Değerli okurlar 15 Nisan 2015 günü sitede yayınlanan “Bok Bok Olduğunu Bilmez” adlı yazıma o gün 14 bin 638 kişi girmiş ve site çökmüştü. Bu izdiham giderek azalarak bir hafta sürmüştü. Yıl içinde okunmayı normal ölçüde sürdürdü.Ne oldu bilinmez, 19 Nisan 2016 günü 1.396 ziyaretçi geldi ve bugüne kadar ziyaretçi sayısı 2 bin ile 3 bin arasında oldu. Devam edecek gibi. Neden, hiç de önemli olmayan, düşünsel düzeyi çok düşük bir yazı. Bilenler, bu işte “sosyal medya”nın parmağı olduğunu söylüyorlar. Sosyal medyanın merak ve düşünsel düzeyi bu ise, yandık ki ne yandık! Türkiye için hiçbir gelecek yok! Dünyayı ve hayatı değiştirmeyi amaçlayan okurlarım sayısı abone (660 kişi) hariç günlük bin bile değil. Ülker İnce, “Üzülme, oltaya takılanlar olur!” diye beni teselli ediyor. Benim kendi adıma üzüleceğim her hangi bir şey yok. Beni üzen: Halkımızın düşünsel düzey ve kalitesi ile merak alanı ve öğrenme kapsamı.
Bugün (24 Nisan 2016), 22 Ocak 2008 günü Hürriyet gazetesinde yayımlanan “Muhammed Bin Hamza’nın Kuran Tercümesi” adlı yazımı 11 (on bir) kişi okumuş. Sevindim, çünkü benim aynı bağlamda Hürriyet gazetesinde yayımladığım ve bir bölümünü bugün siteye koyduğum yazılar
sadece benim yazıp yayınladığım değil, Cunhuriyet tarihinde yayımlanan en önemli yazılar dizisinden biridir. Ülkemizin yurtsever insanlarının bu yazılarda yazılanları öğrenmeye ve bilmeye hakkı var. Önemli bir görev!
Özdemir İnce/ozdemirince.com
25 NİSAN 2016
***
NUR SURESİ, 31. AYET (24:31)
Kişisel olarak ne başörtüsü ile ne de türban ile herhangi bir sorunum var. Ama örtünmeyle ilgili yalan, safsata ve hurafe yayanlarla kavgam var. Türbancılar, bu örtünme tarzının Kur’an’ın tartışılmaz buyruğu olduğunu ileri sürüyorlar. Ama Azhâb Sûresi’nin 59. âyeti; Nûr Sûresi’nin 30, 31 ve 60. âyetleri dışında Kur’an’da bir başka hüküm yoktur ve türban şaklabanlığı Kutsal Kitap’da yer almamaktadır.
Bunu öğrendiğim için : Faiz ve kredi kartının İslam’a aykırı olmasına karşın türbancılar tarafından kullanıldığını; türbancıların, İslâm’a ters düşmesine karşın, Cumhuriyet’in yapı ve kurumlarına, yasalarına ve özellikle Devrim Yasaları’na uymak zorunda kaldıkları halde nasıl olup da dinden çıkmadıklarını soruyorum. Bu işte bir iki yüzlülük var !
İkiyüzlülük sadece türbancılarda değil ! İkiyüzlülüğün en tepesinde Kur’an çevirmen ve yorumcuları bulunuyor. Bunun en çarpıcı kanıtını, Mustafa Sağ, “Evrensel Çağrı, Kur’an Meâli” (Final Pazarlama Yayını) çevirisine yazdığı önsöz ve açıklamalarda veriyor. Mustafa Sağ’a göre geleneksel çevirmen ve yorumcular Nûr Sûresi’nin 31. âyeti’ni geleneğe uyarak ve birbirlerini taklit ederek yanlış çeviriyorlar. Müthiş bir iddia ! Mustafa Sağ’ın açıklamasını olduğu gibi aktarıyorum.
