Artık 10 Ağustos seçimleri iyice yaklaştı ve adaylardan biri devletin bütün güçlerinin desteğinde, diğer ikisi halkın ve muhalefet liderlerinin mütevazı desteğinde propaganda çalışmalarını yürütüyorlar. Başbakan Erdoğan önümüzdeki dönemde, yıllarca konuşulacak bir kararla görevinden ayrılmadan kampanyaya katılırken ve Türkiye’nin bütün il ve ilçelerindeki AKP. li yöneticilerin desteği ile dağlara, taşlara posterleri asılırken diğer iki adayımızın haklı itirazları seçimle ilgili kurumlar tarafından görülmüyor, duyulmuyor. Özellikle Yüksek Seçim Kurulu üyelerinin tutum ve beyanları insanı düşündürüyor. Genel kanı şu ki, sanki herkes Başbakan Erdoğan’ın seçileceğine kesin gözü ile bakıyor ve Çankaya’ya yürüyüşünün sekteye uğratılmasının hesabını soracağı düşüncesiyle bir kenara çekiliyorlar.
Burada ben Başbakanı asla suçlayamıyorum. Onun zamanı gelince Çankaya’ya çıkabileceğini veya çıkmak isteyeceğini bu ülkede kafası biraz çalışan herkes biliyordu. Çıkmalı mı? Çıkmamalımı? Layıkmı? Layık değimli? O ayrı konu. Ama koca bir siyasi parti üyeleri, kurucular da dâhil olmak üzere Cumhurbaşkanlığı, Meclis başkanlığı, Başbakanlık ve Bakanlıklar gibi bir ülkenin en önemli görevlerine atamaları sadece bir kişinin iradesine bırakıyorlar ve bunu hep yapıyorlarsa bu iradenin Çankaya’yı istemesi kadar normal bir şey olamaz.
Burada en büyük günah, dünyamızın uzay çağına girdiği bu dönemde devletin Yasama, Yürütme güçleri yanında Yargı gücünü bile bir kişinin isteğine bağlı olarak şekillendirilmesine imkân veren her kademedeki görevlilerdedir. Çağımıza yakışmayan, geçmiş yüzyıllardan kalma Kulluk zihniyeti bütün kademelerdeki insanları esir almış gibidir. Bu zihniyet Atatürk’ün yaratmaya çalıştığı, akıl ve bilimin ışığında yürüyen özgür insanların oluşturduğu Ulusal Devlet anlayışının tamamen tersidir. Tek adam yönetimi, Ulusun geleceği önündeki en büyük engellerden biridir. Şüphesiz ki tarih bu dönemi pekiyi bir şekilde değerlendirip yargılayamayacaktır.
Gelelim başlığımıza; bazen bir kişi veya bir oy tarihin şeklini değiştirebilir. Önümüzdeki günlerde elinize ülke ve ulusunuzun kaderini değiştirecek bir fırsat geçecek. Belki de sizin kararınız ve oyunuz gözünüzün önünde cereyan eden siyasi gelişmelere yön verecek. Bu mümkün olabilir mi? Tabii ki mümkün olabilir ama bunun için büyük oynamak ve biraz fedakârlık yapmak gerekebilir. Bu konuda size genç bir Türk subayını örnek vermek isteriz.
Yarbayımız savaş başladığında komşu ülkelerden birinde görevliydi. Ülkesinin savaşa girmemesi için çok uğraştı. Ancak başaramadı ve ülkesi de savaşa katıldı. Bulunduğu yerde keyfi yerinde ve rahatı çok iyi idi. Üstelik geçmiş günlerden edindiği tecrübeyle savaşın en korkunç yönlerini görmüş, acısını çekmişti. Ama çocukluğundan beri aldığı terbiye ve ulusunun trajik durumu onu çok rahatsız ediyor, ülkesinin ona ihtiyacı olduğunu düşünüyordu. Ülkesi savaştayken o bulunduğu yerde oturup keyfine bakamazdı.
Derhal bir dilekçe yazarak Başkumandanlıktan cephede bir görev istedi. Garip bir durum, ona bulunduğu ülkedeki görevinin çok önemli olduğu, bu nedenle de yerinde kalması gerektiği bildirildi. Yarbay bu tavsiyeye kulak vermedi ve müracaatını yeniledi. Bunun üzerine Başkomutanlık kendisine yeni kurulması düşünülen bir tümenin komutanlığını verdi.( Basit gibi görünen bu davranışla ilgili küçük bir not düşmek isterim.1974 yılında Kıbrıs Harekâtı başladığı zaman, Napoli’deki NATO komutanlıklarında görevli 70–80 subay, astsubay vardı. O zaman bu tarihi olayı hatırladım, ama bir tek kişinin bile bu çıkarmada görev almak için dilekçe verdiğini görmedim. Ancak haksızlık yapmak istemem ve şunu da belirtmeliyim ki hemen herkes geri çağrılmayı bekleyip hazırlıklara başlamıştı.
Yarbayımızın komutanlığı devraldığı günden sonra iki ay bile geçmeden ünlü Çanakkale Muharebeleri başladı ve kendisini dünyanın en güçlü orduları karşısında, en ağır savaş şartları içinde buldu. Savaş içinde ulusu için elinden gelenin en iyisini yapmaya çalıştı. Öyle büyük işler başardı ki, yıllar sonra Savaşın tarihini yazan bir yabancı kaynak onun için şöyle yazacaktı:
“ Bir tek Tümen Komutanının üç ayrı yer ve zamanda, kendi insiyatifini kullanarak yaptığı müdahalelerle bir muharebenin kaderini ve hatta bir ulusun geleceğini etkilemesi tarihte ender görülür bir olaydır.”
Yani bir kişi, bir savaşın ve bir ulusun kaderini değiştirmiştir, bir oy da, (kim bilir belki de sizin oyunuz) günümüz Türkiye’sinin kaderini değiştirebilir ve tek kişi hâkimiyetine en Demokratik yoldan son verebilir.
(NOT: Bu yazı oy vermeye gitmeyeceğim çünkü adayların hiç birini sevmiyor, tanımıyor, Cumhurbaşkanlığına layık görmüyorum diyenlere belki yardımcı olur. Bunun yanında, dışarıdan ve hudut kapılarından getirilen oyların dikkatle izlenmesini tavsiye ederiz.)
Dr. M. Galip Baysan
Yorum Gönder