24Aralık 2006 Pazar günkü gazetelerin birinde şöyle bir başlık dikkatimizi çekmişti: “Ermeni sorununda Nazım tek değil”ve yazı şu alt başlıkla devam ediyordu : “Ermeni sorununa değinen dizeleri sansür edilen Nazım Hikmet’in dışında, ünlü Türk romancı Halide Edip Adıvar ile gazeteci Ref’i Cevat (Ulunay) da bu konuya değinenlerden.” Yazının içeriğinde Halide Edip’in 1917’de bir kız okulu açmak için gittiği Beyrut’tan yazdığı bir mektuptan bahisle, yazarın acı çeken Ermeni göçmenler karşısında duyduğu rahatsızlığı dile getirmesi anlatılıyor ve ayrıca gazeteci yazar Ref’i Cevat’ın ,“Hürriyet şehidi” olarak vasıflandırdığımız, Boğazlayan Kaymakamı Kemal Bey’in 9 Nisan 1919 günü Beyazıt Meydanında idamı sonrasında yazdığı bir yazıya temas ediliyordu.
2015 yılına beş kala, özellikle yazar Orhan Pamuk’un desteğinden sonra artan çabalarla dolu bu günlerde, bütün bir Hıristiyan Batı Dünyasının bu konuda başlattıkları haksız ve gerçekle hiçbir ilişkisi olmayan iddialarını, Türk Toplumunun kendi içinden ve kendi aydınlarının sözleri ile ispatlama arzusunda büyük atılımlar içinde olduklarını biliyoruz. Türk toplumunun çok hassas olduğu ve büyük rahatsızlık duyduğu bu konuyu, olası yanlış anlamaları önlemek için hemen ele almayı ve aynı konuda bilinmeyen gerçekleri ziyaretçilerimizle paylaşmayı gerekli gördük.
Cemal Paşa Lübnan’ın Aynitura Manastırında 1.000 muhacir çocuğu için bir yetimhaneyi göz doktoru Lütfi (Kırdar-sonradan İstanbul Valisi) Beyin idaresinde açtı. Bu mükemmel bir bakımevi idi, yetimler ve çocuklar çok iyi bakıldılar. Halepte de, Dr. Altunyan’ın kızı ile birlikte, bir Alman hemşirenin idaresinde iki yetimhane daha açıldı. Halide Hanım burada eğitim faaliyetlerine devam etti ve kız okulları kurdu. Cemal Paşa’nın yanında göçmen Ermeni ailelerine elinden geldiği kadar yardımcı oldu. Savaşın ağır yükünü çeken, masum sivil halkın acısına şahit olmak tabii ki onun gibi hassas bir insanı rahatsız edecektir. Ama Halide Hanım o günlerde, Ermeniler ve Ruslar tarafından yaşadığı topraklardan sürülen, kıyım ve işkence gören en az Ermeniler kadar ve hatta daha fazla acı çeken milyonlarca Türk insanını henüz görmemişti.
Daha sonra onları da görecek ve ulusuna yüklenen haksızlıklar ve iftiralar nedeni ile kendi insanları için büyük ve ölümcül bir mücadeleye başlayacaktır. Unutulmamalıdır ki İstanbul Örfi İdare Mahkemesinin verdiği idam kararı listesinde onun adı, Mustafa Kemalin yanındaydı. Suriye ve Lübnan’da göçmen Ermenilerin yaşamını kolaylaştırmak için aldığı bütün tedbirlere rağmen, Cemal Paşanın 5 yıl sonra (25 Temmuz 1922 günü), Tiflis’te Ermeni militanların kurşunları ile öldürülmesi, Ermenilerin vefa duygusunun en önemli örneklerinden biri sayılmalıdır.
