KÜÇÜK AMERİKA OLACAĞIZ” DİYE DİYE TÜRKİYE’Yİ BİTİRDİLER…

Batı, 17. Ve 18. Yüzyılda Aydınlanma devrimiyle Ortaçağa son verdi. Boş inancın yerine aklı, bilimi öne çıkardı. Toplumun sosyal,



Batı, 17. Ve 18. Yüzyılda Aydınlanma devrimiyle Ortaçağa son verdi. Boş inancın yerine aklı, bilimi öne çıkardı. Toplumun sosyal, ekonomik ve siyasal yapısında köklü değişiklikler yaparak, sanayi düzenine geçti.
Batı’nın bu çağdaş gelişimi karşısında gerileyen, güç yitiren Osmanlı, çözümü, Batı’ya öykünmekte, “Batılılaşma” hareketinde aradı. Avrupa’da gerçekleştirilen bazı yüzeysel yenilikleri ülkemize taşıyarak, uygarlaşacağını sandı.
İlerleme savaşında “Avrupalılaşma”yı tek hedef haline getirdi. “Batı sevdası” her şeyin önüne geçti. Aydınlar ve devlet adamları “Batılılaşma” hastalığına yakalandılar. “Frengistan” ürünlerini kullanmak, yabancılar gibi giyinmek, yabancılar gibi konuşmak moda oldu. Sarık ve külahı fesle, şalvar ve fistanı setre pantolonla değiştirince uygarlaştıklarını sandılar. Sanayileşme, üretim, devrim onların umurunda bile değildi.
Günümüzde olduğu gibi o yıllarda da devlet adamları işe orduyu yok etmekle başladılar. “Yenilik yapıyoruz, batının askeri teknolojisini ülkemize getiriyoruz” diye ortada ne ordu, ne kullanılabilecek silah bıraktılar. Ordunun girdisini, çıktısını, yedek parçasını, teknolojisini Batı’ya bağladılar. Çok güvendikleri, dost bildikleri Fransa ve İngiltere ülkemizi parçalamak üzere topraklarımıza girdiklerinde Osmanlı’nın ne karşı koyacak gücü ne de ordusu kalmıştı.
Batıya bağımlılık dönemi Tanzimat’la başladı. Bu dönemle birlikte sömürgeleşme, Batı’nın isteklerine boyun eğme, uyduculuk politikaları ön plana geçti. Politikacılar ve aydınlar giderek ucu Sevr’e uzanan bir mandacı anlayışın savunuculuk görevini üstlendiler. Yabancı devletlerin avukatlığına soyundular. Öyle ki, Keçecizade Fuat Paşa:
“Babıâli’yi (Osmanlı Hükümetini) İngiltere’nin dostluğundan mahrum görmektense, birkaç vilayetimizi elden çıkmış görmek daha iyidir” diyebilecek kadar ihanet bataklığına saplanmıştı.
İstilacı devletlere karşı Kurtuluş Savaşını başlatmak üzere Atatürk’ün 1919 Mayısında Samsun’a çıkması ve Sivas Kongresini gerçekleştirmesi bu ihanet politikasına ve emperyalist devletlere vurulan ilk darbe oldu. Tam bağımsızlık ve ulus devlet anlayışı bu girişimlerle değer kazandı, tarih sahnesine çıktı.
1923 Devrimi, bağımsız Türkiye Cumhuriyetini tüm dünyaya ilan eden ve mazlum ülkelere ışık tutan yüce bir devrimdi. Türk ulusu, Atatürk’ün ölümüne dek emperyalist Batı karşısında ödünsüz, onurlu, başı dik duruşunu asla yitirmedi.
Ama onun ölümünden sonra “tam bağımsızlık” politikası göz ardı edildi. Kurtuluş Savaşında Atatürk’le birlikte hareket eden komutanların bazıları, politikacılar bu kez tercihlerini başka bir emperyalistten, ABD’den yana kullanıp, Atlantik sistemi içerisinde yerlerini aldılar.
12 Mart 1947’de ABD Başkanı Henry Truman sonradan kendi adıyla anılacak “Truman Doktrini”ni açıkladı. Buna göre Türkiye ve Yunanistan’a büyükçe bir askeri yardım yapılacaktı. Amerika, bu devletleri Sovyetlere karşı yanına çekmek, bir ileri karakol gibi kullanmak istiyordu.
O zamanki hükümet bu ABD desteğine balıklama atladı. Arkasından da 4 Temmuz 1948 tarihinde yürürlüğe giren Marshall Planı ile ekonomik yardımlar aldı. Amerika bu yardımlarla Türkiye’ye ilk adımını atmış, Mustafa Kemal Atatürk’ün tam bağımsızlık politikasını yine onun arkadaşlar ile birlikte delmişti.
Bu işbirliğinin heyecanı ile önce İnönü’nün Bakanı Nihat Erim, daha sonra da DP’nin önderi Celal Bayar Türkiye’yi “Küçük Amerika” yapma hedefini tüm dünyaya ilan etti. Celal Bayar Taksim’deki bir konuşmasında şöyle diyordu: “Öyle ümit ediyoruz ki otuz sene sonra bu mübarek memleket, 50 milyon nüfusu ile küçük bir Amerika olacaktır.”
