Çocuklara Cinsel Taciz Ve Oğlancılık 2
Yazımızın bundan önceki 1. Bölümünde, dini vakıflardaki çocuklara tacizin boyutu, AKP nin ihmali ve koruyuculuğunu, çocuklara tacizin yurdumuzdaki boyutu üzerinde genel bir değerlendirme yapmıştık.
Lüt Kavmi’nden beri, insanların hemcinsine karşı cinsel ilgilerini verirken özellikle çocuklara cinsel tacizin arttığı günümüzde, bu cinsel sapmanın Osmanlı zamanında da görüldüğünü, hem de bazı padişahların çocuklara karşı cinsel arzu duymalarını adeta meşru hale getirdiklerine değinmiş, Osmanlı’da çocuklara cinsel tacize, amiyane ifade ile oğlancılığa gulampare denildiğine değinmiştik. Fazla yer kaplayacağı için, gulampareliğe ilişkin örneklere yer verememiştik. Bu yazımızda Osmanlıdaki ilginç gulampereliğe yer vereceğiz.
Osmanlı zamanında, esir pazarında veya işgal edilen ülkelerde en güzel kızlar seçilir, padişaha adeta bir mal hediye eder gibi, cariye olarak sunulurdu. Ayrıca işgal edilen ülke ve şehirlerdeki yakışıklı endamlı oğlanlar da padişaha, vezirlere sunulurdu. Güzel kadınları, cariyeleri saraya almayı anladık da, endamlı erkek çocukları padişahlar ne yapıyorlardı?
İşte bu konuda araştırma yaparken, google den “Osmanlıca oğlancılık” yazıp görsellerden girdiğimiz zaman, erkek erkeğe cinsel birleşmenin, ta o zamanlarda yapılmış insanı utandıran, yüzünü kızartan minyatür resimlerini, hem de erkek erkeğe grup seks resimlerini görünce dehşete kapıldım. Bu nasıl Müslümanlıktı? Lüt kavminin başına gelen felaketi bilmelerine ve Kuran’da bu tür homoseksüel cinsel birleşmeyi yasaklayan onca ayetler olmasına karşın, Osmanlı’ ileri gelenlerinin bu sapkın seksi olağan gibi göstermesi insanı gerçekten dehşete düşürüyor. “Elde tesbih, evde oğlanlar”, Müslümanlık ve sapkın ikiyüzlü-riyakâr bir yaşam. Kısaca Osmanlı ülkesinde özellikle padişahlar eliyle yapılan oğlancılık (gulamparelik) vardı. İşte bunlardan tespit edebildiklerimizden bazı ilginç örnekleri aşağıya alıyoruz.
Köçeklik, civeleklik, zennelik gibi gelenekleri olan Osmanlı toplumunda gulamparelik (oğlancılık) gibi bütün dinlerde yasak olan b ir suç açıkça işleniyordu. Bu konudaki kaynakları incelediğiniz zaman, sadrazamlığa kadar yükselmiş homoseksüellere rastlarsınız.
Hele Ahmet Cevdet Paşa’nın yazdıklarına bakarsanız, oğlancılığın kadınlara yaklaşmaktan daha uygun-doğal olduğuna işaret etmesi, gerçekten dehşet vericidir.
KADINA YAKLAŞMAK AHLAK DIŞI, OĞLANCILIK OLAĞAN GÖSTERİLİYOR
1880’lerde kaleme alınan, Cevdet Paşa'nın ünlü Tezakir'inde padişaha verilen raporda, "Mısırlılar bizi bozdu! Avrupalılar da çanak tutuyor, bütün ünlü paşalarınız, oğlanlarını bıraktı kadın peşine düştü! Ahlâk elden gitti... Allah Kâmil Paşa ile Ali Paşa'dan razı olsun, aslanlar gibi oğlancılığa devam ediyorlar..." deniyor?
