Türk Dili ve Alfabe Devrimi

Türk ulusunun yalnızca Osmanlı döneminin değil, tüm tarihsel geçmişini de 1931 yılında bizzat kurduğu “Türk Tarihini Tetkik Cemiyeti”ne yaptırdığı bilimsel çalışmalarla Atatürk ortaya çıkarmıştır. Bütün bu gerçekler, Atatürk’ün 1 Kasım 1928’de TBMM’de yaptığı şu konuşmasında yansımasını bulur: “Hiçbir yenginin (muzafferiyetin) hatlarıyla kıyas kabul etmeyen bir başarının (muvaffakiyetin) heyecanı içindeyiz. Vatandaşlarımızı cehaletten kurtaracak bir sade öğretmenliğin (muallimliğin) vicdani hazzı varlığımızı doyuma ulaştırmıştır (işba etmiştir).”

Türk Dili ve Alfabe Devrimi
25 Ocak 2014 günü Haliç Kongre Merkezi’ndeki bir törende, aslında ardında Atatürk Devrimi düşmanlığı yatan söylem şudur: “Biz başka bir şeyi kaybettik. Bütün bir İslam coğrafyası... Kitapları okumak için lazım olan dilini... Kitapları anlayacak harflerini yitirdi.” Dini çıkarlarına paravan ederek Türk ulusunun vicdanında oturup oy devşiren zihniyetin alışık olduğumuz sıkça söylenen söylemlerinden birisidir yukarıya alınan. Böylesi bir inanç sömürücülüğünün Atatürk’ün önderliğini benimsemiş ulusal savaşım arkadaşlarıyla birlikte kurduğu modern Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin 21. yüzyıl başlarında sürüklendiği ortaçağ karanlığını görmemekte direnen! Üstelik, çıkarlar için Allah’ı ustaca kullanma sanatının Victor Hugo’nun ünlü Paris lağımlarını aratmayacak şekilde ülkede nasıl pislik, yolsuzluk, ahlaksızlık ve iğrençlikler yarattığını görmeden!

Türkçe, başta Asya, Avrupa ve Afrika kıtalarıyla birlikte, dünyanın her yerinde çeşitli lehçeleriyle yaşamayı sürdürmektedir. Türk dili, Türk ulusunun bilim, uygarlık, düşünce dünyası ve kültürünün beşiğidir. Bin yıllar öncesi Oğuzlarla doğan Türkçe; Göktürkler, Selçuklular ve Osmanlılar zamanında halkın anadili olarak konuşulagelmiştir. Birlik ve beraberliğin; sevinçte, üzüntüde, varlık ve yoklukta ortak paylaşımın ‘olmazsa olmazı’dır. Ulus bireyleri arasında kaderde, kıvançta ve acılarda bağlılık ve dayanışmayı sağlayan en güçlü araçtır.

Türklerin 940’ta, Karahanlılar döneminde İslam dinine girişinin ardından Arapçanın ulus yaşamına girmesi ve Farsça ile birlikte özellikle aydınlar tarafından yaygın olarak kullanılması,Türkçeye büyük bir darbe vurdu. İbni Sina ve Farabi gibi ünlü bilginlerin de aralarında bulunduğu aydınlar uzun bir zaman, Türkçeyi değil Arapçayı bilim dili olarak kullanmayı yeğlediler. Zamanla halk, yabancı dillerin egemenliği altına girmiş olan öz diline yabancılaştı.

Mustafa Kemal Paşa, 19 Mayıs 1919’da Samsun’a çıktığı zaman; 1699 Karlofça Antlaşması’yla birlikte gerileme dönemine giren Osmanlı İmparatorluğu, bir ayağı Avrupa’da olmasına rağmen aydınlanma çağının dışında kalmıştı. Türk ulusu, skolastik düşüncenin kıskacında, yanlış algılanan ve yorumlanan “tevekkül” ve “kadercilik” anlayışıyla her şeyi Allah’tan bekliyordu. Başına gelen her kötülüğü Allah’ın takdiri ve yazgısı olarak gören halk; kendisine, Şeyhülislam fetvalarıyla Allah’ın buyruğudur diye “gâvur icadı” olarak yutturulan bilimden, kitaptan ve okumaktan kaçıyordu.

