Dişini sıksa belki birkaç yıl sonra Deniz Kuvvetleri Komutanı olacaktı.
Ancak Yargıtay’ın Balyoz kararlarını onamasına tepki için 2 gün sonra
istifasını verip, sine-i millete döndü.
İktidar ve TSK başta olmak üzere ne kimse ona, “Niye istifa ettin?”
diye sordu, ne de o bugüne kadar bir açıklama yaptı. Sadece 8 Mart’ta
Ankara’daki Sessiz Çığlık eyleminde yaptığı konuşmadaki şu sözleriyle
tarihe önemli bir not düştü:
“Ne askerler vardır üzerinde üniforma yoktur, ne üniformalar vardır içinde asker yoktur.”
Deniz Kuvvetleri Komutanlığı Kurmay Başkanıyken istifa eden emekli Koramiral Atilla Kezek’ten söz ediyorum. İlk kez konuştu ve “kumpas” sürecinin önemli adreslerine çok ince mesajlar gönderdi.
“Devlet
bir yamyam gibi, canlı canlı kendi evlatlarını yedi” benzetmesini
yapan Kezek, “Allah TSK’yı içteki düşmanlardan korusun. O kendini ve
ülkemizi dıştaki düşmanlardan zaten korur” dedi.
İşte 1976
yılında teğmen olarak katıldığı Cumhuriyet Donanmasının birçok gemisinde
komutanlık yapan 37 yıllık bir denizcinin ağzından, “Bu günlere neden ve nasıl gelindiğinin” hikâyesi:
-Balyoz Kararlarında “Pazarlık” mı Yapıldı?-
Soru : Bu
“kumpas” sürecine sadece Deniz Kuvvetleri’nden tepki geldi. Dikkat
çekici istifalar oldu. Siz de onlardan birisiniz, neden istifa ettiniz?
Kezek
: İstifamın birkaç nedeni var. Birincisi; Balyoz diye birşey yok, hiç
olmadı. Birileri tarafından imâl edildi. İmâl edilirken yapılmış olan
yüzlerce maddi hataya rağmen, hukuk bunları hiç dikkate almadı.
Mahkeme, silah arkadaşlarımızı hukuksuz bir şekilde mahkûm etti. 9 Ekim
2013 tarihinde de Yargıtay önemli bir bölümünün (237 kişi) cezalarını
onadı. Yani devlet bir yamyam gibi canlı canlı kendi evlatlarını yedi.
Suçsuz olduklarına adım gibi emin olduğum silah arkadaşlarımın uğramış
olduğu hukuk katliamına kişisel tepki gösterdim. Onların çıkartmış
olduğu üniformayı bundan sonra taşıyamayacağımı hissettim. Bu kişisel
bir karardı. Saygı duyulmasını bekledim ve istifam saygı ile karşılandı
ki, TSK’nın üst kademelerinden kimse istifamın nedenini bile sormadı.
İkinci
neden; 1986-89 yılları arasında görev yaptığım Deniz Harp Okulu’nda
yetiştirdiğim, çoğu kurmay subay olarak Yarbay, Albay rütbelerine
gelmiş, ülke savunması için kritik görevlerde bulunan öğrencilerimin
önemli bir bölümünün Balyoz davasında hüküm giymesiydi. Onlara asker
olmanın, silah arkadaşlığının erdemlerini öğreten komutanları olarak
mevcut durumda göreve devam edemezdim. Yerim onların yanı olmalıydı. Her
şeyden vazgeçebilirdim, ama silah arkadaşlarımdan asla.