…2. Murat zamanında, padişaha "Kışta kadın, yazda oğlan" diye rapor yazan var! “Kadının eti sıcak, oğlanın serin”miş! [1] Bu “etkinliğin” yadırganması, 1839’da Tanzimat Fermanı’nından sonra, “Avrupalılaşma” modası üzerine başladı… Yoksa eski Yunan’dan beri, çok popüler bir
Osmanlı edebiyatında Bahname diye bir tür vardır… Seksoloji… Çoğunluğu şu anda İstanbul Üniversitesi kitaplığında duruyor. Hamamcılar Kethüdası Derviş İsmail kitabını yazmış bu aksatanın! Dellâkname-i Dilkuşa… Gönül Açan Tellâklar Kitabı… Yıl,1608… Muameleyi anlatıyor koca Kethüda… Müşterinin canı isterse, önce Tellâk müşteriyi memnun ediyor, o da cuş-u huruşa gelip, tellâğı hallediyor... Keyfiniz bilir! Kim aşağılamış? Tarifeleri veriyor adam…17.yy’da İstanbul’da 408 hamamda, 2321 “dellâk” “icra-i sanat” eylemektelermiş! Narhı var efendi! Devlet değer biçmiş! “Bir defası şu kadar, üç defası şu kadar, geceliği bu kadar” diyor… Beş defayı geçerse, pazarlığa tabiymiş! Keyfini eder de alnınızı öptürüp, bedavaya getirirseniz, o da sizin bel kuvvetinize bakarmış!”
İsterseniz Osmanlı’dan önce yazılan Mevlâna’nın Mesnevi’sinde geçen kabak hikâyesini de bir okuyun…[2]
“OĞLANCI” BİR TUNUS ARAP SULTANI
“Tunus Osmanlılara geçtiği sıralarda (H 977 M 1569–1570) Tunus Sultanı ile ilgili olarak olaylar tarih kaynaklarına şöyle geçmiştir:
«O tarihte Tunus’ta sultan olan Mehmet Bin Hasan öldü ve gerisinde kırk beş erkek bıraktı. İçlerinden Sultan Hasan yönetime el koydu ve kardeşlerinin hemen hepsini öldürdü. Yalnız Reşit ve Abdülmümin adlarındaki iki kardeşi canlarını kurtarmayı başarıp Arap Kabilelerine sığındılar ve onların yanında saklandılar. Sultan Hasan ise kendini içkiye, zevk ve sefaya bıraktı. Uçkuruna ve parlak tazelere çok düşkün olduğundan her kimin güzel bir çocuğunu işitse onu zorla aldırırdı. Böylece sarayında dört yüzü aşkın mahcup oğlan toplandı. Bu yüzden halk kendisinden tiksindi ve kardeşi Reşit’e adam göndererek onu babasının tahtına geçmeye çağırdı. Sultan Hasan durumu öğrenince, bu işe girişenlerden pek çok adam öldürdü ve Reşit’in saklı bulunduğu kabileye adam göndererek oğlunun kendisine teslim edilmesini istedi. Ancak bu kabilenin ileri gelenleri hileye başvurdular ve “biz onu açıktan açığa vermekten korkarız, akşam olsun kimse bilmeden alın götürün” diyerek işi biraz ertelediler. Reşit’e ise sabah yelinden daha hızlı uçan bir at verdiler. O da atla kaçtı; Cezayir’e varıp Hayrettin Paşa’ya(Barbaros’a) sığındı.» [3]
OSMANLI TARİHİNDE BİR “OĞLAN PEZEVENGİ” VEZİR
Osmanlı padişahları da, Rumeli’deki fetihlerde güzel yakışıklı Hıristiyan oğlanları toplayıp ganimet olarak saraya götürürlermiş. Ne ki, o zaman yazılmış tarih kitaplarından öğrendiğimize göre, Osmanlı da bir ara “Oğlan Pezevengi” diye anılan vezir varmış. (Tac’ut Tevarih Hoca Sadeddin Efendi)