“Kur’an ayetinde “başörtüsü” diye bir kelime geçmemektedir. Buna rağmen rağmen tüm Kur’an tefsirlerinde ve çevirilerinde Kur’an ayeti “başörtüsü” olarak çevrilmiştir. Halbuki ayette geçen “HIMAR’ kelimesi ‘Baş örtmek’ anlamında değil, sadece ‘örtmek’ anlamına gelmektedir. Eğer, herhangi bir şey örtülecek ise. O şeyin vurgulanması gerekir. Örneğin masa örtüsü derken, örtmek kelimesinin yanına masa kelimesinin gelmesi gibi, başörtüsü dendiği zaman da “örtmek” (“hımar”) kelimesinin yanına “baş” (“re’s”) kelimesinin ‘hımarü-re’s’ şeklinde gelmesi gerekir. Ayetteki ‘hımar’ (‘örtü’) kelimesinin yanında geçen ve vurgulayan kelime ‘cuyub’ kelimesidir ki, ‘yaka’ veya ‘göğüs’ anlamına gelir. Çünkü, aynı kelime ‘cuyub’ bir başka ayette (28:32) Hz.Musa’nın ‘göğsüne/koynuna elini soktuğu’ şeklinde geçer. Yani, ‘cuyub’ kelimesi, ‘hımar’ örtmek kelimesi ile kullanıldığı zaman ‘bihumûrihinne ala cuyubihinne’ başını örtmek değil, ‘göğsünün üzerini örtmek’ anlamına gelmektedir. Geleneksel tüm yorumcular, Kur’an ayetini bilimsel bakışla değil de, birbirlerini taklit edip, ‘Başörtülerini yakalarının üzerine kadar örtsünler’ diyerek ‘Felyedribne’ fiilini de ‘örtsünler’ diye tercüme etmişlerdir. Bu geleneksel yorumcular ‘DaRaBe’ kökünden gelen bu kelimeyi burada, ‘Başörtülerini…örtsünler’ derken, bir başka yerde aynı ‘DaRaBe’ kelimesini ‘Kadınları DÖVÜN’ (Bak. 4:34) diye çevirmişlerdir. Özetle, Kur’an’ın orijinal ayeti tüm açıklığı ile ortadayken, elverişli bir siyasal kullanım malzemesi olarak, sürekli gündemde tutulan başörtüsü, Kur’an’ın değil, geleneklerin, kişisel görüşlerin dinleşmesinden kaynaklanmaktadır.” (S.373)
Mustafa Sağ’ın iddialarını Arapçadan denetleyecek durumda değilim. Ancak Nûr Sûresi’nin 31. âyetinin Fransızca ve İngilizce çevirileri onun iddialarını desteklemektedir.
Ben bu çok önemli iddiayı sütunuma aktararak kamusal-toplumsal görevimi yerine getiriyorum. Gerisi Diyanet İşleri Başkanlığı’nın ve İslâm âlimlerinin işi !..
(HÜRRİYET, 26 ARALIK 2007, ÇARŞAMBA)
***
MUHAMMED BİN HAMZA’NIN KURAN TERCÜMESİ
Aydın Turunç adlı okurum, 26.12.2007 tarihinde yayınlanan
“Nur Suresi, 31.Ayet (24:31)” adlı yazım için, Kültür Bakanlığı tarafından yayınlanan, (Dr.Ahmet Topaloğlu’nun yayına hazırladığı) Muhammed bin Hamza’nın Kuran çevirisine bakmamı tavsiye etti.
Muhammed bin Hamza’nın çevirisi 1424 yılında, yani 584 yıl önce tamamlanmış. Yorumsuz ve sözcük sözcük yapılan bir çeviri. Üstelik Türkçeye yapılan ilk kuran çevirisi. Bu bakımdan çok önemli. Aydın Turunç’a bu beklenmedik yardımından dolayı teşekkür ederim !
26 aralık 2007 tarihli ve bazı Kuran çevirmenlerinin yanlış yorumlar yaptığını ileri sürdüğüm yazım İslamcı yazıcıların saldırısına uğradı. Söz konusu yazımda Mustafa Sağ’ın çevirisine dayanarak Kuran’da (24:31)
“Baş örtmek” fiilinin bulunmadığını ileri sürmüştüm.
Şimdi Muhammed bin Hamza’nın Türkçeye yaptığı ilk çeviri imdadıma yetişti (S.283-284):
“Eyit mu’minlere : Örtsünler gözlerinin bir nicesin, dakı saklasunlar ferclerini ; ol arurakdur anlara.” (24:30)
Günümüz Türkçesi ile :
“Söyle erkek inananlara : Gözlerini (harama bakmaktan) sakınsınlar, ve cinsel organlarını saklasınlar ; bu onlar için daha temiz davranıştır.”
“Dakı eyit mu’mine avratlara : Örtsünler gözlerinin bir nicesin, dakı saklasınlar ferçlerini. Dakı göstermesinler bezeklerini… Dakı bıraksunlar derinceklerini göncükleri üzre…” (24:31)
Günümüz Türkçesi ile :
“Ve söyle inanan kadınlara : Gözlerini (harama bakmaktan) sakınsınlar, ve saklasınlar cinsel organlarını. Ve göstermesinler zinetlerini (süslerini)… Ve yakaları üzerine bıraksınlar başörtülerini…”
Görüldüğü gibi Muhammed bin Hamza’nın çevirisinde
“baş örtmek” diye bir şey yok. Ama cinsel organın adını kıvırtmadan, harbî yazıyor. Çünkü Arapça Kuran’da da
“Saklasınlar cinsel organlarını (furujlarını)” yazıyor. O da harbî ! Göğüslerin, memelerin gösterilmemesi isteniyor; başörtüsü bunları örtecek şekilde salınsın deniliyor. Şimdiki kadınların
“ferçlerini”, göğüslerini saklamak için başörtüsüne gereksinimleri mi var ? Hem yanlış çeviriyorlar, hem yanlış yorumluyorlar, hem de okuduklarını anlamıyorlar.
