‘Her mahallede bir milyoner yetiştireceğiz’ sloganı, Demokrat Parti’nindir. Gerçekten de DP, yandaşlarından milyonerler yetiştirmiş, halkı çürük inanış ve içeriksiz sözlerle uyuşturarak ‘bir lokma, bir hırka’ yöntemine tutsak etmiştir. DP takipçisi iktidarlar da yoksulluğu ‘alın yazısı’ sayanlardan oy yakalamışlardır. Halkçı-devletçi tutumun tasfiyesiyle insafsız piyasa ekonomisi talancıları, ‘harami’ sınıfına terfi etmişlerdir. -“Sosyal”- sözcüğü eklenen piyasa ekonomisinin ikizi de çalışma, gelir dağılımı ve emeğe saygıda ancak “idarei maslahatçılık” rotasındadır.
Cumhuriyet, antikapitalist kalkınma modelini benimseyerek somutlaştırmıştı. “İmtiyazsız, sınıfsız kaynaşmış bir kitleyiz” ilkesiyle sosyal yaşamdaki “imtiyaz” yani ayrıcalık, devrimce reddedilmişti. Feodal yapı, tasfiye edilmek isteniyordu. Atatürk dönemindeki girişimlerin yanı sıra İnönü, 1945’teki “Çiftçiyi Topraklandırma Kanunu”nu gündeme getirdi. Halkçıdevletçi sistem; tefeciyi, vurguncuyu, kara para tüccarını silkip atmak kararındaydı. “İmtiyazsız-sınıfsız” bir halk yaratılarak toplumdaki haksızlıkların giderilmesi amaçlanmıştı. Öngörülen kural, yurt ve ulus bilincine erişmiş insanların, eşitlikler göstergesinde kaynaşmalarıydı.
İlerici süreç
Kamu iktisadi teşekkülleri, ulusal üretime bağlı ucuz tüketim olanağı gerçekleştirip ithalatı kesiyorlardı. Devlet; öğretmen, subay, maliyeci, ziraatçı, sağlıkçı ve teknisyenleri geleceğe hazırlıyordu. Eğitim ve öğrenim; “zâdegan” tekelinden alınarak yurtdışı bir kapsamla halk çocuklarına açılıyordu. Çalışma, kölelikten arındırılıyordu. 1936 yılındaki “İş”, 1947 ve 1963 tarihli “Sendika” yasaları, çalışanların güvenceleri için devrimci iradenin sonuçlarıydı.
Kayıt dışı kazançlar elde edenlere uygulanan 1942’deki “Varlık” vergisi, ayrıcalıksız bir mali disiplindi. Yıllarca ve bilgisizce konu edilen vergiyi, yeri gelmişken bir kez daha irdelemek gerekir. Toplanan 314 milyon liranın 130 milyonu, Türkiye’deki yabancı uyruklulardan alınmıştı. 30 milyonu, Kurtuluş Savaşı’nda; Journal d’Orient, Pontus ve Rönesans gazeteleri etrafında toplanarak işgalcilerle saf tutan azınlıklardan, 154 milyon lirası da Müslüman yurttaşlardandı. “Aşkale” zorunlu çalışmasında çoğu onlardı. “Verginin çıkarılması zorunluluktu.”(*)
İkinci Dünya Savaşı’nda 100 kişilik asker, günde 15 somun ekmek paylaşıyor, arazide barınma güçlüğü çekiyor, 35.000 kadarı beslenme bozukluğundan yaşamını yitiriyordu. 17 milyon halkın 1 milyondan fazlası ordudaydı. (**)
“İstanbul Defterdarı” sıfatıyla sorumluluk taşımış Faik Ökten’in, 1951 yılında DP iktidarına yarayan ve İnönü dönemini yeren “Varlık Vergisi Faciası” adlı kitabı, aldatıcı yankılar uyandırdı. Zamanla sahteci Ökten’in, bir vergi kaçakçısının hacizli evini ele geçirmek için başvurduğu şaibeli yöntem de ortaya çıktı. Ama “Salkım Hanım’ın Taneleri” teranesiyle kitap yazarak Varlık vergisini eleştirenlerle, “1 milyon Ermeniyi kestik” diyerek “Nobel” ödülü alanlar, ulusal geçmişi karalamada saf tuttular.