“…..El-Hac Mehmet Paşa, fukara ve halkın işlerini görmek üzere saraya geldi. Ulema ve vezirler eskisi gibi Orta Camiice kaldılar. O gece firar eyleyen Ahmet Paşa yakalanarak Paşa Sarayına götürüldü. Burada bir parça dedikodu ve söylentiden sonra, ”Sizi toplantıdan çağırmışlar” diyerek, kapıcılar kethüdası ile birlikte gönderilip, kapıdan çıkarken katli için hazır bulundurulan aman vermeyen cellât, ferman mucibince işini tamam eyledi. Cesedi de At Meydanına bırakıldı. Toplanmalarının ikinci günün sabahında, Orta Camiide bulunan asker topluluğu ve bütün devlet erkânı At Meydanı tarafına hareket eyledi. Camii avlusuna girileceği sırada, Rumeli kazaskeri olan ve “Oğlan Pezevengi” lakabı ile tanına Mustafa Efendi’nin önceleri yüz elli akçe maaşlı bir kadı iken, hasekilerden birinin hizmetine girerek âdete aykırı olarak bir anda Şam-ı Şerif kadılığına yüceltilmesi, daha sonra da hilâfet merkezi olan İstanbul Kadılığına tayin edilmesi, hoş karşılanmamıştı. Ancak bu payeye de razı olmayıp, Rumeli Kazaskerliği ile memnun edilmiş, böylece büyük âlimler silsilesine girmiş idi. Onun beğenilmeyen bu harekeleri ulemanın gönlünü kırmıştı. İçlerinde onun bu hareketlerinin verdiği bu eziyet iyice yer etmiş bulunduğundan, bir bahane aranılmakta idi. İşte bu sırada “fırsat ganimettir” diyerek, katli için asker tarafına işaret ettiler. Böylece bu dertli “Oğlan Pezevengi” lakaplı Mustafa Efendi’nin vücudunu keskin kılıç ve kan döken hançer ile parça parça eylediler. Cesedini veziriazam Ahmet Paşa’nın cesedinin yanına getirdiler. Reziller ve eşkıya kalabalığı, cesetleri üzerinde ok atma denemeleri yaparak, parça pare eylemek suretiyle, türlü türlü ihanetler yapmaktan geri kalmadılar. Bunların cesetleri bu Zerduştlarla da kalmadı…..” [4]
EMİRGÂN SEMTİ’NİN ADI AHLAKSIZ BİR VEZİRDEN GELMEKTE
İstanbul’daki Emirgan semti adı Emirgûneoğlu Tahmasp Kulu Han’ın adından gelmekte. Ama kötü bir anısı vardır.
IV. Murad (1623-1640) İran Seferi sırasında Revan kalesini kendisine savaşsız teslim eden kale kumandanı Emirgûneoğlu Tahmasp Kulu Han adlı bir eşcinseli İstanbul’a getirecek, adını Yusuf yapıp musahipliğine atayacaktı; sonra da adı Yusuf Paşa olur. Padişahın Yusuf Paşa’ya verdiği hediyelerden biri bugün Emirgân dediğimiz semtteki ‘Feridun Bahçesi’ idi. Padişah bu bahçedeki konakta, Musa Çelebi ve Silahtar Mustafa Paşa gibi dönemin ünlü eşcinselleri ile sabaha kadar oturak âlemleri düzenlerdi. Bir yandan da, halkın ahlak bekçiliğini yapardı. Öyle ki IV. Murad devrinde, bazı kaynaklara göre 14 bin, bazılarına göre 20 bin kişi kahvehanelere gittiği, tütün, afyon veya içki içtiği gerekçesiyle katledilmişti… Üstelik bu katliam işinde padişah da bizzat yer almıştı…
