23 Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı etkinliklerinden olarak,
Atatürkçü Düşünce Derneği’nin (ADD) destek ve yönetiminde 24 Nisan 2016 günü
Nazım Hikmet Kültür Merkezi’nde “Anayasa Tuzağı, Terör ve Türkiye” konulu panel
düzenlendi.
Panelden önce, etkinliklere katılmak için yurdun her yanından
otobüslerle gelen binlerce kişiler ile Ankara’daki çeşitli sivil dernek
mensupları Atatürk Kültür Merkezi’nde (AKM) toplanarak Tandoğan (Anadolu)
Meydanından Anıtkabire yürüdüler. Sonra da binlerce Atatürkçü Nazım Hikmet
Merkezine geldiler.
Binlerce kişinin doldurduğu Ankara’nın en büyük salonundaki panele, çok
değerli siyasetçi, sendikacı, hukukçular konuşmacı olarak katıldılar.(Giden
sayımızda adlarını ve görevlerini vermiştik).
AKP-RTE iktidarının planlı bir şekilde “yeni anayasa” adı altında
anayasayı laik özünden ayrı olarak dinsel düşünceye dayanan bir anayasa yapma
hazırlığı sırasında, bu konuşmaların yararlı olacağını düşünerek, tüm
konuşmacıların konuşmalarının metinlerini çözerek okuyucuya sunmayı düşündük.
Metnin uzun olacağı ve okunmasının zor olacağını düşünerek her
konuşmacının metnini bölümler halinde vereceğiz. Bu bölümde iki konuşmacıya yer
verdik,
Gerici
anayasaya karşı direnmeliyiz
Ülkemizi laik TC ni güya yöneten gerici iktidar, devletin her
kademesinde ulusal bayramlarımızı yasaklayarak, ulusal değerlerimizi dinsel
devlet yapılanmasına doğru sürükleyerek gerici bir anayasa yapma çabasında olan
AKP-RTE iktidarına karşı okuyucumuzu, yurttaşlarımızı daha duyarlı olmasını
sağlamak ve gerçekleri görmelerine yardımcı olmak için bu değerli hatiplerin
uyarıcı konuşmalarına yer veriyoruz. Konuşmaları yazıya dökmek ne kadar zor
olduğunu sanırım bilirsiniz, ama biz üşenmeden, yılmadan bu değerli konuşmaları
size sunmayı görev bildik. Çünkü ülkemiz Cumhuriyet tarihinin en kritik
dönemeçlerini yaşamakta. Hepimiz, ülkemizin yararı için iktidarın yapmaya
çalıştığı kumpasla dolu gerici anayasaya karşı “hayır” diyerek direnmeliyiz.
“Dindar Anayasa” isteyen 14 yıldır
AKP-RTE iktidarında hiç siyaset yapmamış Meclis Başkanı İsmail Kahraman neden
“seçmece” Meclise başkan seçildiğini
düşünebiliyor musunuz? Gençliği
demokratik parti ve kuruluşlarla mücadele etmiş, 1967 de Milli Türk Talebe
Birliği Başkanı olmuş, türbana geçit vermeyen üniversite yönetimini protesto
için 68 günlük işgal ve boykot eylemi yapmış, TİP’in “diriliş” mitinglerine
karşı “şahlanış” mitingleri düzenlemiş (bu olaylarda iki devrimci ölmüştü) daha
nice gerici eylemlerin başını çekmiş, elinde “devrimci kanı”
oluşmuş kişi özellikle seçilerek Meclis Başkanı yapılmıştır. Devlet Bahçeli ve
MHP de bu seçilişe çanak tutmuştu. Laiklik, devrimcilik karşıtı nice eylemlere
katılmış, Merhum İmran Öktem’in cenaze namazını bile engellemeye çalışmış,
mazisi karışık Kahraman, çizgisini koruyarak, “yeni anayasa dindar bir
anayasa olmalı; laiklik bir kere yeni
anayasada olmamalıdır” diyerek, aslına mayasına dönmüştür. Laikliği
koruyacağına dair ant içerek başkan olan İsmail Kahraman, yürürlükteki
anayasaya karşı suç oluşturan çıkışıyla pek çok kişi tarafından suç duyurusunda
bulunulmuştur. Sahiden Yargıtay Başsavcısı acaba bu duruma ne der? Görevini
yapmalıdır.