Muhammed bin Hamza’nın çevirisinde geçen Arapça
“Ferc” sözcüğü 15.yüzyılda kadın ve erkek cinsel organı anlamına geliyormuş. (Muhammed bin Hamza,
“Kur’an Tercümesi, İkinci Cilt (Sözlük)”, Kültür Bakanlığı, 1978. S.216). Aynı sözcük günümüzde
“kadın cinsel organı” anlamına geliyor. Arapçada
“farj” (tekil),
“furuj” (çoğul) !
Dr.Ahmet Topaloğlu, biraz kuşkuyla da olsa, Muhammed bin Hamza’nın, Molla Fenârî lakabıyla tanınan büyük Türk bilgini, ilk şeyhülislâm Şemseddin Muhammed bin Hamza olabileceğini yazıyor. (Muhammed bin Hamza, “Kur’an Tercümesi, Birinci Cilt, Kültür Bakanlığı, 1976. S.13-16). Dikkatinizi çekmek isterim : Molla Fenârî eserlerini Arapça yazıyor. Muhammed bin Hamza’nın (Molla Fenârî) Arapçayı ve “Furuj”un anlamını çok iyi bildiği ve çeviri eyleminde çok dürüst olduğu kesin ! Ben onun çevirisine inanıyorum. Diyanet İşleri Başkanlığı ile Başkanı ve İslâmcı hanedanlar acep ne derler bu işe ?
(HÜRRİYET, 22 OCAK 2008, SALI)
***
YALANLA PAZARLIK OLMAZ !
Kim ne yaparsa yapsın, Cumhuriyet yalanla, fesatla, kalpazanlıkla pazarlık yapmamak ve asla uzlaşmamak zorundadır ! Türbanı dinsel açıdan meşrulaştıracak hiçbir dayanak yok ! Başbakan’ın dediği gibi
“Velev ki var”, Anayasının önüne mi geçecek dinsel dayanak ? O zaman anayasayı da değiştirirler ! Değiştirirler ama siyaseten gayrı meşru olurlar.
“Anayasayı tebdîl ve tagyîr etmek”le suçlanırlar. Nisyân ile ma’lûl olmayan hafıza-i beşer bunu yazmak zorundadır ! (Anayasayı değiştirmekle suçlanırlar. Unutuş illetine tutulmamış insan belleği bunu yazmak zorundadır !) Anlayacakları dilde : Kısasa kısas !
Allah’ın kelâmına ihanet edenler anayasaya da, halka da, millete de ihanet ederler !
Allah,
“Söyle kadınlara : Başlarını Abdullah Gül’ün, Recep Tayip Erdoğan’ın karıları gibi türbanla paketlesinler !” demiyor.
“Söyle inanan kadınlara : Gözleriyle harama bakmaktan sakınsınlar, ve cinsel organlarını saklasınlar !” diyor. Hem de cinsel organın Arapça adını (farj; furuj) doğrudan kullanarak. Ama Allah’ın kelâmını saptırıyorlar, kalpazanlık ediyorlar, ellerine geçirseler mapus damına tıkarlar.
Kuran’da baş örtmekle ilgili tek ayet yok. Nûr Sûresi’nin 30 ve 31. âyetlerinin tek doğru çevirisini de dünkü yazımda kanıtladığım gibi 15.yüzyılda Muhammed bin Hamza (Şeyhülislâm Molla Fenârî) yapmış:
“Dakı eyit mu’mine avratlara : Örtsünler gözlerinin bir nicesin, dakı saklasınlar ferçlerini !” (Günümüz Türkçesiyle anlamını yukarda verdim.)
Nûr Sûresi’nin 30 ve 31.âyetlerine on kadar çeviride baktım.
“Furuj” sözcüğünü çevirmemek için yedi dereden su getirmişler. Kimi “ırzlarını” diye çevirmiş, kimileri
“iffetlerini”, ya da “mahrem yerlerini” diye…
“Mahrem yerlerini” de kabul edilebilir.
Klasik Arap edebiyatı hocalığı da yapmış olan din bilgini Prof.Dr.Yaşar Nuri Öztürk dostumun çevirisine baktım :
“Mümin kadınlara da söyle : Bakışlarını yere indirsinler. Cinsel organlarını/ırzlarını korusunlar…Örtülerini/başörtülerini göğüs yırtmaçlarının üzerine vursunlar.” (24:31) diye çevirmiş. Muhammed bin Hamza’ya yakın bir çeviri.
