GÜL’ÜN şövalyelik SIRLARI -4-Arslan Bulut

Ömrünü Siyonizmle mücadeleye adamış bir siyasi kadronun içinde yetişmişti ama...
Dindar Cumhurbaşkanı Siyonistleri ağırladı!

 Abdullah Gül, Cumhurbaşkanı olduktan kısa bir süre sonra Siyonist örgütlenmenin en tepesindeki
kuruluş olan B’nai Brith International’ın başkanı Moishe Smith ve beraberindekileri Çankaya köşkünde kabul etti
22 Temmuz seçimlerine bir yıl kala iktidar partisi AKP, özellikle ekonomik sebeplerle çok yıpranmış durumdaydı ve yapılan anketlerde 2002 seçimlerindeki oy oranını koruyamayacağı yüzde 30’un altına düşeceği anlaşılıyordu. Yurdun çeşitli illerinde çiftçi mitingleri yapılıyor ve iktidar protesto ediliyordu. Özelleştirmeler büyük tepki çekiyor ve yabancılara toprak satışı ile birlikte yurdun genelinde büyük bir endişeye sebep oluyordu. Cumhurbaşkanlığı seçiminde Abdullah Gül’ün adaylığı açıklanmadan önce iktidara uyarı niteliğini taşıyan Tandoğan mitingi düzenlendi. Gül’ün adaylığı açıklandıktan sonra ise 367 tartışması Anayasa Mahkemesi’ne götürüldü. İktidar partisi milletvekilleri, daha önceki seçimlerde birinci ve ikinci turda toplantı yeter sayısı olarak 367’nin aranmadığını iddia ediyordu. Oysa Özal ve Demirel’in seçimlerinde birinci ve ikinci turlara 367’den fazla milletvekili katılmıştı. O dönemde, diğer partiler, Cumhurbaşkanı seçimine katılmamak gibi bir yönteme başvurmamıştı.

27 Nisan gecesi...
Anayasa Mahkemesi karar vermeden hemen önce 27 Nisan gecesi, Genelkurmay Başkanlığı İnternet sitesinde sanal muhtıra denilen metin yayınlandı.
Genelkurmay, 'Cumhuriyetimizin kurucusu Ulu Önder Atatürk’ün ’Ne mutlu Türk’üm diyene’anlayışına karşı çıkan herkes Türkiye Cumhuriyeti’nin düşmanıdır ve öyle kalacaktır' diyordu. Muhtıranın bir bölümünde bazı illerdeki okullarda yapılan kutlu doğum haftası törenlerinde kız öğrencilere giydirilen kıyafetler eleştiriliyordu. Bu durum, halk arasında Hıristiyanların peygamberinin doğum gününde, yani yeni yıl kutlamalarındaki eğlencelerle kıyaslanıyor, sessiz ve derinden bir propaganda bütün yurtta etkili oluyordu.
Muhtıradan hemen sonra Çağlayan mitingi düzenlendi. Bu arada Anayasa Mahkemesi, birinci ve ikinci turda 367 milletvekili katılımının aranacağına karar verdi. Erkan Mumcu liderliğindeki Anavatan grubunun, YÖK Başkanı’na saldırı girişimi diye duyurulan haberden sonra seçime girmemesi, DYP Genel Başkanı Mehmet Ağar’ın da buna destek vermesi sonucu iktidar 367’yi bulamadı. Seçim öncesinden başlayan, Cumhuriyet gazetesine saldırı, Danıştay baskını, Hırant Dink cinayeti gibi olaylar Türkiye’yi zaten germişti. İktidar bu olayların 'derin devlet' tarafından yaptırıldığını söylüyor, ulusalcıları ve milliyetçileri suçluyordu. Olayların perde arkası aydınlanamamakla birlikte, muhafazakar olduğunu iddia eden bütün yayın organlarında, bu olayların derin devlet tarafından düzenlenmiş ve Tayyip Erdoğan veya sonradan Abdullah Gül’ün Cumhurbaşkanlığını önlemeye dönük provokasyonlar olduğu iddiası yayılmıştı. Çağlayan ve İzmir mitinglerinin, katılımcılar tarafından solda ve sağda birleşme taleplerinin dile getirilme zemini haline dönüştürülmesi, mitingi düzenleyen tertip komitesindeki Türkan Saylan’ın muhafazakâr kitlelerin tasvip etmediği bir kişi olması, her ne kadar milli tavırlar sergilese de Nur Serter’in üniversite kapısında başörtülü genç kızları ikna odasına alan bir imaj sahibi olması gibi sebepler, mitinge, ABD ve AB emperyalizmine karşı çıkmak için gidenlerin çabalarını da baltaladı.. Mitingler, özgürlüklerini tehdit altında hisseden kadınların başkaldırısı olarak nitelendirildi ve şeriat aleyhine sloganlar atıldı. Oysa şeriat, Anadolu’da İslâm ile eş anlamlı kabul edilen bir kelimeydi.
Bütün bunlar CHP’den ziyade AKP’yi besliyordu. Tayyip Erdoğan, bilinçli olarak gerginlik stratejisi takip ediyor, geleneksel olarak CHP karşısında bulunan ve CHP’ye oy vermesi mümkün olmayan yüzde 60’lık sağ kitlelerin tamamına hitap ederek, oylarını artırmaya başlıyordu. CHP de bu sayede oylarını koruyordu.