Yoksa bu gerici anayasa kabul edilirse, ülkemiz dinci, gerici bir
Ortadoğu ülkesi olacaktır. O nedenle ülkemizin geleceği için bu konularda daha
duyarlı olmalıyız.
Bu bölümde İzmir Barosu Başkanı Aydın Özcan ile ÇYDD nin Genel Başkan Yardımcısı
Nihal Kızıl’ın konuşmasına yer vereceğiz. Her iki konuşmacı da büyük alkış
aldılar.
İzmir
Barosu Başkanı Aydın Özcan şu konuşmayı yaptı:
“-Öncelikle Konya Karaman ve Selanik’ten
hemşerisi olduğum Mustafa Kemal Atatürk’ü bu vesile ile yâd ediyorum. 23 Nisan
1920 de Türk Milletinin iradesini temsil eden birinci Büyük Millet Meclisinin
açıldığı ve Türk milletinin Türk halkının egemenliğini ilan ettiği tarihtir.
Mustafa Kemal Atatürk ,”bütün cihan
bilmelidir ki artık bu devletin ve bu milletin başında başka kuvvet yoktur,
hiçbir makam yoktur. Yalnız bir kuvvet vardır o da milli egemenliktir, yalnız bir makam
vardır o da milletin kalbi vicdanı ve mevcudiyetidir” demiştir.
İşte
23 Nisan Ulusal tarihimizde büyük bir dönüm noktası olmuş ve halka dayalı,
halkın temel hak ve özgürlüklerinin savunulduğu bir Cumhuriyet şekli meydana
gelmiş ve halkımızın ümmet olmaktan kurtularak demokratik haklarına sahip birer
birey olarak yaşama şansı bulmuşlardır. Ülkemizde endüstri devrimi olmamıştır;
diğer demokrasilerde olduğu gibi büyük bir mücadele sonucu emperyalist ülkelere
karşı verilen büyük mücadele sonucunda yeni kurulan TC sayesinde halkımız ümmet
olmaktan kurtulmuş, temel hak ve özgürlüklerine kavuşmuştur. Kadınlarımız ilk
kez dünyada 1930 larda seçme ve seçilme hakkını kazanmıştır. İşte bu bilinçle
yeni kurulan TC hukukun üstünlüğüne dayalı temel hak özgürlükleri savunan bir
cumhuriyettir.
Ama
günümüze geldiğimizde maalesef ki ülkemizde hukukun üstünlüğüne, yargı
bağımsızlığına, demokrasiye, basın özgürlüğüne, temel hak ve özgürlüklere inanç
kalmamıştır. İşte bunun için mücadele etmek zorundayız. Hukukun üstünlüğünü,
yargı bağımsızlığını, demokrasiyi, temel hak ve özgürlükleri evrensel
boyutlarda hayata geçirmemiz gerekir. Bunu yapmamız lazım, bunu yapmak için de
siyasilere büyük görevler düşmektedir. Ancak günümüze kadar son iktidar dâhil
bunların önceki siyasi iktidarlar da her zaman hukukun üstünlüğü, yargı
bağımsızlığı demişlerdir, ama gereğini yapmamışlardır. Yargı bağımsızlığı
olabilmesi için öncelikle siyasi iktidarların hep söyledikleri lafları lafta
değil, icraata dökmeleri gerekir. Yargı bağımsızlığı olabilmesi için HSYK nun
gerisindeki adalet bakanının ve adalet bakanlığı müsteşarının oradan derhal
ayrılması gerekir. HSYK bağımsız olmalıdır. HSYK hem idari yönden özerk, hem de
bir bütçesi olmalıdır, bunlar neden yapılmıyor. İşte son dönemde Yargı
bağımsızlığı altında birçok yasalar çıkarıldı. Ne yapıldı? HSYK luna siyasi
iktidarın oyunu artıracak şekilde, yeni yasalar da eklendi. Hâkimler savcılar
bağımsız mı oldu? Aksine daha bağımlı haline getirildiler. İşte HSYK una
seçilen üyelerin büyük bir çoğunluğunu siyasi iktidar seçiyor. Böyle bir
durumda Anayasanın 139. Maddesi ile 138. Maddesinde, 140. Maddesiyle hâkimlik
ve savcılık teminatı sadece anayasada kalmıyor mu? İzmir’deki İstanbul’daki bir
hâkimimiz görevini yaparken bağımsız mı? Bağımsız bir şekilde karar veriyor mu?