Prof.Öztürk’e,
“Kuran’da cinsel organ anlamında furuj sözcüğü var mı ?” diye sordum.
“Var !” dedi. Bundan başka, dürüst çevirilerin hiçbirinde saçları türbanla paketlemek de yok !
“Tell the believing women to lower their eyes, guard their private part…and cover their bosoms with their veils…” (24:31.Ahmed Ali, Princeton University Press)
Ahmed Ali İngilizceye Muhammed bin Hamza gibi çevirmiş ama
“ferclerini” yerine
“mahrem yerlerini” demiş. O da cinsel organ anlamına geliyor. Onun çevirisinde de saçları türban paketinin içine tıkıştırmak yok !
Türbanın yanlış çeviri ve fesatçı yorumlardan başka hiçbir dinsel dayanağı yok! Başbakan’ın itiraf ettiği gibi türban bir siyasal simge ! Malümattraşlar yazılarında, televizyon ekranlarında soruyorlar :
“Hangi siyasetin simgesi !”
Cevap:
“İslam devleti kurmak isteyen (az ya da çok şiddet yanlısı) her türden siyasal İslamcılığın ve suikastçı Müslüman Kardeşlerin simgesi !” Yeter mi ?
Türban üniversitelerde serbest bırakılırsa mezun türbanlılar çalışmak için nereye gidecekler ? Yalan ve fesatla uzlaşma olmaz ! Olursa, inceldiği yerden kopar !
(HÜRRİYET, 23 OCAK 2008, ÇARŞAMBA)
***
MADRABAZLIK, DOLANDIRICILIK, KALPAZANLIK
Dinayet İşleri Başkanlığı türbanın dinsel açıdan bir gereklilik, bir zorunluluk olduğunu ileri sürmüyor muydu ? Artık, Doç.Dr.Şahin Filiz’in “Bireysel Dindarlık mı, Kamusal Dinsellik mi ? ‘Başörtüsü Söyleminin Dinsel Temelsizliği ve İslam Felsefesi Açısından Eleştirisi (Yeniden Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk Yayınları) adlı kitabının bilimsel meydan okumasını yanıtlamak, onu teolojik siyaset meydanda çürütmek (halletmek) zorunda !
Doç.Dr.Şahin Filiz’in kitabı benim “Muhammed bin Hamza’nın Kuran Tercümesi” başlıklı yazımın yayınlandığı gün (22.01.08) geldi. Yazar Şahin Filiz’e ve yayıncı dostum Prof.Dr.Çetin Yetkin’e çok teşekkür ederim. Kitabı heyecanla açıyorum ve okuyorum :
[“Mü’min erkeklere söyle, gözlerini çeksinler… ve ferclerini (ön ve arkalarını –ş.f.) korusunlar.” Bu ayet, başkalarının ferclerine ve avret yerlerine bakmayın emrini de içiren bir anlam taşımaktadır. Ferc, avret, sev’e (çoğulu sev’at)’den maksat, kadın ve erkeğin genital organları ve makatlarıdır.] (S.47)
Madrabazlık, dolandırıcılık, kalpazanlık sona ermeli artık !
Nûr Sûresi’nin 30.ayeti erkeklere :
“Başkalarının genital organlarına ve makatlarına bakmayın, kendi genital organlarınızı ve makatlarınızı kimseye göstermeyin!” diyor.
Nûr Sûresi’nin 31.ayeti kadınlara :
“Başkalarının genital organlarına ve makatlarına bakmayın, kendi genital organlarınızı ve makatlarınızı kimseye göstermeyin… ve bir örtüyle (hımar ile) memelerinizi (jayb, juyub) gizleyin!” diyor.
İşte, 22 ve 23 ocak tarihli yazılarımda da üstüne basa basa yazdığım gibi, Nûr Sûresi’nin 30 ve 31. ayetlerinin Cumhurbaşkanı Gül ile Başbakan Erdoğan’ın, Diyanet İşleri Başkanlığı’nın, İslamcıların ve imam-hatipçilerin anlayacağı şekilde açık ve seçik anlamı bu.
