Destancılar - Cevat Kulaksız
(Bir Destancı Ve Anımsattıkları)
4 Ocak 2016 günü Yenimahalle Devlet Hastanesine muayene için gitmek üzere, EGO otobüs durağına geldiğim zaman yaşlı bir beyin, yanında bulunan üç dört kişiye, sigara üstüne, irticalen bir şiir okuduğunu görerek yanına yaklaştım. EGO otobüsü kapıyı açınca, hava da çok soğuk olduğu için acele otobüse doluştuk. Eski gezginci destancılara benzeyen bu kişi dikkatimi çekti.
Destan okuyan yaşlının bir emekli Astsubay ve isminin Fevzi Öztürk olduğunu öğrendim. Nerelisin diye sorduğumda, “Neşet Ertaşlar, ozanlar diyarı Kırşehir’liyim” deyince, ben de Kaman’lı olduğum için ona -vay toprağım- diyerek heyecanlanıp yakınlık gösterdim, oturduğum yerden kalkarak yanına geldim.
Otobüsün içinde, kendimi tanıttıktan sonra, aynı şiiri tekrar okumasını rica ettim. Ben de sürekli çantamda taşıdığım ses alma cihazımı uzatıp, o şiirinin sesini aldım. İşte bu yaşlı ve duyarlı Fevzi Öztürk, otobüsün içinde hareketini beklerken, yavaş bir sesle aşağıdaki destan-şiirini okudu.
İÇME OĞLUM İÇME KIZIM SİGARA
İçme oğlum içme kızım sigara
İçinde açar sonra derince yara
Maddi yönden de sokar seni zarara,
İçme oğlum içme kızım sigara
Sigara seni mutlak öldürür
Vaktinden önce toprağa gömdürür
Sigara nice ocaklar söndürür.
İçme oğlum içme kızım sigara.
Sigara içenler hiç onmaz
Bu dünyada fazla durmaz,
Onlara dua etmekle de olmaz.
İçme oğlum içme kızım sigara.
Deden tütün sardı da gitti
Ardından dediler “vadesi yetti”,
Eben sevincinden dualar etti,
İçme oğlum içme kızım sigara.
Parası yoktu yine de buldu
Tütünü çekenleri bir şey sandı,
Önce ciğerleri sonra yüzü soldu.
İçme oğlum içme kızım sigara. Fevzi Öztürk [1]
İşte bir otobüs durağında tesadüfen duyduğum bir ozan destancının okuduğu destan-şiiri beni Destancılar yazımı yazmama neden oldu.
Eskiden 1960 lı yıllara kadar, radyo, televizyon gibi çağdaş iletişim ve kültür araçlarının yaygın olmadığı zamanlarda, hemen hemen her şehrin kasaba ve köylerine kadar, meydan ve özellikle pazar yerlerinde kalabalıklar arasında mutlaka destancılar olurdu. Destancılık Osmanlıdan beri gelen bir halk kültürüydü. Hatırlıyorum, kendi köyümden biliyorum, hemen her köyün kendi çapında destancıları vardı. Bazıları, “aşık”, “aşık destancı” da denilen destancılar, yanık sesli ünlenmiş, tanınmış insanlardı. Destancılar kollarına aldıkları tek yaprak samanlı kâğıt üzerinde basılmış bir destanı, kalabalık yerlerde yüksek sesle tanıtıp, yanık yanık okuyarak başlarına biriken meraklılara satardı. Bir bakıma gezici gazete satıcılarının öncülüğünü yapmış olan meslek grubu da diyebiliriz destancılara. Günümüz nesli, artık kaybolmaya yüz tutmuş destancıları pek bilmezler. Destancılar bir bakıma Türk halk edebiyatının bir vadideki ayrı ekolcüleri olsa gerektir.
Düşünebiliyor musunuz pazaryerinde bir sandalye ve kürsü gibi bir yüksekliğe çıkmış yanık sesli bir adam, türkü avazında şöyle bir destan okumakta. Hemen herkesin dikkatini çekmez mi? Boynuna astığı, siyah bir kılıf içindeki iri bir teypten bozuk bir Türkçe ve bozuk bir cümle yapısı ile ağır ağır tekrarlanan sözlerin ardından ağlamaklı bir sesle âşık destanı okumaya başlar. Kendine has bir musiki ile okunan bu destanlarda herhangi bir saz kullanılmaz.
“Taze dalmış idim tatlı uykuma...
Zalim kocam girdi anam kanıma...
Kıydı göz önünde oğul ile kızıma...
Döktü al kanların insaf etmedi...
Aldı canlarını heder eyledi...”
Bu destancılar varsa boğazına astığı teybi, bir koluna doldurduğu samanlı kâğıda basılmış, çevresi desenli, kimi zaman resimli destanları ile toplumlara, insanlara ayrı bir heyecan verirlerdi destancılar. Kendi yazıp matbaalara bastırdıkları destanları, tanesi beş veya on kuruştan satarlarken, beste ve avazları ile o destanı ağıta kaçan türkü şeklinde, uygunsa yanık bir hava ile söylerlerdi. Destancının okuduğu destanın aynısı boynunda taşıdığı teypte de vardır, destancı teypteki kendi sesine düet yapar paralel bir sesle ilginç bir armoni oluşturur, seyirciler merakla dinlerlerdi. Destan bitince herkes samanlı kâğıtta basılmış destanı 5-10-25 kuruşa alıp saklarlardı. Pazar yerleri ve meydanları onların avazları ile çınlardı. Gelip geçen pazarcılar destancının başına üç beş dakika zaman ayırıp toplanırlar, özellikle onun ağıt avazında söylediği destanı huşu içinde izlerler, etkilendikleri için beş-on kuruş vererek destanı alır evine götürürlerdi.