Mağdur politikası...
'Birleşin' sloganlarına uyan Deniz Baykal ve Zeki Sezer, Gündoğdu mitinginde bir türlü biraraya getirilemedi. Kanaltürk’ün sahibi Tuncay Özkan’ın başlattığı ilk mitingler, sonunda Atatürkçü Düşünce Derneği’nin katkısıyla Cumhuriyet mitinglerine dönüştü. Fakat bu arada, Nokta dergisinin ortaya çıkardığı andıçların, AKP’ye yönelik darbe girişimini ihtiva etmesi de gerginliği yükseltiyor, bu durum da AKP’nin mağdur psikolojisini kullanmasına, Cumhuriyet mitinglerinin aleyhinde propaganda yapmasına zemin hazırlıyordu. Üç mitingde milyonlarca insan, bir araya gelmişti ama mitingleri düzenleyenler ve katılan sanatçıların tamamının sol kültürden gelmesi, muhafazakâr kitleleri biraz daha biledi. Diğer taraftan MHP, bu üç mitinge kurumsal olarak destek vermedi. Zaten iktidar, TSK, YÖK ve Yüksek Mahkemeler ile kavgalı bir görüntü sergiliyor ve türban meselesini bu engeller yüzünden çözemediği fikrini yayıyordu.
Abdullah Gül’e karşı TSK, YÖK, Anayasa Mahkemesi ve CHP’nin tavır koymuş olmasını, AKP, 'Dindar bir Cumhurbaşkanı istemiyorlar' propagandası ile karşıladı ve Abdullah Gül üzerinden AKP mağdur edebiyatı yapmaya başladı. Dindar Cumhurbaşkanı söylemi Bülent Arınç’a aitti.
Derken gazetelerde, Abdullah Gül’ün babasının sakallı fotoğrafı yayınlanıyor, 'Dindar Cumhurbaşkanı istemediler' propagandasına medya desteği veriliyordu.

Cami avlusunda protestolar
Seçim kararı alındıktan sonra terör olayları artarak sürünce şehit cenazelerinde AKP protesto ediliyor, Cumhurbaşkanı adayı Abdullah Gül İzmir'de, TBMM Başkanı Bülent Arınç Manisa’da cami avlusunda yuhalanıyordu. Tayyip Erdoğan, bu tepkilerde bozkurt işareti kullanılması üzerine ülkücüleri, Türkiye Kamu-Sen’i ve MHP’yi suçluyordu.
Bu arada AKP medyası ve artık histerik bir şekilde AKP’yi ve hatta Tayyip Erdoğan’ın eş başkanı olduğu Büyük Orta Doğu Projesi’ni savunan bazı yazarlar, PKK terörünün artmasını da derin devletin, dolayısıyla TSK’nın işi olarak gösteriyor ve hedefin AKP’ye seçimi kaybettirmek olduğunu işliyordu.
Seçime kısa bir süre kala, ABD’de yapılan bir düşünce kuruluşu toplantısına katılan Genelkurmay’ın düşünce kuruluşu temsilcilerinden birinin, 'PKK liderlerini yakalayıp seçimden önce teslim ederseniz, bu durum AKP’nin işine yarar' dediği iddiasının Henry Barkey tarafından Türk gazeteci Yasemin Çongar’a sızdırılması, haberin bomba gibi patlaması, TSK aleyhindeki AKP propagandasını kuvvetlendiriyordu. Genelkurmay Başkanı’nın sık sık Kuzey Irak’a operasyon yapılması gereğinden bahsetmesi de AKP’yi seçim öncesi köşeye sıkıştırma çabası olarak propaganda ediliyordu.
Bütün bunlar hem Gül’ün hem de bütünüyle AKP’nin mağdur edebiyatı yapmasına zemin oluşturuyor ve Çankaya yolunu açıyordu.

Ve Siyonistler Çankaya’da!Abdullah Gül, ömrünü Siyonizmle mücadeleye adamış bir siyasi kadronun içinde yetişip Cumhurbaşkanı olduktan kısa bir süre sonra Siyonist örgütlenmenin en tepesindeki kuruluş olan B’nai Brith International’ın başkanı Moishe Smith ve beraberindekileri Çankaya köşkünde kabul etti. 
İşte Abdullah Gül’ün siyasi yolculuğunun kendisini getirdiği yer burasıydı! 
Milli Gazete’nin verdiği bilgiye göre bu kuruluşun Asya-Afrika üzerindeki büroları, Mısır’ın başkenti Kahire ile İstanbul’da bulunuyor. Örgüt, özellikle İslâm ülkelerinde 'B’nai B’rith' ismi altında faaliyet gösteremediğinden, daha çok paravan isimler altında kurduğu derneklerle faaliyetlerini yürütüyor.



