Büyük Güçler ve İran Satrancı

Büyük Güçler ve İran Satrancı BD’nin İran’a yönelik yaptırım taleplerini çok sıkı bir pazarlık aracı olarak kullandı. ABD’den çok büyük ödünler koparmadan, İran’a yönelik taleplere evet demedi.

Büyük Güçler ve İran Satrancı
ABD ile Rusya yeni bir stratejik silahsızlanma anlaşması imzaladılar. Kısa adı START olan anlaşma uyarınca tarafların nükleer savaş başlığı sayısı, her biri için 1550 ile sınırlandı. Diplomasinin Davos’u olarak nitelenen ve bu yıl 47. kez düzenlenen Münih Güvenlik Konferansı’nda imzalanan anlaşma, iki ülke arasında 1991’de imzalanan anlaşmanın devamı niteliğinde. Obama’nın Rusya’ya yönelik yeni barış hamlesi olarak görülen anlaşmanın, nükleer çalışmalarını sürdüren İran’a karşı baskı unsuru olabileceğini düşünenlerin sayısı da oldukça fazla. Bu beklenti, ekonomisi tıkanan ABD’nin, İran’a yönelik bir saldırıyı göze alamadığının da dolaylı yoldan itirafı aslında. Rusya ise hem nükleer silahlara daha az kaynak ayırmasını sağlayacak hem de İran’a karşı ABD’yi diplomatik yollardan sonuç almaya yöneltecek bir anlaşma imzalamanın rahatlığı içinde.
Unutmamak gerekir ki Moskova yakın döneme dek, ABD’nin İran’a yaptırım çabalarından rahatsızdı. Hem, ABD’nin dediğini yapan sıradan bir ülke görüntüsü vermek istemiyor, hem yakın ilişkide olduğu güçlü komşusu İran ile ters düşmemeye çalışıyor, hem de nükleer çalışmaları destekleyen ülke görüntüsü vermekten kaçınıyordu. Gerek Afganistan’da ABD’ye yardım ederken, gerekse de füze kalkanı projesiyle ilgili pazarlıklarda “İran’ı yarı yolda bırakan müttefik” algısının doğmasından çekiniyordu. Ayrıca, İran’ın nükleer güç sahibi olmasının, iyi ilişkiler içinde olduğu İsrail’i tedirgin edeceğini de biliyordu. Ancak, ABD’nin İran’a bir türlü diş geçirememesinden, bu nedenle de itibarının azalmasından için için büyük mutluluk duyuyordu.

ABD ise Rusya’nın bu tavrını gördüğünden, Moskova’yı Tahran’a karşı daha mesafeli davranmaya teşvik edecek adımlar attı. Obama, Doğu Avrupa’ya füze kalkanı kurma projesinden Rusya’nın da isteği üzerine vazgeçti. Zira Kremlin, projeyi İran’dan gelebilecek bir saldırıya karşı önlem olarak değil, doğrudan kendisine yönelik bir tehdit olarak algılıyordu. Obama’nın bu adımı iki ülke arasında olumlu bir hava estirdi. Ancak Moskova, ABD’nin ısrarla Ukrayna ve Gürcistan’ı NATO üyesi yapmak istemesinden duyduğu rahatsızlığı asla gizlemedi. Bu nedenle ABD’nin İran’a yönelik yaptırım taleplerini çok sıkı bir pazarlık aracı olarak kullandı. ABD’den çok büyük ödünler koparmadan, İran’a yönelik taleplere evet demedi.

Çin, sessiz ve derinden gidiyor
Çin ise İran’a yönelik yaptırımlarda Rusya kadar esnek davranmadı. Bunda hiç şüphe yok ki, enerji temini konusunda İran’ı en güvenilir tedarikçi olarak görmesinin de payı büyük. Gürültü koparan açıklamalar yapıp, adımlar atmaktan kaçınan Çin üzerinde ayrıntılı olarak düşünmek ve pek çok ders çıkarmak gerekiyor.
Ar-ge çalışmalarına GSMH’sının yüzde 1.5’ini ayıran Pekin, bu oranın gelişmekte olan ülkeler arasındaki en yüksek oranlardan biri olmasıyla yetinmiyor. Yıllardır yurt dışına yönelmiş beyin gücünü tersine göçle yeniden kazanmaya çalışıyor. Önümüzdeki 10 ya da 20 yıl içinde Çin’in, ar-ge’yi ürün ve hizmete dönüştürme açısından ABD’yi geçeceğini bizzat Amerikalı araştırmacılar öngörüyor. Çin ayrıca, hem enerjideki dışa bağımlılığını azaltmak istediğinden, hem kalkınmasını çevreye daha az zarar vererek sürdürmeye çalıştığından, hem de dünyada çevreye duyarlı enerji teknolojileri pazarı hızla geliştiğinden, başta rüzgâr enerjisi olmak üzere enerji teknolojisi pazarına büyük yatırım yapıyor. Yakın gelecekte elektrikli otomobil, güneş paneli ve çevreci pillerle öne çıkmayı tasarlıyor. Önümüzdeki 10 yılda da dünyada planlanan nükleer santral toplamının 3 katı nükleer santral yapmaya hazırlanıyor. Yani halen 11 nükleer santralin işlediği Çin, her yıl 10 santral inşa etmeyi düşünüyor. Nükleer enerjiden elektrik üretme kapasitesini 2020’ye kadar 70 gigavat, 2050’ye kadar ise 400 gigavata çıkarmayı amaçlayan Çin, bir yandan da çevreci mesajlar verip, nükleer enerji sayesinde küresel ısınmanın yavaşlamasına katkı verdiğini söylüyor.
Çin, Afrika başta olmak üzere gelişmekte olan ülkelere de kolay kredi veriyor. Krediyi alan ülkenin de Çinli şirketlerden mal ve hizmet almasını istiyor. Batının yaptığı gibi hem bunu isteyip hem de onlara siyasi ve iktisadi reformlar yapmaları yönünde dayatmada bulunmuyor. Sadece Afrika’da, Çin’in verdiği krediyle yapılan altyapı yatırımları, iletişim ağı ve enerji santrallerinin 2001’den bu yana sayısının 200’ü geçtiği biliniyor. Çinli şirketler yurt dışında iş yaptıklarında, Çinli işçileri de yanlarında götürdüklerinden, ülke ekonomisine kazandırdıklarının yanında bir de bu yolla katkı veriyorlar. Çinli firmaların 2009 yılı verilerine göre ülke dışında 60 milyar doları geçen proje yaptıkları ve İran’dan Endonezya’ya dek 740 bin Çinli işçi çalıştırdıkları biliniyor.
Kısacası dünyada iktisadi ve siyasi gücün hızla doğuya kaydığı bir süreçte, Türkiye’nin enerjiyi dış politikasında etkili bir silah olarak kullanan Rusya’yı da, üretim gücünü ve ekonomik kapasitesini diplomaside hızla kullanmaya başlayan Çin’i de çok iyi izlemesi gerekiyor. Çünkü diplomaside işler, ABD adına kuryelik yapıp, başarısız arabuluculuk girişimlerinde bulunup, akademik konuşmalar yapmakla ve uçuş mili biriktirmekle yürümüyor.

DR. BARIŞ DOSTER
İLK KURŞUN

Yorum Gönder

[blogger][facebook][disqus]

Kemalın Askeri

İletişim Formu

Ad

E-posta *

Mesaj *

Javascript DisablePlease Enable Javascript To See All Widget