Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesinin rozeti, Adalet Tanrıçası bakire kadın “THEMİS”İ temsil eder…
Gözleri bağlı, bir elinde terazi, bir elinde kılıç, bakire Adalet Tanrıçasının bu özelliklerinin anlamı, Hukuk fakültesi birinci sınıfına başlayan tüm öğrencilerin ABECE’sidir…
Terazi: Adaletin eşit ve dengeli şekilde dağıtılmasını,
Kılıç: Adaletin keskinliğini, (mutlaka uyulması gerektiğini)
Bağlı gözler: Adaletin tarafsızlığını,
Bakire Kadın: Adaletin bağımsızlığını,
Simgeler…
Tarafsız ve adil bir adalet için bu değişmez kuralara göre adalet dağıtması gereken yargı mensupları, ne yazık ki son yıllarda verdikleri kararlarla Adalet Tanrıçasının gözyaşı dökmesine neden oluyorlar…
Bu davranış nedeniyle gün geçtikçe adalete olan güven sarsıldıkça, yıllarını adalete vermiş biz adalet emeklilerinin de içi acımaktadır…
Yapılan hukuksuzluklar karşısında, kimi adalet savunucuları, faşist dönem olarak anılan 12 Eylül’de bile bu kadar adaletsizlik yapılmadı diye haklı olarak yakınıyorlar…
12 Eylül sonrası kurulan ve sivil Cumhuriyet Savcıları ile Yargıçların da görevlendirildiği Sıkıyönetim Mahkemelerinde 3 yıl, devamında kurulan Devlet Güvenlik Mahkemelerinde 4 yıl çalışan biri olarak bu yakınmalara hak vermemek olası değildir…
12 Eylül faşizmine, adalet adına nasıl direndiğimizi yaşadığım bir olayla açıklamak istiyorum…
1983 seçimleri öncesinde Konsey üyelerince seçime sokulmaları sakıncalı görülen Parti Başkanları ile ilgili soruşturmalardır. Sıkıyönetim Yasasının 17. maddesine göre, gerek Konsey üyelerinin (İhtilalin üst Komuta kademesindeki 5 General) gerekse Sıkıyönetim Komutanlarının yayınladıkları emirlere aykırı davranmak suç oluşturuyordu. Bu maddede ön görülen ceza Sıkıyönetimde uygulanan en hafif cezaydı. Seçim öncesi Konsey tarafından yayınlanan bir emirle, bir siyasi partinin açıkça bir diğer partiyi desteklemesi veya onunla birleşmesi yasaklanmıştı. SODEP ve DOĞRU YOL Partilerinin seçime girmelerine de izin verilmemişti. Olağanüstü olan bu dönemde hukuk ve demokrasi tamamen askıya alınmış, beş generalin ağzında çıkan her söz yasa haline gelmişti. Hukuktan güç almayan 12 Eylül harekâtı kısa sürede çok yönlü tepki gördü…
Bu iki partinin seçime sokulmamaları da halk arasında, özellikle aydın kesimde büyük sıkıntılara ve tepkilere neden olmuştu. Komutanlar bu tepkileri biliyor ve duyuyorlardı. Kendilerini haklı göstermek için, konuyu yargı kararına bağlama çabasına girmişlerdi…
Bu nedenle de seçim öncesi, ülkenin değişik bölgelerinde konuşan bu partilerin yetkilileri hakkında soruşturmalar başlatmışlardı. Bu soruşturmalarla ilgili üç dosyada İzmir bölgesindeydi…
Aydın’da konuşan SODEP Genel Başkanı Cezmi Kartay’ın dosyası bende…
Kırkağaç’ta Konuşan DOĞRU YOL Genel Başkanı Yıldırım Avcı’nın dosyası H. Ö.’de…
Antalya’da konuşan SODEP üyesi ve 27 Mayıs.1960 İhtilali Milli Birlik Komitesi üyesi Kamil Karavelioğlu’nun dosyası A. S.’da idi.