İstifamın
üçüncü nedeni ise faturanın ağırlıklı olarak Deniz Kuvvetlerine
kesilmiş olmasıdır. Şunu tekrar ifade etmek istiyorum, ‘Balyoz’ diye
birşey yoktur. Bu davaya bulaştırılan Karacı, Denizci, Havacı, Jandarma
ve Sahil Güvenlik personeli, tüm silah arkadaşlarım suçsuzdur ve
‘kumpas’ın kurbanıdır. Bundan hiç şüphem yok. Ancak hiçbir Denizci’nin
katılmadığı 1. Ordu Semineri’nden başka somut hiçbir bahane sunulamayan
Balyoz davasında Cumhuriyet Donanmasının savaş gücünü oluşturan yüksek
teknoloji ürünü güdümlü mermili fırkateyn, hücumbot ve denizaltıların
kurmay yarbay ve kurmay albay komutanları, kurmay albay komodorları,
amiral rütbelerindeki görev grup komutanları, filo komutanlarıyla üs,
boğaz, bölge komutanları ve seçkin personelimizi yetiştiren askeri okul
komutanları tutuklanmıştır.
Ben sonunda adaletin tecelli
edeceğini beklerken, 9 Ekim 2013 tarihinde 237 silah arkadaşımın cezası
onandı. Bu 237 kişinin yüzde 57’si yani 134’ü yıllardır çok iyi
tanıdığım, Cumhuriyet Donanmasının çok iyi yetişmiş yüksek karakterli,
Atatürkçü komutanlardır. Yargıtay kararları ile muvazzaf yani görevde
bulunan tüm Kara Kuvvetleri personeli beraat ederken (ki bu
arkadaşlarımın da hepsinin ‘kumpas’ mağduru ve analarının ak sütü gibi
tertemiz olduğunu adım gibi biliyorum) Denizci ve Havacı arkadaşlarımın
hemen hemen tamamının cezalarının onanması bende değişik hisler
uyandırdı. Bu his sanki bir pazarlık varmış hissidir. Ancak ben yine de
yargının asla kimseyle pazarlık yapmayacağına ve Silahlı
Kuvvetlerimizini de personeli arasında ayırım yapmayacağına inanıyorum.
Fakat bu pazarlık hissinden kendimi kurtaramadım. Çünkü bu durum TSK
için en büyük tehlikedir. Ümid ederim ki, ben yanlış hislere
kapılmışımdır. Ne diyelim ki!.. Allah Silahlı Kuvvetlerimizi içteki
düşmanlardan korusun. O zaten kendini ve ülkemizi dış düşmanlardan
korur.
-Hedef TSK’yken Ses Çıkmadı-
Soru : Bu gidişattan TSK’nın da sorumlu olduğu söyleniyor. Sizce nerede yanlış yapıldı?
Kezek
: 2004-2005 yıllarından itibaren internet üzerinden elektronik posta
yoluyla ve imzasız ihbar mektuplarıyla TSK personeline ve ailelerine
yönelik karalama ve itibarsızlaştırma kampanyası başladı. Bu ihbarlar,
birçok davayı başlatarak bu günlere gelmesine neden oldu. Başbakan
Danışmanı’nın ‘kumpas’ olarak ifade ettiği bugünkü davaların başlamasına
neden olan elektronik postalardan bir tanesinin bile kaynağı o zaman
tespit edilse, ‘kumpas’ın doğru olduğu daha o zaman anlaşılabilirdi.
Maalesef halen gereği yapılmadı.
Son günlerde internet
sitelerinde kişilerin mahremiyetine ve ülke güvenliğine yönelik olduğu
ifade edilen yayınlar çıkması nedeniyle yasaklar ve kapatma tedbirleri
uygulanıyor. Ancak bu saldırılar yıllarca TSK’da görevli birçok üst
düzey personelin kendilerine, ailelelerine ve çocuklarına da yapılmıştı.
Ama hiç kimse onların haklarına sahip çıkmadı. İnternet yoluyla yapılan
saldırılar yeni değil. Bugün hedef siyaset ve siyasetçiler olduğu için
kıyamet kopartılıyor.