14 Mayıs 1950 seçimlerinden zaferle çıkan DP, Amerika’ya bağlılığını kanıtlayabilmek ve “Küçük Amerika” olma yolunda kararlılığını göstermek için 1950 yılında Kore’ye asker gönderdi. 1952’de NATO’ya girdi. Daha sonra da iktidar olduğu dönem içerisinde ABD ile askeri, ekonomik tam 31 anlaşma imzaladı. Menderes hükümeti, 1923 Devrimini ortadan kaldırmak, Cumhuriyet ekonomisini emperyalizmin hizmetine sunmak için elinden gelen her çabayı ortaya koydu.
DP hükümetinin Kemalist Cumhuriyeti yıkma görevini 1980’den sonra Turgut Özal devraldı. O, ABD’ye Türk ulusundan daha yakındı. Tıpkı yurtsever bir ABD vatandaşı gibi hareket ediyordu. Amerika’nın Yeni Dünya Düzenini,“küreselleşme” politikasını ve neoliberal düşüncelerini şehvetli bir istekle destekliyor, 1. Körfez savaşı sırasında “din kardeşlerinin katliamına” “Bir koyup üç almak” düşüncesiyle göz yumuyordu. Türk hava sahasının kanunsuz olarak ABD uçaklarına açmak istemesini eleştirenlere “Anayasayı bir kere delmekle bir şey olmaz…” ünlü sözüyle yanıt veriyordu.
Turgut Özal’ın “mandacı” mirasını 2002’den sonra da AKP devraldı. Geliştirdi. Genişletti. Güçlendirdi. Emperyalizmin emirlerine, isteklerine, yönlendirmesine bir kurşun asker gibi uyarak, tüm dileklerini noksansız yerine getirdi. Diyebiliriz ki Cumhuriyet tarihi boyunca sömürgeci devletlere bu denli bağlı, bu denli emir kulu bir iktidarı ulusumuz ne gördü, ne de bundan sonra görebilir…
CHP döneminden bu yana sözü edilen “Küçük Amerika olma” rüyası da nihayet onun döneminde gerçekleşti. Ne cumhuriyet kaldı, ne Cumhuriyet hukuku… Ne laiklik kaldı, ne düşünce özgürlüğü… Ne sanayi kaldı, ne kamu malı… Ne iş kaldı, ne işyeri… Ne banka kaldı, ne borsa… Tümü de yabancıların eline geçti. Tümünün adı da yabancı şimdi… Vahdettin bile bu kadarını becerememişti…
Sonunda Türkiye “Küçük Amerika” oldu. Amerikalı oldu. Menderes’in öngörüsü gerçekleşti. Şimdi milyonlarca aç, işsiz, sefil insanın yanında her mahallede bir milyarder var. Bir elleri yağda bir elleri balda sultanlar gibi ömür sürüyorlar. Vergi de vermiyorlar. Altta kalanın canı çıkıyor.
Darbe marbe, demokrasi memokrasi, hukuk mukuk, kanun manun diye diye, kanunları çiğnediler. “Küçük Amerika olacağız” diye diye Türkiye’yi bitirdiler.
Ordu tarafsızlaştırıldı. Yargı siyasallaştırıldı. Ortada Türkiye Cumhuriyetinden bir eser kalmadı. Sonunda Türkiye “Küçük Amerika” oldu. Darbeyi yapanlar ellerini kollarını sallayarak ortalarda arzı endam ederlerken, darbe karşıtları içeride şimdi…
Kozmik odalar, yolgeçen hanına döndü. İletişim ağı yabancıların denetimine geçti. Önümüzdeki seçimde elektronik düzenlemelerle bilgisayarlardan yüzde 57 oy oranı ile AKP çıkarsa kimse şaşırmasın. Ne sır kaldı, ne gizlilik Ne kapı kaldı, ne pencere. Şimdi Türk halkına tek çıkış yolu kaldı: Devrim.
Elbette sandığa da gideceğiz, elbette demokratik haklarımızı sonuna dek kullanacağız. Elbette Amerikanofillerin ayak oyunlarına, hilelerine sonuna dek direneceğiz. Ama bundan sonra Türkiye’nin kurtuluşunun devrimden geçtiğini kimse aklından çıkarmasın.
Devrim yolunda her şey denenmelidir. Oktay Akbal Ağabey’in önerdiği “Sine-i Millete dönüş yolu” da… Artık onu da CHP’liler düşünmeli… Gerçek yurtsever milletvekilleri düşünmeli…
Yurtseverlik lafla olmuyor. Lafla peynir gemisi yürümüyor…

Ali Eralp
Etiketler:

Yorum Gönder

[blogger][facebook][disqus]

Kemalın Askeri

İletişim Formu

Ad

E-posta *

Mesaj *

Javascript DisablePlease Enable Javascript To See All Widget