Hâlbuki dönemin açık sözlü yazarı Evliya Çelebi’den öğrendiğimize göre o tarihlerde eşcinsel meslek erbaplarına ‘hizan-ı dilberan’ (düşkün ahlaksız gençler) denirdi. Bunlar ‘defter-i hîzan’a kaydedilerek devlet tarafından vergilendirilirdi. Çelebi’ye göre “Hîzân-ı Dilberân esnafı nefer (kişi) 500, bunlar bir alay yersiz, yurtsuz, düşkün, ahlâksız, yüzsüzlerdir ki kendi kadir ve kıymetlerini bilmeyip Babulluk’ta, Kalatyonoz’da, Finde’de, Kumkapı’da, San Pavla’da, Meydancık’ta, Kiliseardı’nda, Tatavla’da ve çesit çesit içki içilen yerlerde sürü sürü gezip boğazı tokluğuna avlanırken subaşı tuzağına düşüp sonunda defterli olur” idi. Çelebi’ye bakılırsa yine o tarihlerde “Deyyuslar esnafı” 212 kişi, “Ahmak pezevenkler esnafı” 300 kişi idi. Bu kişiler diğer meslek erbabıyla birlikte, padişahı İran Seferi’ne uğurlayan esnaf alayına katılmışlardı üstelik…[5]
SAVAŞTA YAĞMA ESİRLER
Osmanlı’nın serhat boylarında yaptığı fetih ve savaşlarda, karşı tarafı yendikleri zaman, birbirinden ilginç esir ve ganimet alıyorlardı. Zafer sonunda para altın, mücevher vb mal talan yanında, genç kızlar, yakışıklı genç delikanlıların da esir alınıp, devletin ileri gelenlerine dağıtıldığını, o zamanki savaşlara tanık olan tarihçilerin yazdıklarından öğreniyoruz.
Osmanlı Askerlerine, savaştan önce yağma izni verilirse, savaşların çok daha çabuk kazanıldığı gözlenmiştir. “… Biga yağma izni verilince kısa zamanda zapt edilmiş oldu. …köle olmaya elverişli olanları tutsak edilip zincire vurulmuş, ev ve barkları gazilere, Müslüman halka dağıtılmıştı. Kiliseler, öteki tapınaklar camiye çevrildi. Ötekiler de lokma lokma doğrandı. …zaferle gönül bağlayan askerin eline hesapsız ganimetler geçtiği halde, durağı yüce padişahın otağına bildirilen tutsak alınan veya öldürülen düşmanların kellelerinden nice hayvan yükü gönderilmişi”. (Yükler dolusu kesilen insan kelleleri acaba ne işe yarıyordu?)
“Zaferleri gölge edinen askerler, bir yandan kıymetli ganimetlerle sevinirlerken, bir yandan da padişahların alkışlarını topladılar. Perileri andıran kızlar ve oğlanlarla bir araya gelince Tanrı’nın muştuladığı cennete gelmiş gibi oldular. Ondan sonra Pınarhisar üzerine yürümeğe karar verildi. Bu sağlam kale kısa zaman alındı, içindeki kâfirler esir alında, direnmeye kalkışanlar, lokma lokma doğrandı.
“…Sinan Bey yanındaki beylerle H.835 M 1431 Serhad’e ulaştığı zaman Arnavut topraklarına akıncılar salıp dağıttı. Bunlar buldukları aşağılıkları tepeleyerek çoluk çocuklarını tutsak alıp, bol ganimetlerle sevinç içinde İslâm askerlerinin ordugâhına döndüler. Ele geçirilen delikanlı ve oğlancıklar işveler saçan ayyüzlü dilberler o kadar çoktu ki, ordugâh kıyamet günüymüş gibi, ruhların topladıkları alana, sevinç ve huzur veren Cennete döndü. Başarılar sonunda bu ordu, padişahın otağına gelerek devlet kapısında görev almaya elverişli servi boylu oğlanları hürleri andıran carileri mutlu otağın eşiğine peşkeş çekti. Keremli padişahın değerli haremlerini perileri andıran parlak dilberlerle bir meşher haline getirdi”.
