Vazgeçilmeyen “Abi”ler Üzerine
Her sorunu çözeceği umulan demokrasi, “Devrime Yeter” dedi; ama ekonomik büyüme ve kalkınma adına rüşvet ve yolsuzluğun üstüne varamadı. Evrensel hastalık, Batılı dillerde “Prozent/ Percent (yüzde)” olarak meşru görülüp müşteriye sunuluyordu. Ünlü Lockheed davasında, Türkiye rüşveti saptadı ama yargılamadı.
Geleneksel ya da modern toplumlarda “abi”ler vardır. Gerçek veya sanal, ünlü ünsüz, güçlü güçsüz, görevi başında yahut emekli, amatör ve profesyonel (psiko, sosyo, eko, teo, ve politiko) abi’ler. Adlarını bildiğimiz/ bilmediğimiz ama yaşadığımız sorunlar karşısında varlıklarına ihtiyaç duyduğumuz; bulduğumuzda: “Abi, bu işin bir kolayı yok mu?” diye danıştığımız; adını ve telefonunu bir kenara yazıp sakladığımız, başımız sıkıştığında, polisten, savcıdan önce aradığımız...
Toplum hayatının her kesiminde, çocuğumuzun eğitiminde, eşimizin sağlığında, yurttaşlık haklarımızın korunmasında, trafik, vergi, muafiyet, sigorta, askerlik vb. hukuk ve güvenlik sorunlarımızda danışmak ihtiyacı duyduğumuz, yol yordam sorduğumuz, yardım ve çözüm beklediğimiz, güvenilir abiler.
Kimi zaman bakanlıkta bir dayı, bir gazeteci veya köşe yazarı, bir kurucu müdür, mütevelli üyesi, derdi olana kapısını açık tutan, gerçek veya sanal, öyle tanınan/ tanıtılan, ünlü kişilerin kendisine “abi” dediğini açıklayan abiler. Kimisi belli sorunlarda uzman, nadiren, her derde deva, abi’lerin abi’si, hocaların hocası, açıkoturumlarda yeri doldurulamayan abiler.
Olmasalardı, yeniden yaratılmalarına katıldığımız, değerleri değilse bile fiyatları, kurları, faizleri, yüzdeleri bilen, Dolar, Avro ve altın borsalarını izleyip, doğru tahminler yapan. Söze, “Şimdi, yani baktığımızda görünen o ki” diye başlayıp, ülke ekonomisinin yorumunda milyon / trilyon TL farkını gözeterek sürdüren, “Ancak, şu gerçeği de hatırdan çıkarmayalım ki...” uyarısıyla son veren; ölüm ve doğum yıldönümlerinde saygıyla anılan, ulusal ve uluslararası düzeyde ünlü abiler. Alçak gönüllü, fahri hizmet edenler yanında; başkasının emeği ile abi rolünde, Vatan-Millet-Sakarya nutku çekerken bile kişisel çıkarlarını gözeten, Anadolu deyimiyle “Ekmediği tarlayı biçen” abiler de vardır.”
KIRKAYAK FIKRASI
Romatizmalı kırkayak ünlü ve güçlü bir abi, kediden derdine çare istemiş. (Kırkayak romatizma oluyorsa, kediler neden abi olmasın ki?)
Kolay, demiş Kedi Abi:
-Gel, seni bir fareye dönüştürelim!
-İyi de ağrılarım geçecek mi?
-Geçmeyecek ama ayaklarının sayısı azalacak.
-Peki ama bu işi kim yapacak?
-Biz, çözümü öneririz, herhangi bir uzman uygular.
Abilerin çözümleri hep böyle aldatıcı olmayabilir; ama toplumlar umutlanır ve o sihirbazı arar dururlar. Bulamayınca da, sorunları basite indirgeyen abilerden yakınır: “Abi deyip inandık ama aldandık. N’olacak, nereye varacak memleketin hali?”. Bir yere varacak değil. Yurttaşlar, ünü kendinden kaynaklı abilere inandıkça, sosyal kültürel sorunlar böylece sürüp gidecek.
Gerçek abiler, güçsüzleri, kaba güce, hukuk dışı uygulamalara, hatta devlete karşı koruyan kişilerdir. Sahte abiler, yeraltı dünyasının ünlüleri; korku salan, güce tapan, güçten başka değer tanımayan kişilerdir. Öyle ya da böyle, gün olur bu abilerden birine işimiz ve yolumuz düşer. Onlardan yardım, destek isteriz. Beğenirsek över, beğenmezsek yereriz. Abilik kolay kazanılmadığı gibi kolayca da yitirilmez. Çoğu kez insan gider sanı kalır yadigâr.
TARİHİ ÖRNEKLER
Fuzuli, “Selam verdik, rüşvet değildir diye almadılar” sözüyle de anılan ünlü bir ozanımızdır. Eşsiz seramikleriyle ünlü Rüstem Paşa Camii, muhteşem yüzyılın rüşvet anıtıydı. Onarıldıkça, ünlü seramiklerinin azaldığı söylenir. Ama “devlet ebed” yaşamış ve Tanzimat döneminde, Saray mensuplarıyla “iş yapmanın’ (rüşvetin) İngilizce tarifesi Mısır’da yayımlanmıştı. Erzurumlu İbrahim Hakkı’nın Marifetname eseri, Kazanlı Yusuf Akçura’nın “Üç Tarzı Siyaset” önerisi gibi. Cumhuriyetin kültür devrimi, rüşvet ve yolsuzluk hastalığından kurtulmayı denemiş ama tam başaramamış; İkinci Savaş koşullarının dayattığı karaborsaya ve Türediler Ailesi’ne yenik düşmüştü.
Her sorunu çözeceği umulan demokrasi, “Devrime Yeter” dedi; ama ekonomik büyüme ve kalkınma adına rüşvet ve yolsuzluğun üstüne varamadı. Evrensel hastalık, Batılı dillerde “Prozent/ Percent (yüzde)” olarak meşru
görülüp müşteriye sunuluyordu. Ünlü Lockheed davasında, Türkiye rüşveti
saptadı ama yargılamadı. Zaman aşımı gerekçesiyle pek çok yolsuzluğu
örtmeye çalıştı; hatta, suçlular kamu görevleriyle ödüllendirdi.,
Cumhuriyetin kimi yöneticileri bulaşıcı hastalıklardan 1970’li yıllarda,
benden korunamadılar. “Töreler her şeyi meşru kılar” hangi adaya oy
atasözü her yerde vereceğimi soran New geçerliydi.
ÖZETLE
Böyle gelmiş böyle gidiyor. Sap döner keser döner, deniyor ama hesap sorulamıyor. Okur-yazar görünen yüzde seksenin yüzde sekseni (üçte ikisi) okumayan, ekranla uyuyan reklamla uyanan bir toplumun, tarihten alacak dersi mi olur?
1970’li yıllarda, benden hangi adaya oy vereceğimi soran New Yorklu taksi şoförüne, “Ben yabancıyım seçmen değilim; neden sordunuz?” dedim. Şoför, “Oy vereceğim Başkan adayının topluma yalan söylemediğinden emin olmak istiyorum,” dersini hiç unutamadım.
Bozkurt Güvenç/Bilim Teknoloji/Cumhuriyet
Yorum Gönder