Siyasi iktidarın istemediği bir karar verildiği takdirde hemen Kars’a başka bir
yere yargıcın tayini çıkarılıyor. İşte bunu engellememiz lazım.
Eğer biz bu ülkede yargı
bağımsızlığını, hukukun üstünlüğünü tam layıkıyla uygulamaya başladığımız an
iddia ediyorum, hem temel hak ve özgürlükler anlamında, hem demokrasi
anlamında, hem de ekonomik anlamda çağ atlayacağız. İşte Mustafa Kemal Atatürk’ün göstermiş
olduğu hedefe o zaman ulaşacağız. (Alkışlar)
Türkiye
işte bu karmaşık düzende siyasi iktidarlar değişmesine rağmen bu evrensel
boyutlarda hukukun üstünlüğünü, yargı bağımsızlığını, basın özgürlüğünü
sağlamadığı için kangren halinde yaşamaya devam ediyor.
İzmir
Barosu olarak göreve geldiğimizde dedik ki İzmir Barosu İzmir gibi
düşünmelidir, İzmir Barosu sivil toplum örgütleriyle kol kola olmalıdır ve bunu
ilk kez İzmir’deki kültür adetleriyle gerçekleştirdik ve İzmir Barosu’nda
Atatürk ve Cumhuriyet devrimleri komisyonu kurduk. Atatürk’e Cumhuriyet
devrimlerine kim hakaret ediyorsa, karşısında İzmir Barosu’nun Atatürk ve
Cumhuriyet Devrimleri Komisyonu mücadele veriyor, her türlü davayı takip
ediyor, müdahil oluyor. Yakın zamanda da hukuk komisyonumuzu merkez hale
getirerek daha köklü hale getireceğiz. İşte İzmir Barosu ve barolar.
Bakınız,
hukukun üstünlüğü, yargı bağımsızlığı anlamında ülkemizde yaşanan o dönemdeki
gelişmeler çerçevesinde, hatırlayınız. Herhangi bir kanun çıkarılmaya
çalışıldığı zaman, torba yasalar devreye giriyor ve meslekleri ilgilendiren
avukatlık mesleğini, eczacılık, tıp ve başka konuları ilgilendiren konular da o
yasaların içine torba yasa usulü eklenmek suretiyle ve bir oldubittiyle karşı
karşıya kalıyoruz. İşte bunun İç Güvenlik Yasa tasarısı gündemde iken, siyasi
partiler TBMM inde mücadele ederken sahada sadece barolar vardı. 5 Nisan günü
Bursa’da, 11 Nisan günü İzmir’de idik. Yaklaşık 20 bin kişiden 79 baro, Türkiye
Barolar Birliği ile birlikte dedik ki, Türkiye adaletine ağlıyor ve İzmir’den
bütün Türkiye’ye hukukun üstünlüğünü, yargı bağımsızlığını, demokrasiyi, basın
özgürlüğünü savunduğumuzu ve İçgüveylik Yasa Tasarısıyla ülkemizdeki
hukuksuzlukların artacağını, temel hak ve özgürlüklerin kısıtlanacağını ifade
ettik. Burada baroları tebrik ediyorum,
79 baro tek vücut halinde bu dillendirildi. İşte üniversiteler nerdeydi. Hâkim
ve savcılar nerdeydi soruyorum. Ülkemizde iyi bir gelecek bırakabilmek için
konuklarımızla çok çalışmamız lazım. Ülkemiz maalesef son dönemde terör eylemleriyle
sık sık büyük üzüntü yaşamaktadır. Terör bütün yurttaşlarımızı acıya
bürümüştür, ateş düştüğü yeri yakar, ama bunun için de terörü de bitirebilmemiz
için 78 milyon olarak birlik beraberlik içerisinde ülkenin üniter yapısına
sahip çıkarak, Atatürk ilke ve devrimlerine sahip çıkarak mücadele edersek, bu
terör eylemlerine karşı da büyük başarı kazanırız ve sonunda hep birlikte
kazanırız. Ülkemizdeki geleceğimiz olan gençlerimize güzel bir gelecek
bırakırız.