Hadi benim yazılarımı ciddiye almadılar diyelim ama alsalar çok iyi olur kendileri için ! Evet benim yazılarıma inanmıyorlar diyelim, ama türbanı anayasaya sokmadan Doç.Dr.Şahin Filiz’in kitabını okumazlarsa günaha girerler:
Kitaptan öğrendiğimize göre, hadislerde 12 olarak anılan büyük günahlar (kebair) şunlardır:
1.Allah’a ortak koşmak, 2.Haksız yere adam öldürmek, 3.İffetli, temiz bir kadına zina etti diye iftirada bulunmak, 4.Zina yapmak, 5.Düşman hücumu sırasında savaştan kaçmak, 6.Sihir ve büyü yapmak, 7.Yetim malı yemek, 8.Müslüman ana-babaya asi olmak, 9. Aileye karşı istikameti terk etmek, 10. Faiz yemek, 11.Hırsızlık yapmak, 12.İçki içmek. (S.77)
Durum böyle. Ama Cumhurbaşkanı ile Başbakan söz ve davranışlarıyla türban takmamayı 13.günah olarak ilan ediyorlar; İslam’ın beş koşuluna altıncı olarak türbanı ekliyorlar.
Örtünme, İslam öncesinde kadınlar için hürlük ya da cariyelik konumlarını belirleyen bir simge. Bu töre İslam’da da devam ediyor. Köle ve cariye örtünürse dayak yiyor. Peki örtünemeyen köle ya da cariye Müslüman değil mi, olamaz mı ? Müslümansa ne olacak ? En iyisi Cumhurbaşkanı ve Başbakan’la birlikte siz de okuyun bu kitabı !
MHP Grup Başkan Vekili Mehmet Şandır, Erdemli’de (Mersin) yaptığı konuşmada türbanın Kuran’ın emri olduğunu söylemiş (Zaman, 27.01.08) Bu, laik Anayasa’yı ve yasaları ilgilendirmez ama o gene de kanıtlamak zorunda bu iddiayı !
(HÜRRİYET, 29 OCAK 2008, SALI)
***
NATO KAFA NATO MERMERİ
13 Ocak Pazar günü yayınlanan
“Arap Dünyası, Fotoğrafın Arabı” adlı yazımı iktibas ederek yayınlayan bir müfrit ve müfsid İslamcı gazete bana şöyle sesleniyor:
“5.sınıf Marksist şair Özdemir İnce, materyalistlerin çanına ot tıkayan İmam-ı Gazali için ‘ezberci barbar’ dedi. Yazdığın birkaç şiirle, ahbap çavuş ilişkisi sonucu aldığın birkaç ödülle adam olamazsın Özdemir. Gazali’nin eserleri şimdi bile sana dersini verir.”
Al başına belâyı ! Belânın bana sesleniş tarzı, başta Araplar olmak üzere İslâm dünyasının 900 yıldır neden adam olamadığını kanıtlıyor.
İslam tarihini iyi bilenler Gazzâli’nin (1058-1111) tutucu ve bilim düşmanı işlevini çok iyi değerlendirirler. Filozofları zındık ilan etmiş olan Gazzâli’ye göre Aristoteles küfürle doludur, onu Arapçaya çeviren Fârâbi ile İbn Sinâ’nın da bu küfürde payları bulunmak gerekir. Bundan dolayı Gazzâli, bid’at (peygamber zamanından sonra ortaya çıkmış şeyler) ehli olanların kitaplarının halk tarafından okunmasının yasaklanmasını istemiştir. Ona göre gerçek ve kesin bilgiye ilham (Tanrı’nın insan yüreğine bilgi doldurması) ve mükâşefe (Tanrı sırlarının sezgiyle elde edilmesi) yoluyla varılabilirdi.
Bilginin yerine inancı koyan, Peygamber’den sonra üretilen bilgileri toplumsal bellekten sürgün eden Gazzâli, İslâm rönesansının sonunun başlangıcıdır. Ve, bu selefi anlayışı ile de Selefi-Wehhabi tarikatının, El Kaide’nin ve Türbaniye Dini’nin ilham kaynağıdır.
Benim kaçıncı sınıf şair olduğuma, aldığım birkaç ödülünün hakkım olup olmadığına kuşkusuz Gazzâli’nin çömezleri karar vermeyecek. Sanat Tarihi denen bir disiplin var, benim kim olduğuma yarın bu disiplinin mensupları karar verecek; şiirim, denemelerim, eleştirel denemelerim, kuramsal çalışmalarım, çevirilerim ve son olarak gazete yazarlığım değerlendirilecek. Ancak bu adamların, din bilginlerinin, liberal malümattraşların bu
“Beşinci sınıf Marksist şair” karşısında düştükleri acz durumu tam anlamıyla bir ibretlik temaşa !
“Beşinci sınıf Marksist şair” karşısında İslâmi bilgi alanında toptan aciz kaldılar.
