ün kalesi olduğunun bilincinde dahi değiller.
Şu günlerde hazırlanan ve gerçek amaçlarını gizlemek için adını “sivil Anayasa” olarak koydukları Anayasa taslağı ile ayakta durmamı sağlayan tüm dayanaklarımı da yok etmenin gayreti içinde olanlara karşı, tıpkı Çanakkale’de, Conkbayırı’nda, Seddülbahir’de, Dumlupınar’da, Sakarya’da, özgürlükleri için çılgınlaşan dedeleriniz gibi direnip, benim yanımda saf tutmaz ve gaflet (aymazlık) uykusundan uyanmazsanız ve emanet edildiğim Türk gençliği de beni korumak ve savunmak için, muhtaç olduğu kudretin, damarlarındaki asil kanda, mevcut olduğunu anımsayıp harekete geçmez ise,
Ben,
Büyük önder Mustafa Kemal Atatürk ve Anadolu’dan olma 29 Ekim 1923 doğumlu CUMHURİYET olarak, siz dostlarıma elveda demekten başka yapılacak bir şeyin olmadığını söylemek istiyorum.
Elveda Dostlarım…..  

01.10.2007
Gündüz AKGÜL
Emekli Cumhuriyet Savcısı

Yorum Gönder

[blogger][facebook][disqus]

Kemalın Askeri

İletişim Formu

Ad

E-posta *

Mesaj *

Javascript DisablePlease Enable Javascript To See All Widget