Tüm Ortadoğu’yu bir korku sardı.
Ortaçağ kalıntısı başkanlar, başbakanlar, krallar, şeyhler, babalar, oğullar saltanatlarını, koltuklarını, altınlarını, İsviçre bankalarındaki paralarını koruma telaşına düştüler. Zayıflayan, güç yitiren, ekonomik ve siyasal krizlerle karşı karşıya olan ABD de yaşıyor bu korkuyu. İsrail de yaşıyor…
Korku dağları bekliyor.
Suçun çoksa, korkun da çoktur. Zulmün çoksa, korkun dağlar kadar büyüktür.
Her zaman, her yerde karşına çıkar o korku. Peşini bırakmaz.
Yüreğindedir. Beynindedir. Yaşantındadır.
Yatarken, kalkarken, konuşurken, gülerken, yerken içerken, dolaşırken hep yanındadır. Hep aklındadır.
En çok da geceleri… “Uyku girmez gözüne. Zalım yastık diken olur yüzüne…”
Korku dağları bekler.
Sen belli etmesen de, cesur görünsen de, efelik taslasan da ses tonunda, yüzünde, davranışlarında o kendini gösterir. Açığa vurur. Soğukkanlılığını yitirirsin. İpe sapa gelmez laflar edersin. Mısır, Tunus, Yemen seni telaşlandırır. Tedirgin eder…
Haksızlığa, hukuksuzluğa karşı “meşru direniş” çağrısı yapan milletvekillerini “eşkıyalıkla” suçlarsın. Hak arayan, direnen insanla eşkıyayı birbirine karıştırırsın.
“Yargıtay’ı, Danıştay’ı, Anayasa Mahkemesini emrim altına alacağım, dilediğim kararı çıkaracağım. Yargıçlar, savcılar benim parti militanım gibi iş görecekler. Dilediğimi dilediğim yere tayin edeceğim. Ama kimse bana itiraz etmeyecek. Kimse sesini yükseltmeyecek. Muhalefet de iktidar da ben olacağım …” dersin, dikensiz gül bahçesi yaratmaya çalışırsın ve bu uygulamanın adını da “ileri demokrasi” koyarsın…
Nerede bu yoğurdun bolluğu?
Bir zamanlar Vahdettin’ler de emperyalizm ve işbirlikçilerine direnen, isyan bayrağını açan Mustafa Kemal’i “eşkıyalıkla” suçlamışlardı.
Bir zamanlar Şeyh Bedreddin’ler, Pir sultan Abdal’lar da eşkıyalıkla suçlanmıştı. Hızır Paşa’lar, Bolu Bey’leri dünyaya direk kalacaklarını sanmışlardı. Halkı canından bezdirmişlerdi.
Gerçek olan bir şey varsa o da şudur: Diktatörler korkaktırlar. Kendi gölgelerinden bile korkarlar. Tedirgindirler. Yalan söylerler. Hem de su içer gibi yalan söylerler. Olayları ve gerçekleri çarpıtırlar. Düşmanla işbirliği yapmaktan asla çekinmezler.
Korku imparatorluğu kurarlar.
Direnen, haksızlığa karşı çıkan, halkının mutluluğunu, ülkesinin tam bağımsızlığını isteyen gençlerin gözüne biber gazı sıkarlar. Tekmelerler. Yerlerde sürüklerler. Ankara’da Torba yasasını protesto eden işçilere düşman muamelesi yaparlar. Soğuk kış gününde, ayazda, tazyikli, basınçlı soğuk sularla yerden yere vururlar. Ama Apo posteri taşıyan hainlere ses çıkarmazlar.
Milyonlarca emekçiyi işsiz güçsüz bırakmak için ellerinden ne geliyorsa yaparlar. Alın teri ile çalışanları açlığa, sefilliğe mahkûm ederken, yandaşlarının bolluk, zenginlik, mutluluk içerisinde yaşam sürmesini sağlarlar.
Genç teğmenlerin telefonlarına yüzlerce numarayı “sehven” yüklerler. Ergenekon delillerinin arasına sehven CD’ler yerleştirirler.
Milletvekillerini bile Silivri zindanlarına göndermekle tehdit ederler. Stadyumlarda ıslık çalan, yuh çeken, pankart açan seyircileri 3-4,5 yıl hapisle cezalandırmak için yasa tasarısı hazırlarlar.
İşçiden korkarlar, köylüden korkarlar, subaydan, öğretmenden, öğrenciden korkarlar, yani halktan, TC vatandaşından korkarlar…
HSYK’yı, Anayasa Mahkemesini ele geçirmekle yetinmezler, bir de Yargıtay’ı, Danıştay’ı teslim almak için çırpınırlar.
Ama işin sonunun nereye varacağını, nelerle karşılaşacaklarını hiç ama hiç hesaplamazlar.
Tunus’lardan, Mısır’lardan, Yemen’lerden, Bin Ali’lerden, Hüsnü Mübarek’lerden de ders almazlar.
Gözlerini hırs bürümüştür çünkü onların. Zenginlik, sultanlık, padişahlık bürümüştür. Durmadan “Hep bana, Rabbena” derler. Zulmederler…
Atalarımız, zorba sultanlara “Zulmün artsın padişahım ki tez yıkılasın…” diye boşuna söylememiştir. Çünkü zalimler köşeye sıkıştıkça, çaresizlik bataklığında çırpındıkça, altlarından koltuklarının kaydığını gördükçe, bir kat daha zalimleşirler. Zulümleri daha da artar… Zulmü artanların sonu tez gelir…
Baskı, zulüm uygulayarak, insanları dört duvar arasına atarak, yetim hakkı yiyerek, yığınları aç sefil bırakarak hiçbir iktidarın şimdiye dek ayakta kaldığı, saltanatını sürdürdüğü görülmemiştir. Karanlığın temsilcileri, tüm çabalarına karşın tarih çarkına geriye çevirememişlerdir.
Tarihin bu şaşmaz geleneği yine bozulmayacaktır. Zafer, önünde sonunda, mutlaka ama mutlaka, sömürüye, haksızlığa, baskıya direnen emekçilerin, yurtseverlerin olacaktır.
Hiçbir faşist kendini ülkenin tek egemeni, durdurulamayacak, engellenemeyecek tek gücü sanmasın. Hızır Paşa’lar, Nemrut Mustafalar, Damat Ferit’ler, Evren’ler, Özal’lar, Çiller’ler nasıl yok oldularsa, bugünkü zalimler de günü geldiğinde ABD’si, AB’si ile birlikte çekip gidecektir… Toz olacaktır…
Efendilerinin önünde secdeye yatan yandaş basın, yandaş yargı da efendileri ile birlikte tarihin çöplüğünde yerlerini alacaktır…
Tarih, halk düşmanlarının kırık dökük mezar taşlarıyla doludur.
Ali Eralp
Yorum Gönder