Bir doğrunun yanına 10 yalan ilave
edilerek hazırlanan ihbar mektupları ve elektronik postalar TSK
personelinin psikolojisi üzerinde büyük tahribat yaptı. Ayrıca bunların
bir kısmının kurumunun tarafından dikkate alınarak soruşturma açılma
safhasına getirilmesi ise üstün astına, astın üstüne/komutanına olan
güven duygularına ve personelin moral motivasyonuna çok zarar verdi. Bu
zararın büyüklüğünü Yüce Türk Milleti’ne zaman gösterecektir. Umarım
ülkemizin birlik ve bütünlüğüne yönelik ağır bir fatura ile
karşılaşmayız.
-Denizde Rotamızı Değiştirmek İsteyenler Var-
Soru : Sözde darbe davaları en büyük darbeyi Deniz Kuvvetleri’ne vurdu. Neden burası hedef yapıldı?
Kezek
: Evet geçmişteki davalara bir bakalım; Poyrazköy, Kafes, İstanbul
Casusluk, Amirallere Suikast davaları sadece Deniz Kuvvetleri
personelini hedef alan davalar. Balyoz davası tüm TSK’yı ilgilendirmekle
birlikte sonuçta Deniz Kuvvetlerimizin en büyük hasarı aldığı dava.
İzmir Casusluk diye bilinen davalarda da TSK’nın her kuvvetinden ve
Deniz kuvvetlerimizden çok sayıda personel var. Özet olarak bildiğimiz
tüm davalarda Deniz Kuvveleri personeli yerini almış durumda. Neden
Deniz Kuvvetleri; Bunun birkaç sebebi var.
Birincisi Deniz
Kuvvetlerimiz 1970’li yıllardan itibaren tüm enerjisini eğitimli insan
gücüne sahip olmaya harcadı. 2000’li yıllarda da milli gemi, milli
sonar, milli torpido ve daha birçok milli proje ile doğru yolda olduğunu
tüm dünyaya kanıtladı. Milenyumun başlarından itibaren Deniz
Kuvvetlerimizin yeni rotası, emperyalizmin pazarlarına uğramadan milli
sanayiinin limanlarına gidiyordu. Bu durum herhalde birilerini rahatsız
etti. Peşpeşe gelen davalarla, bu millileşme ve teknolojik bağımsızlık
değiştirilmeye çalışıldı. Bu taarruz oldukça etkili oldu. Bir taraftan
Deniz Kuvvetlerinin toplam amiral sayısının yarısı olan 25 amiral
tutuklanırken, kurmay albayların da kritik görevlerde bulunanlarından
yüzde 80’i ya bir davaya bulaştırıldı ya da tutuklandı. Diğer taraftan
aynı davalarla son yıllarda Deniz Kuvvetlerimizin milli projelerini
gerçekleştirmiş değerli mühendislerimiz tutuklanınca olayın farkına
varıp, sıranın kendilerine geleceğinden çekinen birçok yetişmiş
mühendisimiz de istifa ederek, hedef olmaktan kendilerini kurtardı. Bu
şekilde Deniz Kuvvetlerimizin geleceğe yönelik projelerine darbe
vurulmaya çalışıldı. Bunların etkilerini gelecekte göreceğiz. Ümit
ederim tahribat büyük olmaz.
Soru : Denizde rotamızı değiştirmek isteyenler kimler?
Kezek
: Deniz Kuvvetleri, vizyonu büyük olan bir ülkenin dış politikasının en
önemli enstrümanıdır. Üç tarafı denizlerle çevrili Türkiye’nin 7 ülke
ile karadan sınırı var. Denizi kıyısı olan tüm dünya ülkeleriyle ise
denizden sınırımız var. Bu durum Deniz Kuvvetlerimize anavatanımızı
uzaktan savunma imkanı sağlar. Yani ülkemiz için tehdidi daha
başlangıçta, sınırılarımıza gelmeden kaynağında vurabilir. Deniz
ticaretimiz ile deniz alâkâ ve menfaatlerimizi dünyanın tüm denizlerinde
koruyabiliriz. Buna en iyi örnek ABD’dir. Vatandaşları anavatanlarında
rahat rahat uyurken Pasifik Okyanusu, Atlas Okyanusu, Atlantik, Akdeniz,
Basra Körfezi, Hint Okyanusu’ndaki ABD Deniz Kuvvetleri savunmayı
uzaktan yapmakla kalmayıp, ulusal çıkarlarını dünyanın dört bir
tarafından korumaya muktedirdir. Bugün dünyanın gelişmiş ülkeleri benzer
imkanlara sahip olup bu imkan ve kaabiliyetlerini daha da geliştirmek
üzere gayret ve para harcamaktadırlar.