Erbakan ceza aldı, Gül Çankaya’ya çıktı!..18 Haziran 2008’de Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı, 'Kayıp Trilyon' davasında, Cumhurbaşkanı Abdullah Gül hakkında, 'Mevcut anayasal sistem gereğince, iddia olunan eylemlerin kanıt ve unsurları tartışılmaksızın, yasal imkansızlık nedeniyle soruşturma yapılmasına gerek olmadığına' karar verdi. Yasal imkansızlık olarak Cumhurbaşkanının ancak vatana ihanet gerekçesiyle ve Meclis kararı ile suçlanabileceği belirtildi.  Kayıp Trilyon’davasında birinci sanık Prof. Dr. Necmettin Erbakan hapse mahkum oldu ve cezasını evde çekti. Siyasi yasaklı oldu, para 12 trilyon olarak tahsil edilmeye başlandı. Yani Erbakan D-8 adlı ititfakı kurmaya çalıştığı için cezalandırıldı. Aynı suçtan sanık olan Abdullah Gül hakkında ise soruşturma açılamadı. Erbakan ve Gül aynı suçtan dolayı suçlandı. Birisine siyaset yasağı getirildi, seçime sokulmadı, diğeri ise Başbakan, Dışişleri Bakanı ve Cumhurbaşkanı oldu!

Yeni Osmanlıcılık Tayyip Erdoğan ve Abdullah Gül!2003 yılında ABD’nin İstinye’deki başkonsolosluğunda, isimleri belli 10 gazeteciye; 'Yeni Osmanlıcılık' başlığı altında, 'Türkiye ile ABD’nin ortak çıkarlarının nerede olduğuna' dair özel bir seminer verilmişti. Hatta, bazı gazetecilerin, birkaç gün ortadan kaybolması da buna bağlanmış ve 'Bu isimlerin önümüzdeki dönemde; Türkiye’nin ’milli’çıkarları ile ABD’nin ’milli’çıkarlarını ’Osmanlıcılık’maskesi altında birleştirecekleri' ifade edilmişti.
ABD’nin İstanbul Başkonsolosluğu’nda Siyasi İşler Bürosu sorumlusu Stephen C. Kimmel’in çok önceden bazı yazarlara çengel attığı ve Beyoğlu’nda bir lokantada sık sık bir araya geldikleri biliniyordu.
O dönemde MİT Müsteşarı Şenkal Atasagun, gazetelerin Ankara temsilcilerine bir yemek verdi ve 'Aranızda bazı arkadaşların yabancı istihbarat servisi elemanları ile görüştüğünü biliyoruz' dedi.
Sesar adlı İnternet sitesinde ise 'İstanbul saldırılarından bir hafta önce ABD Büyükelçiliği’ndeki çalışma seansına davet edilen 28 gazeteci ile önümüzdeki dönemde gerçekleşmesi olası terör dalgasının nasıl karşılanması gerektiği yolunda görüş alışverişinde bulunulmuştur' ifadesi kullanılmıştı.
Serdar Kuru imzalı yazıda daha ilginç bir bilgi veriliyordu: 'Tayyip Erdoğan’ın İstanbul Belediye Başkanlığı döneminde, İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nin 1996 yılı Çalışma Raporu’nun 36. maddesinde de, Kimmel’in adı geçiyor. Çalışma Raporu’nun 36. maddesi aynen şöyle: 27.06.1996 tarihinde saat 14.30’da ABD İstanbul Konsolosu Stephen C. Kimmel Belediyemizi ziyaret etmiş ve Dış İlişkiler Müdürü Mehmet Duman ile Türkiye’deki son gelişmeler konusunda görüş alışverişinde bulunmuşlardır.' 
Erdoğan, son 10 yıldır, Türk kimliği yerine Türkiyelilik propagandası yaptı. Abdullah Gül de başbakanken, 20 bin dolara vatandaşlık satma projesi geliştirmişti!
Cumhurbaşkanı adaylığı üzerinde fırtınalar koparılan Abdullah Gül, bir seminerde yaptığı konuşmada 'Milliyetçilik öyle olmuş ki, Türkçülük şeklinde alınmış ve bu ister istemez aksini de bazı insanların aklına getirmiştir. Mesela bunları açık söylemek zorundayım, ’Ne mutlu Türk’üm diyene’lafını tutup her yere yaza yaza, Türkiye aslında ilkel bir hale dönmüştür. Türkiye’nin bütünlüğünü tehdit eden, en büyük tahribatı vermiş olan sistemin ilkelerinden biri de laiklik ilkesidir.
İkinci Cumhuriyet, yeni Osmanlıcılık kavramlarının ve bu tartışmaların ortaya gelmesini ben çok sağlıklı görüyorum ve geleceğe çok ümitle bakıyorum' demişti.
İşte Türkiye’yi yöneten kadronun felsefesi buydu.

Etiketler:

Yorum Gönder

[blogger][facebook][disqus]

Kemalın Askeri

İletişim Formu

Ad

E-posta *

Mesaj *

Javascript DisablePlease Enable Javascript To See All Widget