Nûr Sûresi’nin 30 ve 31. ayetlerinin gerçek anlamını bir okurumun yardımıyla taa 15.yüzyıldan alıp çıkardım. Kuran’ın sakınmayı ve örtmeyi zorunlu kıldığı yerlerin cinsel organlar ve makat bölgesi ile kadınların göğüsleri olduğunu
“has” Türkçe, İngilizce ve Fransızca örnekleriyle gösterdim. Böylece, türban takmanın dinsel bir gereklilik ve zorunluluk olmadığını savunanlara çok önemli bir katkıda bulundum. Tısssssssssssss !
Gazzâli’nin yasakladığı akıllarını kullanıp bari yazılarımı daha dikkatli okuyup bir şeyler öğrenseler. Örneğin din ve kölelik, din ve demokrasi üzerine yazdıklarımı bir daha okusalar. Ufukları biraz açılır. Biraz gayret ederlerse Muhammed bin Hamza’nın Kuran Çevirisi’ni ve sözlüğünü sahaflarda bulabilirler. Ve akılları varsa, şairliğimi işe karıştırmazlar. Çünkü bu okuduğunuz türden yazılarda kullanmadığım şair elimi kullanırsam çarpılırlar!
(HÜRRİYET, 1 ŞUBAT 2008, CUMA)
***
YALAN RÜZGARLARI
Böyle bir yazıyı benim yazmak zorunda kalışım ilahiyatçılar, din bilginleri açısından utanç verici. Aptal yerine konulmaktan hoşlanmadığım, ayrıca meraklı biri olduğum için işin aslını araştırdım. Şansım yaver gitti, birkaç okurum gereksinim duyduğum bazı bilgileri ulaştırdılar bana.
Nûr Sûresi 31. âyet’in birçok çevirisini, Fransızca, İngilizce ve Almanca çevirilerini karşılaştırdım. Bu karşılaştırmanın sonucunda 31.âyetin Türkçe çevirisinin aslına uygun yapılmadığı sonucuna vardım. Bu sonuca varmamda, Paris üniversitelerinin birinde Arap Edebiyatı ve Kültür Tarihi öğreten bir şair ve filozof, Tunuslu arkadaşımın büyük yardımları oldu. Arkadaşım, bu âyetin çok önemli üç sözcüğünün kesin anlamlarını araştırarak bana bilgi verdi. Buna göre, Nûr Sûresi 31. âyet’te üç önemli sözcüğün Türkçe anlamını yazıyorum :
Farj (tekil) ; Furuj (çoğul) : (Sözlük adıyla) : Erkek ve kadın cinsel organı.
Jayb (tekil) ; Juyub (çoğul) : (Sözlük adıyla) : Meme, göğüs.
Himar (tekil), Humur (Çoğul) : İslâm öncesi dönemde Arapların giydiği giysinin bir parçası (dokuma, bez parçası). (Baş örtüsü ile kesinlikle ilişkisi yok.)
Buna göre daha önce de yazmış olduğum gibi Nûr Sûresi 31. âyeti şöyle çevirmek gerekiyor:
“Söyle inanan kadınlara : Harama bakmaktan sakınsınlar ve cinsel organlarını saklasınlar… Örtülerini göğüsleri (memeleri) üzerine vursunlar…”
Bir okurumun yazdığına göre, söz konusu âyetin örtmekle ilgili bölümünün Arapçası şöyle :
“vel yadrıbne bihumûrihinne alâ juyubihinne” (en doğrusu ki örtülerini göğüsleri (memeleri) üzerine vursunlar).
Tunuslu filozof ve şair arkadaşımın belirttiği gibi örtünün (himarın) başörtüsü ile herhangi bir ilişkisi yok, giysinin bir parçası. Arapların Müslüman olmadan önce giydikleri giysinin nasıl olduğunu, bu giysilerin parçası olan
“hımar”ın nasıl bir şey olduğunu bilmiyorum. Bilmek zorunda da değilim. Sadece üzerime düşen sorumluluk gereği Diyanet İşleri Başkanlığı’nın ve bağımsız ilahiyatçıların bu giysinin ve parçası himarın çizimini bulup, yaptırıp yayınlamaları zorunlu bir görev. Bu görev ve sorumluluktan kaçamazlar.
Bu konuda yazmaya başladığımdan bu yana, her fırsatta bana şirretçe saldıranlar, suçüstü yakalandıkları için, susmaktan başka bir şey yapamıyorlar. Türban tapıncı tek başına değil. Büyük bir organizmanın önemli parçalarından biri. Eğer imam-hatip okulları mezunları üniversitelere bir lise mezunu gibi girmek hakkını yasal olarak elde edemezlerse, türban
“delirium”u epeyce zaman alsa da yavaş yavaş tavsar. Ama tersi olup imam-hatip mezunları lise mezunlarının hakkına sahip olarak üniversitelere girebilirlerse türbanın yükselişini kimse engelleyemez. İslamdan giderek daha da kopacak olan Türbaniye Dini, Türbanistan’ı kurar!
