Tarih boyunca kadınlar hak ve özgürlüklerini elde etmek için çok büyük mücadeleler ve kurbanlar vermişlerdir. Öncelikle kadınlarımızın ve konuya ilgi duyan herkesin bu çabaları bilmeden kadın hakları konusunu anlamaları zordur. Biz aşağıda bu muhteşem mücadelenin bir bölümünü özet olarak sunmaya çalışacağız, daha geniş bilgi için referans verdiğimiz kitapların okunmasını tavsiye ederiz.
Konuyla ilgili olarak Hıristiyan Normandiya’nın eski örfi hukuku, 1250lerde kadının hukukunu şu sözlerle tanımlıyordu: “Kadın kocasına her şeyde itaat etmelidir. Evlenen kadının reisi kocasıdır.” Evlilik eşlerin kutsanmasını sağlayan yedi törenden biridir. Evlilik kararı Din adamlarının önünde ve sorumluluğunda icra edilir ve hayat boyu sürer. Boşanmaya eşlerin zina yapması halinde bile izin verilmez. (1)
Avrupa’da Frank yasalarının en son kaleme alınmış biçimi, Charlmagne (742–814) dönemine aittir. Bu yasa 72 bölümden oluşur ve kadınları miras hakkından yoksun bırakan hükümleri içeriyordu. (2)
Dinde Reform Hareketinin ünlü lideri Martin Luther “ Evlilik kutsanmış değil, dünyevi bir iştir” sözleri ile evlilik anlayışına yeni bir yorum getirmiştir. Martin Luther de masa başı sohbetlerinde “ Kadın evde oturmalıdır” sözleri ile klasik çizginin dışına çıkmamıştır.(3) Ondan bir şeyler bekleyen kadınlar hayal kırıklığı yaşamışlardır.
Rönesans’la birlikte büyük bir özgürlük akımı oluşmuşken, kadınla erkeğin arasında daha fazla eşitlik olabileceği düşünülüyordu. Ancak yine kadın hak ve özgürlükleri konusunda ciddi bir atılım yapılamadı ve ilk satırlarda temas ettiğimiz düşüncelerde Fransız İhtilaline kadar hiçbir gelişme olmadı.
Kadınlar 1789 yılında başlatılan ihtilal hareketi içinde aktif roller üstlendiler. Mevcut yasalar gereği oy verme hakları yoktu ve devrimci örgütlerin çoğuna kadın oldukları için kabul edilmiyorlardı. Önlerine çekilen bu kalın setleri aşmak için kadınlar kendi örgütlerini kurdular. Paris’te ve 30 kadarı taşrada kurulmuş olan “ Devrimci, Cumhuriyetçi Kadın Yurttaşlar Kulübü” böyle kurulmuştu.(4)
Devrimin teorisyenlerinden Marki de Concordet 1790 yılında “ Kadınların tam yurtdaşlığa kabulü” başlıklı yazısında kadınlar için eşit eğitim olanaklarının dışında eşit haklar istedi. Dile getirdiği ilkeler çok açık ve çok çarpıcı idi. “ Ya insan ırkının hiçbir üyesinin, hiçbir gerçek hakkı yoktur, ya da hepsi aynı haklara sahiptirler. Dini, rengi, cinsiyeti ne olursa olsun bir başkasının hakları hakkında oy kullanan kişi, gerçekte kendi haklarını tehlikeye atar” (5)
Concordet’in bu çıkışından sonra erkek çocukların, kız çocuklar karşısındaki miras öncelikleri kaldırılıp, bu alanda eşitlik ilkesi benimsendi. 1792’de yasalarda boşanma hakkı tanındı. Ancak Cocordet’in giyotinle idam edilmesinden sonra önerileri unutuldu. İhtilal dönemine bir bütün olarak bakıldığı zaman “Devrim ancak evlatlarinin yarısını tanımıştı” diyebiliriz. Devrim sonrasında Kadın Hakları konusunda verdikleri ölümcül mücadelelerle dikkati çeken kadınlar arasında özellikle Olympe de Gauges, Theorigne de Mericourt ve Claire Lacombe dikkati çeken isimlerdir.
Olympe de Gauges 1791 Eylülünde yayınladığı “Kadın ve Kadın Yurtdaş Hakları Bildirisi”nde isteklerini şöyle belirtmekteydi. “ Haklar bakımından özgür ve erkeklerle eşit doğan kadınlar, erkeklerin toplumda çekip ellerinden aldıkları doğal haklarından yararlanmalıdırlar. Kadınlar bütün haklarını elde etmedikleri sürece Devrim tamamlanmış olmayacaktır. Bildirinin onuncu maddesinde de şu ünlü sözü söyleyecektir. “İdam sehpasına çıkma hakkı olan kadının kürsüye de çıkma hakkı da olmalıdır.” Sonradan Jirondenler saflarına katılan Olympe de Gauges Robespiyer ve Mara hakkında çok sert eleştiriler kaleme aldı. 1792 yılı Aralık ayında Konvansiyon’un karşısına XVI Louis’in savunucusu olarak dikildi. Onu kral olarak hatalı buluyorsa da insan olarak bulmuyordu. Aykırı fikirlerinden dolayı 20 Temmuz 1793’te tutuklandı, 2 Kasımda ölüme mahkûm edildi ve bir gün sonra giyotine gönderildi. Yıllarca peşinde koştuğu kürsüye çıkma hakkı kendisinden esirgenmişti ama sehpaya çıkma hakkı esirgenmedi.(6)
Onunla birlikte yayınladıkları “Kadınların Hakları” Belgesine imza atan mücadele arkadaşı Rose Lacomb’un kadın hakları konusunda Meclise açtığı savaş da başarısızlıkla sonuçlandı ve Bayan Lacomb’un da başı sehpada giyotinle uçuruldu.(7)
Sehpada can veren kadın savaşçılardan biri de Madam Roland dı (1754–1793). Okumaya, araştırmaya çok meraklı bir kişiliğe sahipti. Kısa yaşamının son dönemlerinde Kadın ve insan hakları yönünden çok önemli görüşler sergiledi. 1793 yılında diğer arkadaşları gibi o da sehpaya götürülürken söylediği şu sözler yıllarca hafızalardan silinmedi: “ Ey özgürlük senin adına ne cinayetler işleniyor.”