ÇYDD
Genel Başkan Yardımcısı Nihal Kızıl’ın gündemle ilgili konuşması
“-Dün 23 Nisan Ulusal Egemenlik Çocuk
Bayramını kutladık, halk kutladı, alanlarda, caddelerde, mahallelerde. Bu gün
aslında Türkiye’yi, anayasayı ve terörü konuşacaktık. Ama hepsi de birbiriyle
bağlantılı, bayramı da konuşmak istiyoruz. 23 Nisan Ulusal ve Egemenlik Çocuk
Bayramı, 29 Ekim Cumhuriyet Bayramlarını, bu günlerin bayram olarak kutlanma
nedenlerini yok sayan unutturmaya çalışan, böylece ulus devlet yerine cemaat,
ümmet anlayışını getirmek isteyenlere karşı yanıtı halk verdi. Bayramına sahip
çıktı, çocuklar insanlar, yörelerde alanları doldurdular, çok kuşkuyla
kutladılar. Çağdaş Yaşamı Destekleme Derneğinin (ÇYDD) birçok şubesinde gençlerimiz, çocuklarımız, büyüklerimiz coşkuyla
kutladılar. Bazı medya organları yine yok saydı, görmedi, göstermedi bu coşkuyu
veya sadece çocuk bayramı olarak kutladı, ulusal egemenliğini yok saydı.
Aslında Cumhuriyetimizin ilanını, TBMM inin açılışını resmi kurumlarla birlikte
büyük caddelerde, statlarda yoğun kalabalıklarla görkemli bir şekilde
kutlardık.
“Militarizmi çağrıştırıyor” diye, “modası geçti” diye işlendi
yıllarca, yasaklandı, kaldırılmak istendi, çeşitli bahanelerle kutlamalar
engellenmeye çalışılıyor hala. Halk kendisi kutlamak isteyince de izin
verilmiyor, otobüsler İstanbul yolarında durdurulmuştu, Cumhuriyet Bayramına
gelirken. Çıkamadan engellenmişti birkaç yıl önce. Bu gün de değişik
bahanelerle resepsiyonlar yapılmıyor. Oysa “12 Eylül’ün baskıcı ortamıyla hesaplaşacağız” diye yola
çıkmışlardı, sözde. Bu yolda aymaz aydınlarımız, numaralı cumhuriyetçilerimiz
de katıldı onlara. Bu koronun söylemlerine göre, TC Devletinin sembolü olan
Türk Bayrağını da taşımak, ulusal bütünlükten söz etmek neredeyse ırkçılık
sayılır oldu. Ulusalcıyım demek ırkçılıkla eşdeğer sayılır oldu. Nasıl bir akıl
tutulmasıydı bu. 80 darbesinin günlerinde ortaya çıkan 12 Eylülle nasıl
hesaplaşacaklardı ki. Sivas Madımak katliamı gibi birçok toplu kıyımın Hrant
Dink cinayeti gibi cinayetlerin çözülmesi “derin
devletin” deniyordu. Meşhurlar aydınlatacaktı oysa bütün bunları AKP
hükümetinden beklemek nasıl bir safdillikti, ya da nasıl bir hesaptı.
Ergenekon,
Poyrazköy, Balyoz derken mahkemelere sonra da hapishanelere dolduruldu. Laik,
demokrat, çağdaş, ilerici, Atatürkçü, muhalif, asker, sivil tüm insanlar, arada
az da olsa gerçek suçlular. Aymazlar, işbirlikçiler yine attılar, vurdular
düşündüler ve sonunda “elbette bu
Ergenekoncuların suçları vardır” buyurdular. Taa ki onlardan bazılarına
sıra gelinceye kadar.
Şimdi
Yargıtay kararı sonucunda devlet, “pardon”
mu diyecek. Neye, kime; yıllarca özgürlüğünün, yaşamanın bir parçasını,
sağlığını sevdiklerini, hatta canını kaybeden insanlara ne diyecek. Ne diyecek
Kuddisi Okkır’ın eşine? Yarbay Ali Tatar’ın ablasına, İlhan Selçuk’un
Cumhuriyetçi okurlarına, Çağdaş Yaşamı Destekleme Derneği’nin eğitimine destek
verdiği binlerce öğrenciye ne diyecek? Türkan Saylan’ın izinden giden binlerce
insana ne anlatacaklar. “İleri
demokrasi” diye diye, “askeri
vesayete karşıyız, hesap soracağız” diye diye söylenilen noktada
totaliter klasik bir rejimden sivil vesatten, faşizmden başka bir şey yok.