Bir tarih yazarı olan Aşık Paşaoğlu Engürüs (Macar) seferine çıkar. Bu seferde yaptığı bir şeyi şöyle anlatır: «Öldürdüğümden gayrı, beş genç kâfiri bağlayıp Üsküp’te beşini bir arada dokuz yüz akçaya sattım». (Yugoslavya’nın parçalanmasından sonra Sırp Boşnak savaşında 1993 de, Türkiye’den bir gazetenin muhabiri savaş izlemek için Saraybosna’da cephede bulunurken gazetesinde şöyle diyordu: “Cephede bir iki Sırp kâfirini öldürdüm.-Türk Basınından)
Osmanlılar 785 M 1383 de Rumeli’ye geçerek Timurtaş Bey’in komutasında fetihlere devam ettiler. Arnavutluk’ta Arnavut kavminin güzellikte, tatlılıkta emsali olmayan oğlancıkları, kızları gazilerin eline girdi ve her bir gazi peri çehreli nazlıyı gerdeğine alıp çeşitli ganimetlerle muradına ulaştı. Timurtaş Bey ganimetin beşte birini toplayarak sayısız mal ve başarılı askerleriyle cihan sultanı padişahın otağına döndü “.
Timur taş Bey aldığı emir gereğince, düşman topraklarını talan için bütün gücünü kullanarak burada da nice kale ve palankaları almış, Hersek Ülkesini yakmış, oğlan, kız, eşya ve hayvanlardan sayısız ganimet toplamış, padişahın eşiğini öpmek üzere geldiği vakit, gösterilen iltifata baş tacı edilmişti.
“…güven yolunu tutmasını ve yiğit padişahın atının ayağı tozunu sevinçle başına taç etmesini bildirdi”.
Sultan Murat Rumeli’de çeşitli milletlerden oluşan ordularla kanlı savaşlar yaptı. Kâfirden düşen kellelerden de alanda tepeler peyda oldu, geniş ova kan deryasına döndü; askerin mızrakları ucuna dikilen din düşmanlarının kanlı başları ile ol savaş alanı lalezara çevrildi. Kelle tepeleri arasında ol yedi yilândan biri yaralı yatmakta idi. Sultan Murat küçük bir birlik ile o tarafa doğru yöneldi. Ölüler arasında bulunan Miloş Nikole, ölüler arasından çıkarak padişaha yaklaştı. “Gizli sözüm var” diyerek, öper gibi yaptı, yanında taşıdığı zehirli hançerle padişahı şehit etti. Daha savaş alanından ayrılmadan saltanat varislerinin sayıca çoğalmalarının memleket ve halkın düzenine zarar verdiğini de sınamış olduklarından, saltanat makamının Tanrının gölgeliği olduğu da kabul edildiğinden Savcı Bey ona engel gibi düşünülerek, padişahın adamları Yakup Çelebiyi şehit ettiler. Padişahın cesedi ile birlikte defnedildiler. Temiz kokulu kabirleri başında olan duaların kabir toprağının çeşitli hastalıklara çare olduğu sınanmakla bellendiği bilinmektedir.
(Sultan Murat 792 yılı Ramazanın dördüncü günü 16.8. 1390 de şehit olunca, Yıldırım Beyazıt padişah oldu; onun altı çocuğu vardı. Yıldırım Beyazıt Timur olayında ölürken, çocuklarının çoğu isyanlarda öldürüldüler. [6]
SAVAŞTA YAĞMA
Mohaç Savaşında tutsak alınan kâfirlerin getirilmesi için padişah buyruğu çıkarıldı. Hemen dört bini aşkın eli bağlı ciğeri dağlı kâfir getirilerek, içlerinden dört tanesi dil için (bilgi almak için) alındı, geri kalanlar ise kılıçtan geçirildi. Konaklanılan yer cesetlerle dolduğu için, ordu başka yere nakledildi. Altın dizginli padişah, atına binip savaş alanını gezdikten sonra sadrazama,”imden sonra tedbir nedir” diye sorunca, İbrahim Paşa da,”hünkârım domuzun yatağında çocuğu olmasın” dedi… Sonra çevrede yağma edilmedik kent, kasaba, köy ve çiftlik kalmadı. İslam Gazilerinin ganimet olarak ele geçirdikleri dilber ve eşsiz güzellikte sarı saçlı kızların, yakışıklı cana yakın çocuk ve gençlerin, gümüş sürahi ve bardakların, yine gümüş tepsi ve şamdanların sayısını ancak Tanrı bilir.