Denizciler ufkun ötesine
bakar. Biz gördüğümüz yerle ilgilenmeyiz, ufkun ötesiyle ilgileniriz.
Peki 650 bin kişilik TSK’da onda bir oranına bile ulaşamayan insan gücü
ve 10 orgenerale karşılık 1 oramirali bulunan Deniz Kuvvetlerimizin esas
hedef olmasının esas sebebi ne mi olabilir?
Acaba; Emperyalizmin
Karadeniz iştahını kesmesi mi? Doğu Akdeniz’deki ulusal çıkarlarımızı
koruması nedeniyle 2009 AB İlerleme Raporunda ismehn şikayet konusu
olması mı? Kendi torpidosu, sonarı, gemisini kendi mühendisleri ve milli
sanayi imkanlarıyla yapması mı? Osmanlı’dan 500 yıl sonra Hint
Okyanusu, Kızıldeniz ve Arap devriminde Türk Bayrağını göstererek,
ulusal çıkarlarımızı ve deniz ticaretimizi koruması mı? Yoksa 2040’lı
yıllarda çok önemli bir deniz kuvveti haline geleceğini öngören George
Friedman’ın ‘Gelecek 100 Yıl’ isimli kitabı mı bilemiyorum. Moda
deyimiyle takdir Yüce Türk Milleti’nindir.
Soru: Deniz Kuvvetleri’ne vurulan darbenin bilançosunu çıkardınız mı?
Kezek
: Elbette. Tabloya baktığımızda savaşacak adamlarımızın seçildiğini,
bunların önceden özel olarak belirlendiğini görüyorsunuz. Bu davalarda
aslında 3 bin 500 civarında personelin adı geçiyordu, 1857’si
denizciydi. Deniz Kuvvetleri TSK’nın 10’da 1’i olan bir kuvvet, ama
davalarda yüzde 50’si bu kuvvetten çıkıyor. Hedefin ne olduğu bu
matematikten de anlaşılıyor.
Soru : Üniformanız
üzerinizdeyken çok kez Silivri’ye duruşmaları izlemeye gittiniz.
Üniformayı çıkardıktan sonra da hapisteki arkadaşlarınızı ve ailelerini
hiç yalnız bırakmadınız, ziyaret ettiniz. Onlara ne söylemek istersiniz?
Kezek
: ‘Kumpas’ mağduru silah arkadaşlarıma şöyle sesleniyorum; Sizler
Mustafa Kemal’in askerlerisiniz. Üniformalarımızdan ayrıldık diye
üzülmeyin. Mustafa Kemal de üniformasını çıkarmıştı. Unutmayın ki, Ne
askerler vardır üzerinde üniforma yoktur. Ne üniformalar vardır içinde
asker yoktur.
Soru : Denizciler ufkun ötesine bakar dediniz. Ufkun ötesinde ne görüyorsunuz?
Kezek
: Tekrar ifade etmek istiyorum; Allah Silahlı Kuvvetlerimizi içteki
düşmanlardan korusun. O zaten kendini ve ülkemizi dış düşmanlardan
korur.
Söylenecek tek şey var; Amin... Amin... Amin...
Silivri, Hasdal, Hadımköy, Maltepe, Sincan, Mamak ve Şirinyer’e kucak dolusu sevgiler
Müyesser YILDIZ
29 Mart 2014
Yorum Gönder