Cumhuriyet ve devrimin tanıdığı tek kural, ortak; yurt, kültür, amaç, tasa ve kıvanç birliğindeki bir ulusun sosyal ve ekonomik eşitsizliklere karşı birleşmesiydi. Bu çaba özenle sürdürüldü. Ta ki, 1950’deki karşıdevrim sürecine kadar!.. Ondan sonra, “Zenginlik ve fakirliğin yaşamsal bir kader olduğu” topluma kabul ettirildi.
Şimdiler:
Günümüzde gelir dağılımında adaletsiz bir dengesizlik vardır. Serbest piyasa uygulamasıyla; yüzde 15’lik kesimin, yüzde 85 dolayındaki kitleyi bunalttığı bir Türkiye’deyiz. Ne diyor Nâzım Hikmet: “Benim; fakir, cesur, çalışkan ulusum…”
“Halkçı-devletçi” ekonominin geçmişteki ekonomik büyüme hızı aşılamamıştır. Piyasanın “sosyal” tanımlı modelini seçenek olarak sunan siyasetler, liberalizmin başka versiyonudur. Bu ülkede devlet, halkına yabancıdır. Çünkü artık “sosyal” değildir. Kamu mallarını, satansavan politikalar egemendir. Cumhuriyet ve devrim örselenmiştir. İnsani erdemler törpülenerek bireycilikler sivriltilmiştir. Ülke suç laboratuvarıdır. Çıkarcılık, bencillik ve vurdumduymazlık egemendir. Ufak bir anlaşmazlıkta mahkemelere giden, silaha davrananlar gazete haberidir. Kadına saygısız, uyuşturucuya meraklı, kendini hep haklı sayan, ulusal değerleri yitik, kredi kartına sarılan, işsiz veya çalışmadan kazanmaya hevesli bir toplum yaratılmıştır. “Paramalcı” liberal politikalar, bu ülkeyi mahvetmiştir.
Aydınlanma baltalanmıştır. Öğrenim; özel okul ve dershanelerin ticari hırslarına yönlendirilmiştir. Kamuoyunu yaralayan hukuksuz gelişmelere tanık olunmuştur. Adil yargı yerine, idarenin baskı kulvarı açılmıştır. Uluslararası ilişkilerde eşitlik ilkesi kalmamıştır. “Sevr” emperyalistlerinden bölücülük destekleri alanlar, ulusal bilinci darmadağın etmişlerdir.
Artık; imtiyazlı, sınıflı, kaynaşmamış bir kitleyiz. Piyasaların iç ve dış sömürüsüne hedefiz. Uygulamada serbest piyasanın ikizi olan “sosyal” piyasa ekonomisi, kimilerince seçenek gibi şöyle öne sürülmektedir: “Ekonomide temel amaç, olanak olduğu kadar piyasadır. Devletin emtia ve hizmet fiyatlarını doğrudan denetim altında tutması, piyasaya uygun olmayan müdahaledir. Devlet, sisteme uygun olarak piyasa işleyişini bozmamak ve aksak rekabeti önlemek zorundadır.” Bu görüşün; “Ekonomik ve sosyal yaşamın sadece piyasa kuvvetlerince düzenlenmesini” isteyen 19. yy. liberal görüşünden farkı nedir?
Sonuç
Çıkmazda olan piyasa ekonomisine müdahale etmeyen devlet kalmamıştır. “Seçenek” kaydıyla sunulan “sosyal” tanımlısı da doğasında halkçı ve adil olmadığından, serbest piyasayla uyuşmaktadır... Kamusal yaşama zarar veren aynı karakter etkindir. Öyleyse “istikrar” modeli, halkını; çalışma, sağlık, eğitim, barınma sorunlarında adaletli kanadı altına alarak “kula kulluğu” önleyen “halkçıdevletçi” uygulamadır.
(*) C. Kayra: “Savaş, Türkiye, Varlık Vergisi” 2011
(**) Savaşta İnönü, C. Kazancı1959
(***) İkt. İşlt. ve Ekonomi D.2010
Ertuğrul Kazancı / Eğitimci-Hukukçu/Cumhuriyet
Yorum Gönder