“Mohaç Gazasında 200.000 kâfir öldürüldü ve tutsak edildi. Şimdiye kadar İslam Ordusunun en büyük savaşı idi. Kâfir savaş meydanına 300 top bıraktı. [7]
ON GÜRCÜ DELİKANLISI HEDİYE
“….Erzurum’da on gün oturup kışın şiddetini geçirerek bütün vilayet meclisi ile vedalaşarak Ilıca tarafına doğru yol aldık. Burada Erzurum Valisi Zurnazen Paşa çadırlarıyla o kış şiddetinde oturmuş durmakta idi. Bizim paşaya büyük ziyafet çekip bir samur kürk ve bir kıymetli eğerli at, bir oba çadır ve yirmi kese yolluk ve beşer katar katır ve deve ve on adet seçkin Gürcü delikanlısı hediyeler vermekle Melek Paşa’yı oldukça memnun eyledi….” [8]
OSMANLIDA ŞİİRLER OĞLANLARA YAZILIRDI
Oğlancılığın Şiirlerdeki Seçmeleri
Henüz ergenlik aşamasına gelmemiş, sesi kalınmamış, sakalı ve bıyığı çıkmamış, yani “erkek” olmamış olan oğlanlar Divan şairleri gözünde nazlı kızlar gibidir:
“Kızoğlan kızı nâzın, şehlevend âvâzı âvâzın,
Belâsın ben de bilmem, kız mısın, oğlan mısın kâfir.”
(Nazlanman kızoğlan kız gibi, haykırman güzel delikanlı gibi
Belasın ben de bilmem, kız mısın oğlan mısın kâfir)
Nedim
Ya da, oğlanların ateşli bir Rum dilberinden farkları yoktur:
“Dilde bu âteşi yakan mahdum
Tıflı nevres henüz dahi masûm
Görünür gerçi sûretâ mazlûm
Hâli Hindûsu lîk âfeti Rûm
Yaktı gönlümde nârı Bû Leheb’i
On üç on dört yaşında bir Çelebi.”
(Dilde bu ateşi yakan oğul,
Daha yeni yetişmiş bir masumdur.
Görünüşte uysaldır ama
Hint beniyle bir Rum afeti gibidir.
Gönlümde Ebu Leheb’in ateşini yaktı
On üç on dört yaşında bir Çelebi.)
Sükkerî
Oğlan çocuğu yaşı ilerleyip ergenlik başlayınca, sakal ve bıyıklar çıkmaya başlayınca her şey mahvolur, pederastik hayaller de yıkılır:
“Sakalın geldi vü mahvoldu zülfün
Demişler hata bâkî, ömre fânî.”
(Sakalın çıktı ve zülüflerin mahvoldu.
Demişler sakal kalıcı, ömür geçici
Mesîhî
Oğlanların tüyleri ergenlik zamanı gelişip sakal ve bıyığa dönüşünce, onlar artık sevgili olmaktan çıkar ve güzelliklerini kaybederler:
“Meydânı ruhi yarda oynar iken dil
Hattı erişip dedi bunun bitti sakalı
Veren ruhuna zîb ü bahâ hâl ü hatındır
K’onlardır eden hüsn metâını bahâlı.” [9]
(Sevgilinin yanak meydanında dil oynarken,
Ayva tüyleri büyüyüp dedi bunun sakalı çıktı.
Yanağını süsleyen ben ve tüylerindi
Senin güzel malını değerli kılan onlardı.)