Benim dosyamda Cezmi Kartay, Aydın’da yaptığı bir konuşmada, toplanan partililere “bizi seçime sokmadılar, sandık başına gidince elinizi vicdanınıza koyun ve oyunuzu kullanın” diye beyanda bulunmuş, Ancak tutulan tutanakta, “bizi seçime sokmadılar, gidin oyunuzu HALKÇI Partiye verin” şeklinde beyanlara yer verildiğinden, emirlere aykırı davranmak suçundan hakkında soruşturma açılmıştı…
Bir gün öğle yemeğinden döndükten sora rahmetli Hikmet Albay beni çağırarak “Gündüz Konsey talimat vermiş, komutanda bu talimat doğrultusunda sanıklar nerde ise Savcılar derhal uçakla giderek ifadelerini alsınlar ve en kısa sürede davayı açsınlar diyor. Ne diyorsun? Öğlen haberlerinde Cezmi Kartay’ın Gaziantep’te olduğu anlaşıldı, oraya gitmen gerekir” dedi.
Bir aydın olarak iki Partinin antidemokratik bir düşünce ile seçime sokulmamalarını zaten içime sindiremiyordum. Kişiliğim gereği aniden tepki gösterdim.
Albayım benim dikili ağacım yoktur. Ancak meslek hayatımda çocuklarıma bırakacağım miras, onurdur. Sıkıyönetim bittikten sonra, Savcı Gündüz emirle, hukuka aykırı bölgesinin dışına çıkarak sanık kovalayıp ifade aldı dedirtip bu onurumu zedeletmem dedim...
Esasen bunların üzerine atılan suç, bir trafik suçu kadar önemsizdir. Bu nedenle ben bölgemin dışına çıkmam, ama Hakkâri’ye gitmek için denklerimi toplamaya hazırım. Komutana, Savcıya emrinizi ilettim, hukuka uymadığı için gitmiyor diye bildirin, yanıtını verdim…
Her zaman bizi bu tür rüzgârlardan koruma ve kollama yiğitliğini gösteren Hikmet albay “yahu kızma dur bakalım H. ve A.’da gelsinler birlikte bir karar veririz” diyerek, beni yatıştırmaya çalıştı…
Biraz sonra H. Bey geldi, Hikmet Albay olayı ona da anlattı. Her zaman ki çelebi ve sakin görünüşü ve yılların verdiği deneyimi ile “Albayım gitmeme konusunda bende Gündüz gibi düşünüyorum. Ancak ben bulunduğu yer Savcılığına talimat yazarım, kurmay bir subay uçağa atlasın benim talimatımın gereğini yerine getirsin” dedi.
Bu öneri son derece mantıklı ve hukuki idi. Albayda bu öneriyi uygun gördü hemen komutanı arayarak, olayın hukuki yönü böyle gerektiriyor deyince, yargıya pek karışmayan Süreyya Paşada durumu Genel Kurmaya bildirdi ve Genel Kurmay, subayla takibi uygun görmediği için isteğinden vazgeçti…
Genel Kurmayın buradaki amacı, sanıkları yargıda tutuklatmak, sonrada “Bunları seçime sokmamakla ne kadar haklıymışız” algısını kamuoyuna kabul ettirmekti…
Yaptığım soruşturmada, tutanağın gerçeği yansıtmadığı anlaşılanınca, KOVUŞTURMAYA YER OLMADIĞI KARARI verdim…
İzmir Sıkıyönetim Mahkemelerinde görevli tüm askeri ve sivil Cumhuriyet Savcıları ve Yargıçlar, güçlünün hukukunu değil, hukukun üstünlüğü ilkesini göz önünde tutarak görev yaptıklarının canlı tanığıyım…
Hukuk ve adalet adına direndiğimiz olaylar, bir makaleye sığmayacak kadar çoktur…
Bu gün hayatta olan ve bu davaları takip eden İzmir’deki tüm Avukatlar bunun canlı tanıklarıdır…
Günün birinde herkesin hukuka gereksinimi olacağı unutulmamalıdır…
02.04.2016
Gündüz AKGÜL
Emekli Cumhuriyet Savcısı
Yorum Gönder