Batıda en çok ilgi uyandıran Ermeni iddialarından biri: “Savaşta erkekleri ölen kadınların ve kızların Türk erkeklerin haremine alınıp zorla Müslümanlaştırıldıkları ve yine benzer şekilde anne babasını kaybetmiş Hıristiyan Ermeni çocukların toplanıp zorla Müslüman yapıldığı” şeklinde idi. Böyle bir iddia ortaya atılınca onun gereği yapılmalı, bir şeyler bulup kamu oyu önünde sergilenmeliydi. Oyunun kuralı buydu. Bunun için işgal güçleri tam bir cadı avı başlattılar ve Ermeniler şüphelendikleri evlere baskınlar yaptırdılar. Pek çok çocuk “daha önce Ermeniydi, sonradan Türkleştirildi” gibi bahanelerle yetimhanelerden alındılar. Halide Hanım bu olaylardan büyük rahatsızlık duyuyordu. Olayları onun kalemiyle aktarmanın, bu konudaki hassasiyetini açıklamak için yeterli olacağına inanıyoruz.
“ Anadolu Ermeni kurbanı ailelerin yetimleriyle dolu idi. Yetimhaneler Türk çocukları gibi bazı Ermeni çocuklarını da kabul ediyordu. Ermeni çocukların büyük bir kısmı Amerikalılar tarafından toplanmıştı. Bazı aileler de acıma ve insani duygularla bazı Ermeni çocuklarına evlerinde bakıyorlardı. Bunların zorla Müslümanlaştırılmaları gibi bir olay; Müslümanlıkta Hıristiyanlıkta olduğu gibi zorla din değiştirme bulunmaması nedeni ile gerçek olamazdı... Türkiye yetimlerle dolu bir ülke görünümünde idi ve onları görmek acı veriyordu. En kötü durumda olanlar Türk çocukları idi. Kimsesiz çocukların sayısı 90.000 kadardı ve mevcut yetimhanelerin kapasitesi ise 12.000 kadardı. Doğu ve Güneydoğu Anadolu bölgelerinde bahis konusu olacak kadar yetimhane mevcut değildi. O günlerde (Anadolu’da faaliyet gösteren) Amerikan yardım teşkilatı sadece Hıristiyan çocukları kabul ediyordu.
Ermeni çocukları ayırmak için albay Heathcote Smythe liderliğinde bir uluslar arası komite kuruldu. Şişlide bir ev kiralandı ve komite çoğunlukla Ermenilerden teşekkül etti. Kızılay kadın bölümünün başkanı, Nezihe Hanım Türk tarafını temsil ediyordu. Haftada üç defa olmak üzere iki ay kadar toplantılara devam etti. Sonra dayanamadı istifa etti. İstifasının nedeni her gün daha çok Türk çocuğunun Ermenileştirildiğini önleyememesi olmuştu. Anneleri, babaları Ermeniler tarafından işkence görmüş, katledilmiş çocukların, zorla kilise adamları tarafından (Ermeni iddialarının tam tersine) Hıristiyanlaştırılması, Türk çocukların çok fazla acı duymasına neden oluyordu. Nezihe Hanımın yerini Naciye Hanım aldı. Kazım adında Adanalı bir memurun oğlunun herkesin gözü önünde, bile bile Ermenilere teslim edilmesi ve bu sırada çocuğun çığlık çığlığa söylediği şu sözler onu gözyaşları içinde bıraktı ve o göreve bir daha dönmedi:
“ Kazım küçük, kazım güçsüz, yumrukları onu koruyamıyor ama zaman gelecek, Kazım güçlenecek o zaman bütün dünyaya Türk olduğunu gösterecek.” (Turkish Ordeal,p.17-18)
Küçük Kazım sanki kendisi için değil, her taraftan ezilmeye çalışılan ulusunun sesini duyurmak istiyor gibiydi. 1911–1922 yılları arasında Anadolu Yarımadasında çok büyük kötülükler yaşandı. Bize göre bu kötülüklerin nedeni asla ülkelerinin parçalanmasını önlemek için çırpınan Türkler değildi, buna rağmen yine de en çok acı çekenler onlar olmuştu.
Dr. M. Galip Baysan
Yorum Gönder