Mesîhî
Şair Nedim'in şarkı güftesi olarak da kullanılan çok meşhur bir şiiri ders kitaplarında bile yer alır ama bir dörtlüğü çıkarılmış olarak yer alır. Çıkarılan dörtlük şudur:
İzn alub cum'a nemâzına deyû mâderden,
Bir gün uğrılayalım çerh-i sitem-perverden.
Dolaşub iskeleye doğrı nihân yollardan,
Gidelim serv-i revânım yürü Sad'âbâde.
Bugünün diliyle:
Anne(n)den cuma namazına diye izin alıp,
Zalim felekten bir gün çalalım.
Issız yollardan iskeleye doğru dolaşıp,
Yürü uzun boylu sevgilim Sadabad'e gidelim,
Diye betimlenen ve Cuma'ya gitmek için bile annesinden izin alınması gerekecek denli küçük yaşta olan bu sevgili bir erkek çocuktan başkası olamaz, çünkü malum, Cuma'ya sadece erkekler gider. [10]
II. OSMAN DÖNEMİ (1618–1622–19 yıl yaşadı ve öldürüldü)
(Çeşitli tarihi kaynaklar yeniçerilerin evlenmediklerini yazar. Şeriatla yönetilen Osmanlıda, şimdiki gibi kadınlarla arkadaşlık, sosyal ilişkiler olamayacağına göre, Yeniçeriler libido egolarını nasıl tatmin ederlerdi? Kamuoyuna açıklanmazsa da, bu nedenle onlar arasında eşcinsellik yaygındı. İşte Yeniçeriler, bildikleri bu maharetlerini, aşağıdaki kitapta açıklandığı gibi, zorla Genç Osman denilen ll. Osman’a uyguladılar)
“Tarihe “Genç Osman” olarak anılan trajik bir yaşantısı olan II. Osman çocuk çağında padişah oldu. 13 yaşındaki padişahın koynuna, anası Mahfiruz Sultan kendi ırkından bir Sırp kızı koydu. Bu kız gebe kalınca Meylişah Sultan adını taktılar. Bu şerefe yeniden yeniçerilere bir buçuk milyon duka altın bahşiş dağıtıldı.
Sultan Osman 1621 yılında 16 yaşındaki kardeşi Şehzade Ahmet’i boğdurttu. Oysa kendisi şair ruhlu olup “Farisî” mahlası ile şiirler yazar ve divanı olan padişahlardandı.
Genç Osman’a Hocası Hacı Ömer Efendi, hayırlı mantıklı öğütler veriyordu. Ona şunları söyledi: “Hacca gidiyorum- diye yola çıkacak ve Anadolu’ya ulaştığında Türklerden bir ordu düzenleyeceksin, bu orduyu silâhlandırıp İstanbul üstüne yürüyeceksin, bu fesat ocağını ancak Türk’ler yerle bir edip ortadan kaldırabilir “.