Destan eve gelince, komşu kadınlar çağırılır, ama destanı okuyacak kimse yoktur. Ya okuma yazma bilen biri çağırtılır, ya da okula giden çocukların eve gelmesi beklenir. Okuma yazma dedikte, 1940 li yıllara kadar köylerde okuma yaza bilen olmadığından, askerden gelen mektupları okutmak için bile köy köy okuma yazma bilen kişi ararmış halkımız, bunu küçüklüğümde yaşlılardan duymuşumdur.
Okuma yazma bilen biri bulundu mu, hemen koynuna saklayan kadın destanı çıkarır, okuma yazma bilene iyice bir okuturlardı, hem de defalarca, bölümlerinin bazılarını tekrar ede ede. Destanın kahramanı katilse ona beddualar edilir, masumsa ve de öldürülmüşse dualar edilir onu için ağlaşılırdı. Böyle destan okumalar yanında özellikle cenaze evlerine etkili ve güzel ağıt yakan kadınlar çağırılır, o kadının güzel sesi ile ağıtını herkes üzüntü ve gözyaşları ile dinler, herkes o havada kendi yakının acısı ile harmanlayıp ağlardı. Destanda geçen sözlere göre hikâyeyi tamamlarlar ve ortalığı bir gözyaşı seli alırdı.
Anadolu insanı, yıllar süren savaşlarda kaybettikleri yakınları için, kasıp kavuran kıtlık ve hastalıklar için dertlidir, acılar içindedir; en küçük bir destan, ağıt onun yüreğindeki acılarını tazeler ve gözyaşı dökmesine neden olur. O nedenle Destancılar da onların dert ortağıdır, acılarının ortağı gibidir ve de içindeki acılarının dökmesine vesile oldukları için destancılar çok sevilirdi.
“Destancı dede mahalleye girdiğinde, kapı önünde laflayan, avluda çamaşır asan, komşularıyla bahçede peksimetle çay içen, akşam yemeği pişirme telaşındaki kadınlar ile öğle sonu uykusuna yatırılmış, çeşme başında suyla eğleşen, haylazca lastik çeviren, tekere binen, gülle ya da birdirbir oynayan bir dolu çocuk üşüşürdü onun başına. Kadınlar ve çocuklar, zaten en çok da, mahalleye gelen bir çerçinin bir de destancı dedenin başına doluşurdu”.
“Destancının sözleri bütün bir mahallenin yüreğini yakmıştır ya, şimdi âşık sigarasını tüttürerek onların kapıya, pencereye, çıkmasını bekler... Gerçekten de bu sözler yeni gelininden, ninesine, hatta aklı eren çocuğuna varıncaya hepsini sokağa döker... Herkesin yüreği bu sözlerle buz kesmiş, bütün yüzlere bir üzüntü çökmüştür... Destancı âşık etrafı şöyle bir süzer, sonra destanın devamı için düğmeye dokunur. Daha sonraki kısım daha yürek paralayıcıdır. Teyp çalarken, âşık, çok adi bir saman kâğıdına, berbat bir şekilde tabedilmiş destanın sözleri, destana konu olan kişilerin belli belirsiz fotoğrafları ve sonuna da kendi fotoğrafı olan destan tomarını şöyle bir düzeltir ve destanın en acıklı bölümünde teybi kapatarak, “evet hediyesi 25 kuruş” der. Millet artık yeterince duygulanıp tahrik olmuştur ve evlerden, pencerelerden 25 kuruşluklar uzanmıştır. Sıra ile hiç acele etmeden 25 likler toplanır ve karşılığında bu adi saman kâğıda çamur gibi basılı destanlar verilir. Önemli olan içine yazılı acıklı öykü destanıdır onlar için. [2]
Bu destanların konuları çok çeşitli idi. Trafik kazalarında ölenler, cinayete kurban gidenler, deprem olmuşsa kayıpları, savaş, hastalıklar (hele verem üstüne yazılan destanlar pek ünlüdür, halen verem üstüne söylenmiş türküler havalanır durur), kuraklık ve sel afetleri, bereket dileyen dilekler, aşk öyküleri, yaralı keklik, avcı ve yaralı ceylan, allı turna, kurdun kaptığı inek gibi çok çeşitli konuları içeriyordu.
Kısaca, nasıl kalaycı, nalbant, semerci, sepetçi vb gibi kaybolan meslekler varsa, destancılar da Anadolu’nun son kaybolan kültür temsilcileri idiler.
Cevat Kulaksız
ckulaksizster@gmail.com
DİPNOTLAR
[1] Fevzi Öztürk (1940) Emekli Astsubay Kaman’ın Hacımırza Köyünden Ankara Batıkent’de oturmakta. Telefon: 03123857253
[2] https://wowturkey.com/forum/viewtopic.php?t=15419&start=130
Yorum Gönder