Cengiz Çandar için özel not : Kuran’da yazan
“Farj, furuj, jayb, juyub, himar, humur” gibi temel sözcüklerin anlamını bir Arap arkadaşına, özellikle de bir
“avrat” tanıdığına sor, sonra Nur Suresi’nin 31.ayetinin Türkçe çevirisini oku! Bir kez de Diyanet’e sor. Sonra, hükümetçilik, Ilık İslamcılık yapacaksan yap ama “harbî” yap !
(HÜRRİYET, 2 ŞUBAT 2008, CUMARTESİ)
***
TISSSSSSSSSSSSSSSSSS !
Eh artık şu işi (bir) sonuca bağlayalım. : Türkiye’de düşünceyi açıklama ve tartışma özgürlüğü olanağını gerektiği zaman kullanma bilinci bilinçsizlik düzeyinde ! Kullanan yok ! Türkiye’de gerçeğin şimşekleri düşüncelerin çarpışmalarından çıkmıyor. Onun yerine elektronik çakmaklarla tutuşturulan havai fişekler kullanılıyor.
Bu yazının atış menzilinde sadece sürekli müşteriler (İslamcılar, Neoliberaller, İkinci Cumhuriyetçiler) değil has cumhuriyetçiler ve turfanda demokratlar da yer alıyor !
Nûr Sûresi 31. ayet hakkında yazdığım yazılar sanki yazılmamış muamelesi gördü. Ahmet Hamdi Tanpınar’ın deyişi ile sükut konspirasyonu (fesadı, komplosu) ile karşılandı. Sürekli hedef tahtaları karşı çıkacak bir şey bulamadıkları için sustular diyelim, peki şu
“Has” cumhuriyetçiler ve demokrasiciler neden sustular ? Ellerine somut kanıt vermedik mi ?
Şöyle bir sonuç çıkardım : Kuran’ın Türkçeye çevirilerinden yüzde 99’una güvenilmez. (Yüzde 1’ler kusura bakmasınlar !) Peki bu güvenilmez çevirilerle Arapça bilmeyen Müslümanlar nasıl Müslüman olacaklar ? Sahi, aralarında ilahiyat Prof.Dr.’ları da olmak üzere kaç kişi klasik Arapçayı gerçekten bilmektedir ? İmam hatiplileri saymıyorum. İslam onlara emanet edilmeyecek kadar ciddi bir bilgi alanı: Türkiye’de lise mezunları ne kadar İngilizce, Fransızca, Almanca bilmekteyseler onlar da o kadar Lisan-ı Arabî bilmekteler.
Yapılması gereken : Diyanet İşleri Başkanlığı başta Nûr Sûresi 31. ayet olmak üzere kendi yayınladığı Kuran çevirisinin doğruluğunu ciddi bir denetimden geçirecek ! Ya da Muhammed bin Hamza’nın 15.yüzyılda yaptığı çeviriyi günümüz Türkçesine uyarlatacak.
Bu türban tartışmasında beni asıl şaşırtan Cumhuriyetçi demokratların tavrı. Benim 22, 23, 29 Ocak ve 2 Şubat tarihli yazılarımdan ve özellikle de Doç.Dr.Şahin Filiz’in “Bireysel Dindarlık mı, Kamusal Dinsellik mi ? ‘Başörtüsü Söyleminin Dinsel Temelsizliği ve İslam Felsefesi Açısından Eleştirisi (Yeniden Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk Yayınları) adlı teolojik-sosyolojik-felsefi kitabının yayımlanmasından sonra ellerinde derin araştırmalara dayalı bilimsel kanıtlar vardı. Ruhat Mengi dışında onlar da sustular. Susmalarının nedenini bilmiyorum, kuşkusuz kendileri biliyorlardır. İşte Nur Suresi, 31 Ayet’in Türkçeye yapılabilecek tek doğru çevirisini bir kez daha yazıyorum:
“Söyle inanan kadınlara : Harama bakmaktan sakınsınlar ve cinsel organlarını saklasınlar… Örtülerini göğüsleri (memeleri) üzerine vursunlar…”
Gazeteciliğin ve gazete yazıcılığının meslek etiği (deontolojisi) Doç.Dr.Şahin Filiz ile benim iddialarımızın doğru olup olmadığını araştırmak ve doğru ise sonuna kadar bizim iddiamıza sahip çıkmaktır. Gerçeklere ve doğrulara sahip çıkmadan laik, demokrat, cumhuriyetçi, hukuk ve adalet sevdalısı olmayı bir yana bırakın, herhangi bir şey de olmak da mümkün değildir. Benden söylemesi, kimse alınmasın, kimse gücenmesin. Biz üzerimize düşeni her şeyi göze alarak onurumuzla yaptık !