Diktatörce bir uygulama var. Öyle ki, askeri darbelerin mağdurları bile 12
Eylül’ü arar olduk diyorlar. Ne acı. Şimdi “kimin
hangi davanın savcısı, kimin hangi çetenin hâkimi olduğunu, kimin hangi
soyguncunun bakanı olduğunu çözmekten yorulduk” diyor insanlar. “Akı kara, karayı ak gösteren bir medya
ordusu var. Geçekler, doğrular o kadar gizleniyor ki, kimin hırsız kimin polis,
kimin paralel, kimin dikey olmakta zorlanıyoruz” diyorlar. Fareli köyün
kavalcısının peşinden uçuruma doğru giden çocukları anımsıyorlar. 12 Mart 12
Eylül darbelerinin baskısını acısını yine yaşamış çok insan var aramızda,
biliyorum.
Ama
yeni anayasayı önerenlerin şimdiye kadar yaptıklarını hatırlayıp akıl
süzgecinden geçirince önerilecek anayasanın ne getirip ne götüreceğinin
muhasebesini yapmak hiç zor değil. Ne yaşadık 14 yıldır? Anti laik anti
demokratik uygulamalar, baskı zulüm, cinayetler, haksızlık hukuksuzluk, dış
siyasette tutarsızlık, komşu ülkelerle savaşa varan düşmanlık, toplumda
kutuplaşmaya varan ayrıştırma, kendi anlayışlarını İslam’ın gereği diye
yutturmaya çalışma ne yaşadık? Hırsızlık, doğal zenginliklerin talanı,
yabancılara peşkeş çekilmesi, çevrenin yok edilmesi, yandaş grupların aniden
zenginleşmeleri, sermayenin adeta gasp edilerek el değiştirmesi Ne yaşadık
daha?
Geleceğimizi
oluşturacak çocuklarımızın, gençlerimizin yazboz tahtası olup sonunda
bilimsellikten tamamen uzaklaşan, çağ dışı bir eğitimin çarkları arasında
ezilip yok olmalarını, sanattan koparılıp şiddete yönelmelerini çocuk gelin,
çocuk işçi olmalarını.
Ne gördüm terörden başka? Göz göre
göre geldik bu günlere; yıllar önce yoksulluk, baskı ve eğitimsizlik ortamında
doğan gelişen terör, bir yanda yurt içindeki destekçileri, bir yandan da yurt
içi egemenlerce de beslenen Ortadoğu’yu yeniden şekillendirme doğrultusunda
Türkiye’yi de bölme görevi biçilen ırkçı terör.
Bir
yanda, içeride el altından beslenilen ihraç edilen, sonra silahını bize
doğrultan dinci mezhepçi bir terör var başımızda. Feodal yapıların boyunduruğu
altında kalan Kürt yurttaşlarımıza aş, iş, eğitim vererek eşit yurttaş
olmalarını hissetmelerini sağlamak yerine terör örgütüne paye verip bütün
yurttaşların yetkilisi ile pazarlıklar yapılarak gelinmedi mi bu günlere.
Geçmişteki darbeci subayların yaptıklarını kurum olarak tüm orduya mal ederek
orduya da kumpas kurulup savunma gücümüzü zayıflatılarak gelinmedi mi bu
günlere. Şimdi sözde mücadele ediliyor. PKK ve ağındaki gencecik çocuklar
barikatları kurarken, silah yığınağı yaparken nasıl görülmedi yetkililerce,
nasıl görmezden gelindi. Gün olmuyor ki beş on şehit haberleri gelmesin. Gün
olmuyor ki feryat edene ailelerin çığlıkları kaplamasın TV ekranlarını, kim
çizdi bu tabloyu? Kimler mimarı bu çürük yapının.
Ne
gördük? Emek kişinin yoksullaşmasından hak arayanların demokratik kitle
örgütlerinin ezilmesinden başka.
Ne
gördük? Kadınların şiddete maruz kalıp nihayet emeklerin heder olmasından
başka.
Ne
gördük; önlem alınarak en aza indirilebilecek iş kazalarının, cinayet gibi
ölümlerin tuzak kabul edilmesinden başka.