Erkek devrimcilerin 30 Ekim 1793 yılında hazırladığı bir raporla kadın kulüpleri ve kadınların siyasi haklarını kullanmaları yasaklanmıştır. Yine de kadınların mücadelesi bazı önlemlerin alınmasına imkân sağlamıştır. Medeni hakların tanınması, mirasta eşitlik, gerektiğinde karşılıklı anlaşma ile boşanma bunlar arasındaydı.(8)
Devrimin birçok düşüncesi gibi, eşitlik anlayışı da kısa bir süre sonra hızını kaybetti. Ünlü Talleyrand “ Kız çocukları okullara ancak 8 yaşına kadar kabul edilebilir” derken; Napolyon Bonaparte döneminde yayınlanan “Medeni Kanun” da kadınları yeniden aile reisinin, yani erkeğin egemenliği altına sokacaktı.
Napoleon döneminin en ünlü kadın savaşçılarından belkide birincisi “ Germaine de Stael-Holstein”dir. Ona en yakın insan şüphesiz babası dönemin ünlü Maliye Bakanı Jacques Necker idi ve her fırsatta “Ben Nekerin kızıyım, ona layık olmaya çalışacağım” diye bundan gururla bahsederdi. Napoleona “Fikir korkağı” dediği duyulunca Napoleon da onun için “Onu ezeceğim, yok edeceğim” demişti. Bu tehditleri duyan Germain aldırmamış ve şu ünlü sözleri söylemişti: “ Haksız bir güce karşı direnmenin temelinde bir tür bedensel zevk yatar.”
1802 yılında Napoleon on yıllığına konsül olarak atandığında onu Paristen sürgüne yolladı. “Necker’in kızı bir daha asla Parise dönemez” diyordu. Ancak 1814 yılında Napoleon’un tahtı terk etmesinden hemen sonra Parise dönebilmiş ve halk tarafından bir kraliçe gibi karşılanmıştı.(9)
İhtilal sonrası döneme damgasını vuran Liberalizm: insanların eşitliği ve kişisel özgürlüklerin gelişimi konusunda büyük adımlar atılmasına neden olmuştu. Oy verme hakkı ve siyasal eşitlik Liberal (Özgürlükçü) sistemin vazgeçilmez ön koşullarından biri olmuştu. Buna rağmen Batı Dünyasında bu hakların kadın-erkek yetişkin nüfusun tümünü kapsayacak şekilde hayata geçirilmesi çok yavaş oluyordu.
Kadınların oy hakkı ile siyasi haklardan mahrum edilmesini savunan fikirler çoğunluktaydı. Mesela ünlü düşünürler Adam Smith, Hegel, Kant, Rousseau ve Nietche’nin kuramları temelde birçok bakımdan birbirinden farklı olduğu halde, kadınlarla ilgili görüşleri açısından şaşırtıcı bir benzerlik gösteriyorlardı. Kadınların siyasi statüden yoksun bırakılmalarını; biyolojik doğalarına bağlı ve haklı görüyorlardı. Kadınların ruhsal yapılarının “ Yumuşak, boyun eğici, duygusal, us dışı” olduğunu dile getiriyorlar ve kadınların ev içi ile sınırlı kalmalarını ısrarla vurguluyorlardı.(10)
Haklar konusunda kadınlara açıkça destek veren ilk siyasi liderlerden biri, iktisatçı, filozof John Stuart Mill (1806–1873) olmuştu. Onun görüşlerine ve Anglo-Sakson dünyasındaki kadın hakları konusundaki gelişmeler bir sonraki yazımızın konusu olacaktır.
DİPNOTLAR:
(1) Ney Bensadon; Başlangıçtan Günümüze Kadın Hakları, s.34(İletişim, İstanbul–1990)
(2) Aynı Eser, s.36
(3) Aynı Eser, s.39
(4) Server Tanilli: Fransız Devriminden Portreler, s.229–230 ( İstanbul–1995)
(5) Necla Arat: Feminizmin ABCsi, s.24–25 (Simavi Yayınları)
(6) Serpil Çakır: Osmanlı Kadın Hareketi, s.13 (İstanbul–1944) ;S.Tanilli, s.232; N.Bensadon, s.41–42 Serpil Çakır: Osmanlı Kadın Hareketi, s.13 (İstanbul–1944) ;S.Tanilli, s.232; N.Bensadon, s.41–42
(7) N.Arat, s.25
(8) S.Tanilli, s.232
(9) Norgand Kohlhagen: Dünyayı Değiştiren Kadınlar, s.30–31 (İstanbul–1993)
(10) N.Arat, s.17
Dr. M. Galip Baysan
Yorum Gönder