Merhum İlhan Selçuk’un ünlü söylemiyle “Elifi görse kazık sanıyor”; başında takke veya külah, kıçında şalvar, elinde tespih; cehalet içinde tekke, zaviye ve medreselerin kapılarında sürünüyordu. Cumhuriyetin kurulduğu zamanda yazı dili de halkın anlamadığı ağır ve anlaşılmaz bir dil haline dönüşmüştü. Anadolu’nun bağrındaki halk dışında konuşulan dil de ulusun öz benliğini ve kültürünü yansıtmıyordu. Atatürk, bir an önce okumayazma oranını artırmayı ve dili de anlaşılır ve özüne uygun sade bir dil düzeyine yükseltmeyi amaçlamıştı. Oluşturulan Dil Encümeni, 20 kadar ülkenin alfabelerini ve harflerini incelemiş ve yaptığı çalışmalar sonunda 29 harfli, okuması kolay, Türk diline uygun, fonetik bir alfabe düzenlemişti. Encümenin hazırladığı 41 sayfalık “Elifba Raporu” görüşüldükten sonra Latin harfleri Türkçeyi en iyi karşılayan ve okumayı kolaylaştıracak olan harfler olarak seçilmiş ve TBMM’de, 1 Kasım 1928 tarihli “Türk Harflerinin Kabul ve Tatbiki Hakkında Kanun” adıyla onaylanarak 3 Kasım 1928’de yürürlüğe girmişti. Bizzat başöğretmenlik yapan Atatürk ve yurdun her yerinde açılan ‘Millet Mektepleri’yle kısa zamanda okuryazar oranında büyük bir artış sağlanmış ve Türk ulusu aydınlanma yolunda hız kazanmıştı.

Yeni Türk alfabesi 8 sesli ve 21 sessiz harften oluşturulmuştu. Sade, akla yakın ve okuması kolay olduğundan kısa zamanda ulusça benimsenmişti. Bu arada Cumhuriyet Gazetesi kurucusu merhum Yunus Nadi Bey’i de analım.

Yunus Nadi Bey, 11 Ağustos 1928’de, yeni Türk harfleri üzerine bir demeç almak ve gazetede yayımlamak için Atatürk’ün yanına gitmişti. Atatürk onu sınava çekmiş, yazımı konusunda eksiklerini bulmuştu. Yarım saat içinde doğrusunu örneklerle İstanbul ağzını esas alarak kendisine öğrettiğinde Yunus Nadi Bey çok şaşırmış, ardından: “Sahi Gazi Hazretleri, hepsi bu kadar mı” diye sormuştu. “Evet, işte hepsi bu kadar” yanıtını aldıktan sonra neşe içinde gazeteye koşacak ve yeni Türk alfabesiyle ilk yazısını yazacaktı. Atatürk, dilin içine düşürüldüğü gerçeği de şöyle açıklamıştı: “Ulusal duygu ile dil arasındaki bağ çok güçlüdür. Dilin ulusal ve zengin olması ulusal duygunun gelişmesinde başlıca etkendir. Türk dili, dillerin en zenginlerindendir. Yeter ki bu dil bilinçle işlensin. Ülkesini, yüksek bağımsızlığını korumasını bilen Türk ulusu, dilini de yabancı diller boyunduruğundan kurtarmalıdır.”

Türk Dili ve Alfabesi Devrimi’nin Türk ulusunun kökleri, kültürü ve uygarlığıyla bağlarını kopardığı sıkça iddia edilmektedir. Bir karşıdevrimle Atatürkçü aydınlanmayı yok etmek isteyen böylesi bir zihniyetin amaçları artık gün yüzüne çıkmıştır. Ancak ulusumuzun aldatılmaması için bu iddialara verilecek yanıt şudur: Atatürk devrimlerinden önce okuryazar oranı yüzde 10’un altında olan bir ulus, hangi köklerini, hangi uygarlığını, hangi kültürünü okuyabiliyordu? Bütün bu gerçekler, Atatürk’ün 1 Kasım 1928’de TBMM’de yaptığı şu konuşmasında yansımasını bulur: “Hiçbir yenginin (muzafferiyetin) hatlarıyla kıyas kabul etmeyen bir başarının (muvaffakiyetin) heyecanı içindeyiz. Vatandaşlarımızı cehaletten kurtaracak bir sade öğretmenliğin (muallimliğin) vicdani hazzı varlığımızı doyuma ulaştırmıştır (işba etmiştir).”

Yalan yanlış iddialar karşısında tarihin kaydettiği bilimsel gerçekler bunlardır!

Doç. Dr. Necati Ulunay Ucuzsatar/Cumhuriyet
Etiketler:

Yorum Gönder

[blogger][facebook][disqus]

Kemalın Askeri

İletişim Formu

Ad

E-posta *

Mesaj *

Javascript DisablePlease Enable Javascript To See All Widget