İsmet Berkan’a özel not : “31.ayetin doğru ya da yanlış tercüme edilmesi beni ilgilendirmez!” (03.02.08) diyorsun. Peki, doğruyu savunmayacaksan neden yazı yazıyorsun ?
(HÜRRİYET, 8 ŞUBAT 2008, CUMA)
***
TÜRBANI SAVUNAN ASRİ BAYANLAR
Türbanı savunan asrî bayanların gözü aydın : Risalei-i Nur Enstitüsü Ankara Şubesi, 17 Şubat 2008 Pazar günü
“İnsan ve Kainat” konulu bir seminer düzenlemiş; seminercinin adı Hasan Tanrıverdi (Eğitimci); konferans mekânı : Eğitim-Bir Sen’in Konferans Salonu.
Salonda
“hanımlar için özel yer” ayrılmış. “Tıpkı bazı aşevlerinde, kebapçı dükkanlarında olduğu gibi!” diyeceğim ama onlarda özel yer aileler için. Karı-koca ayrı oturmazlar !!!!!!!!!
Eğitim-Bir Sen’in bir Risale-i Nur seminerine salon tahsis etmesi kuşkusuz bu sendikanın üyelerinin sorunu ama yöneticilerinin de siyasal tercihlerini ifşa ediyor.
Bir “veli” nezaretinde olmayan türbancı asrî bayanların da gözü aydın ola ! Nurcu erkeklerin sarkıntılıklarından böylece korunmuş oluyorlar. Bu vesile ile Nurcu cemaatin bir arada oturmamasının gerçek nedeni de anlaşılmış oluyor. (Bu kadar propaganda yeter !)
Nilüfer Göle gibi bazı asrî bayanlar ile demokratik, liberal ve
“muhafaza-i kâr” erkekler, Müslüman kadınların türban takarak evden dışarı çıkabildiklerini, kamusal hayata katılabildiklerini, özgürleştiklerini ileri sürüyorlar. O zaman aklıma şu geliyor: Peki efendim Müslüman Türk kadınlarını evlere kapatan, ancak türbanlayarak dışarıya çıkmasına izin veren kim ? Peki, bu türbanlanarak özgürleşen kadınlar, günün birinde asrî bayanlar gibi, kocalarından uzak kentlerde ve ülkelerde tek başlarına çalışabilecekler mi ?
Bir de üniversiteye kadar normal bir genç kız olarak gelen ancak üniversitede örtünen kızlar var. Bu türden özgürleşme’nin normal koşullarda, normal ruh sağlığı içinde olduğunu kim anlatabilir ? Bu türden özgürleşmelerin tarikat yurtlarında ve tarikat bursları sayesinde gerçekleştiği çok iyi biliniyor. Her kasabada, her ilçede, her kentte onlarca örneği var bu yurtların. Öte yandan, ergin yaşta bile isteye örtünmenin sağlıklı bir eylem olduğunu kanıtlayacak bir bilgin var mı ?
Şimdi gelelim Vehbi’nin kerrakesine ! Değişik mesleklerden bazı başı açık asrî bayanlar televizyonlarda (deyim mazur görülsün) ağızları köpürerek türbanı sınırlandıranları faşistlikle, zalimlikle, demokrat olamamakla, insan haklarına saygısızlıkla suçluyorlar. Türban takan hanımlar bunu inançları, bireysel özgürlükleri için yapıyorlarmış. Böylece türban terörünü onaylamış oluyorlar.
Demek ki türban takmak bir tür özgürleşme, rüştünü kanıtlama (emansipasyon) eylemi oluyor. Derler ya, bu da bir görüş ! Ancak bu kadınların, kendilerini ezen ailelerine, baba ve erkek kardeş sultasına; ümüklerini sıkan dindaş ve tarikatdaş baskısına karşı boyun eğip, kendilerine insan muamelesi yapan Cumhuriyet devrimlerine babalanmalarını akıl ve mantık ile bağdaştırmak mümkün müdür ? Efendim !
O zaman aklıma geliyor : Türbanı savunan başı açık asrî bayanlar da başlarını örterek neden özgürleşmek, çağdaşlaşmak istemiyorlar? Neden türbanlı hemşireleriyle birlikte Cennet’e gitme şansından yararlanmıyorlar? Bu kadar fedakârlık da çok fazla olmuyor mu artık !?!
Türbanı savunan bütün başı açık asrî bayanlar, lâmı cimi yok efendim, birleşiniz ve türbanlanınız ! İlâveten, Risalei-i Nûr Enstitüsü’nün seminerlerini kaçırmamanız bilhâssa ve hâsseten tavsiye olunur !
(22 ŞUBAT 2008, CUMA)
********************************************************************