Ne
gördük? Okullarda kızların başını örtüp din dersi zorunlu kılarken, neredeyse
tüm ortaöğretim kurumlarını dini eğitim verecek kadar şekillendirmeden sözde
dini vakıflara hayır işi yasal olmayan evlerine teslim edilen çocukların
istismar ve tecavüze uğramasından başka ne gördük. (Salondan müthiş bir alkış). Daha da
acısı, bu istismarların kişi üzerine yıkılarak oluştuğu ortamların geçmişini
araştırılmadan soruşturulmadan örtbas edilmesine çocuk karşıtı bir anlayıştan
başka ne gördük. Ne yaşadık ne gördük ki ne bekleyeceğiz, aynı kadronun
yapacağını anayasadan.
Biz
12 Eylüle darbe anayasası diyenler, bu güne kadar kaç defa kaç maddesi
değişerek geldi ve ne yapacaklarını, bu deminden beri konuştuğumuz
yaptıklarından tahmin etmek zor değil. Yeni anayasadan ne umut edeceğiz.
Başkanlık sistemi denilen, dünyada iyi uygulamaları var gibi gösterilen, ancak
örneklerinden de farklı padişahlık ve halifelik özentisiyle gücün tek elde
toplanmasına öykülenilen bir yapıdan nasıl bir anayasa bekleyeceğiz. Bizim söyleyecek
çok sözümüz var aslında, çok sözümüz. “Yetmez
ama evet”çilere sözümüz var; gericilere Orta Çağ özlemcilerine sözümüz var”
.(Alkışlar).”Aymaz ama aydınlara sözümüz var; numaracı cumhuriyetçilere, insanları diri diri
yakanlardan hala demokrasi, hala açılım bekleyenlere sözümüz var (alkışlar); bir de sitemimiz var, sitemimiz toz duman
arasında gerçeği görmeye çalışan eğriyi doğruyu ayırmaya samimi dindar olup da,
dinin ticaretini, siyasetini yapanlara karşı çıkıp hesap sormayanlara,
çocuklarımıza tecavüzü zeval görüp de “bir
kerecik” diyenlerin yakasına yapışmayanlara sitemimiz var”. (Müthiş bir
alkış) “Bütün bunları seyredip “artık yeter” diyemeyenlere, en azından sitemimiz var;
yıllardır ilkeli davranan laik, demokratik yollarından sapmayanlar,
dönmeyenler, çağdaş, ilerici, namuslu dürüst insanlar, yaşadıklarından ders
çıkaranlar yollarını çizdi. Başkanlık Anayasasına “hayır” diyoruz.
Bizler,
barışı özgürlüğü eşitlikte kurup hakça paylaşıp insana yaraşıp çağdaş bir
yaşamı sürdürebilir. Ufak akılla buluşacağını, demokratik bir çizgide kol kola
yürüye biliriz. Biz ne dinci, ne ırkçı oyunlara gelmeden teröre karşı mücadele
edebiliriz. Yurdumuz toprakları üzerinde yaşayan her bir ırk ve inançtan
insanın eşit ve eksiz yurttaşlık haklarıyla birbirine bağlandığı bir ulus
olarak emperyalizme ve dayatmalara karşı durabiliriz. Bırakın bizler üstünden
hesap kitap yapanlarla yan yana durmayı, bırakın yurdumuz üzerinde emelleri
olanlara maşalık etmeyi, işte o zaman biz emperyalizme karşı durabiliriz.
Atatürk’ün kurduğu ve sınırları Misak-ı Milli ile çizilmiş TC hepimizin devleti,
Türkiye hepimizin yurdu, yurdumuza ulusumuza sahip çıkmak geriye götürecek iç
ve dış barıştan uzaklaştıracak, laiklikten uzaklaştıracak, demokrasiden uzaklaştıracak her girişime
karşı durmak kararlılığındayız. Biz halkız, biz atılız, bizim dilediğimiz
olacak, Türkan Hoca bir atılım dediği zaman bunu başka yerlere çekmişlerdi. Biz
halk olarak atılım diyoruz, hiç kimse başka yere çekmesin, ancak o zaman tüm
ezilen uluslara örnek olan o destansı savaşın sonunda bağımsız TC bize armağan
eden Mustafa Kemal Atatürk’e kurtuluş ve kuruluşta sonraki eğitim ve aydınlanma
ileri gitme mücadelesinde emeğini, canını verenlere borcumuzu ödeyebiliriz.
Yeni anayasaya hayır, her türlü teröre hayır, gericiliğe hayır bu irademiz
var”. (Alkışlar).
Cevat Kulaksız
ckulaksizster@gmail.com
ckulaksizster@gmail.com
Yorum Gönder