Bu öğüde uyan Genç Osman gerçekten de hac hazırlıklarına başladı. Şimdiye kadar hiçbir Osmanlı Padişahı hicaza gitmemişti, (sonra da gitmedi). Bu gerçeği öğrenen Sırp, Hırvat, Arnavut, Bulgar, Rus ve Rum soylu devşirmelerden oluşan Yeniçeri Ocağı, sarıklı softalar kışkırtma ve dayanışma ile isyan başladı. İsyancılar Genç Osman’ı yaka paça yakalayıp çırılçıplak soydular, sokaklarda gezdirdiler; olmadık aşağılama ve küfürlerle Yedikule Zindanında döve döve 50 kadar yeniçeri ırzına geçtiler. Sonra boğup öldürdüler. Böylece içlerinde bir Türkün bulunmadığı Rum, Sırp, Bulgar, Arnavut, Hırvat, Rus ve tüm Frenk devşirmelerinden oluşan Yeniçeri ordusu denilen çapulcu ordusu devletin onurunu ayakaltına alıyordu. [11]
III. OSMAN DÖNEMİ (1754–1757-60 yıl yaşadı)
Sırp kızı Mari’den doğan III. Osman, yalnız oğlanlarla yatıp kalkan bir eşcinseldi. Birinci Mahmut’un anıdan öldüğünde, kendisinin padişah olacağına bir türlü inanamadı. III. Osman 56 yaşındaydı. Anası, Şehsuvar Sultan diye anılan saraya satılan Mari adında bir Hıristiyandı. Bu yaşa kadar ölüm korkusu ve göz hapsinde yaşamış afyonkeş, içki düşkünü ve de kadınları, kızları sevmezdi. Bu ruh sağlığı bozuk padişah, kadınların kendisini görüp kaçmaları için, ayakkabısının altına altından bir ses takozu taktırmıştı. Öyle ki kadınların sokağa çıkmasını, süslenmesini yasaklamıştı. Ama kendi bütün küçük oğlanlarla yatıp kalkıyordu. Anası zorlukla III. Osman’ın koynuna Sicilya’lı Olivia’yı, Olga adlı Sırp iki cariye soktu. İkisi de gebe kalınca Olivia’ya (Zerki Sultan), Olga’ya Ferhunde Sultan dediler. III. Osman üç yıl sonra 1757 de öldü.
III. Osman’ın yerine III. Mustafa padişah olunca, analarının memelerini emen, III. Osman’ın iki kundak çocuğunu, daha ilk gün boğdurup denize attırdı. III. Osman’ın dört karısı olduğunu tarihler not düştü. [12]
Cevat Kulaksız
ckulaksizster@gmail.com
SONNOTLAR
1 II. Murat, kendisinin emri üzerine Mercimek Ahmed’in Farsça’dan çevirdiği, 11. Yüzyılda yaşamış Kuhistan Sultanı Kabus'un oğluna nasihat kitabı Kâbusname’deki şu satırları okuduğunda şaşırmış mıydı acaba: "... ve yaz olunca avretlere meylet ve kışın oğlanlara, ta ki bedenen sağlam olasın. Zira ki oğlan teni sıcaktır, yazın iki sıcak bir yere gelirse teni azıtır ve avret teni soğuktur, kışın iki soğuk bir yere gelse teni kurutur vesselam."
[2] Çok Ayıp Bir Yazı… +18 Yard. Doç. Dr. N. Beratlı 2001 2015 Kıbrıs Postası
https://www.kibrispostasi.com/print.php?col=57&art=20556
[3] Büyük Osmanlı Tarihi İ. Hakkı Uzunçarşılı c 3, sf 372-373-374
Peçevi Tarihi İbrahim Peçevi Cilt: 1 Sf:347
[4] Solakzade Tarihi Kitap Yurdu Kubbealtı Sahaf Cilt: II Sf: 579–580
[5] https://t24.com.tr/haber/osmanlida-escinsellik-elinde-tesbih-evinde-oglan-dudaginda-dua,243678
[6] 1-Tacu’t Tevarih Hoca Sadettin Efendi Cilt:1 Sf:128–136–155–156–173–191)
2- “ “ “ “ “ Cilt: II Sf:180–181
[7] Peçevi tarihi İbrahim Peçevi cilt 1: sf: 73–74–75
[8] Evliya Çelebi Seyahatname Morpa Kültür Yayınları 2004 sf 249
[9] Erol İrdelmen, 2 Aralık 2012 (Milliyet Blog)
https://turkiye.net/kultur-sanat/osmanlida-escinsellik-ve-kurandaki-yeri-bolum-2/
yhttps://www.ensonhaber.com/yasam/260392/osmanlida-siirler-oglanlara-yazilirdi.html
[10] https://turkiye.net/kultur-sanat/osmanlida-escinsellik-ve-kurandaki-yeri-bolum-1/
[11] Padişah Anaları Ali Kemal Meram Sf 362–364
[12] Padişah Anaları Ali Kemal Meram sf 362-364
Yorum Gönder