Uğur Mumcu’nun 23 yıl önce, evinin önünde suikastla
katledişinin anısına her yıl düzenlenen Adalet ve Demokrasi Haftasının
25.01.2016 günkü ilk bölümünde, Deniz
Zeyrek (Hürriyet Ankara temsilcisi), Av. Kemal Akkurt (Sosyal Demokrasi Avukatlar Dern. Genel
Başkanı), Gazeteci Yazar Işık Kansu Araştırma Gazetecilik ve Basın Özgürlüğü
konusunda bilgi ve görüşlerini anlattılar.
Ancak, 240 kişilik salonda ne yazık ki dinleyici olarak 50
yi geçmeyen katılımcı olduğu için, bu konuşmaların daha geniş kitleye yayıp
yararlanmayı sağlamak amacıyla bu konuşmaları okuyucularımıza sunmak istedik. O
nedenle uzun bir metin sumak zorunda kaldık.
Günümüzde iktidar tarafından pek çok gazete, gazeteci,
muhalifler hakkında davalar açıldığı, pek çok gazetecinin baskılarla işinden
olduğu, gazetecilerin hapislere atıldığı Türkiye’mizde, AİHS ve AİHM sinin
karar ve içtihatları ile verilmiş kararlarla ilgili aydınlatıcı bu bilgiler
veren hukukçu bir uzman tarafından yapılan bu konuşmanın çok yararlı olacağını
düşündük. Okuyucuyu sıkmamak için bu
yazımızda sadece Sosyal Demokrasi Avukatlar Dern. Genel Başkanı Av. Kemal
Akkurt’un konuşmasını veriyoruz.
Gelecek yazımızda Gazeteci Yazar Işık Kansu’nun bu
konularda, iktidarın bazı ilginç irticai
uygulamalarını içeren konuşmasını ikinci bölümde vereceğiz.
Atila Candar’ın yönettiği panelde Av. Kemal Akkurt konuşmasında şu açıklamalarda bulundu:
Atila Candar’ın yönettiği panelde Av. Kemal Akkurt konuşmasında şu açıklamalarda bulundu:
“-Muammer Aksoy’u, Uğur Mumcu’yu, Onat Kutlar’ı, Metin Gökyepe’yi ve
Hrant Dınk’i saygı ile anıyoruz. Ocak ayı katliamlarla anılmaya başlandı; bir
hafta başka bir aydınımızı, başka hafta bir aydınımızı anmakla geçiriyoruz.
Dileriz Türkiye aydınlarını böyle katliamlarla kaybetmez, hepsinin önünde
ismini anamadıklarımızın da önünde saygı ile eğiliyorum.
Düşünce ve ifade özgürlüğü, günümüzde artık basın özgürlüğü ile
birlikte anılmaya başlandı. Düşünce
ve ifade özgürlüğü artık halkın bilgilenme hakkı ve gerçekleri öğrenme hakkını
elde edilmesini sağlayan bir hak olarak da tanımlanıyor. Bu anlamda basın
özgürlüğü düşünce ve ifade özgürlüğünün gerçekleşmesinde vazgeçilmez bir araç
ve bir değer olarak kaydediliyor uygar dünyada.
Gelecek anlamda
düşünce ve ifade özgürlüğü tanımlanması, özgür, doğru, yaygın bilgi, haber
dolaşımıyla basın özgürlüğüyle mümkündür. Günümüzde artık devletin korunması
adına halkın bilgi edinme hakkının sınırlandırılması terk edilen artık çağdışı
kabul edilen bir anlayış. Bu nedenle gerçeğe uygun haber dolaşımının suçlanması
uygar dünyada kabul edilemez bir gerçek.
Gerçekte hükümetlerin
veya yönetimlerin halktan gizleyeceği hiçbir şey olmamalı. Çünkü bireylerin
bilgi edinme hakkı demokrasinin olmazsa olmaz koşulu olarak kabul ediliyor.
Devlet bu özgürlüğü engelleyemez. Kullanılmasına müdahale ederek kısıtlama veya
engelleme getiremez. Devletin basın özgürlüğünü engellemeye yönelik baskı,
tutum ve girişimleri ancak despotik ve otoriter yönetimlerde söz konusu
olabilir.
Bu anlamda düşünce ve
ifade özgürlüğü konuşulduğunda devletin iki yükümlülüğünden, iki ödevinden
bahsetmek mümkündür: Birisi negatif
yükümlülüğü, ikincisi de pozitif yükümlülüğü.
Negatif yükümlülüğü,
devletin basın hürriyeti daha doğrusu ifade özgürlüğü ile ilgili olarak halkın
basın, haber ve bilgi dolaşımına müdahale etmemesi, karışmaması anlamına
geliyor.
İkincisi de yaygın ve
doğru saptırılmamış haberlerin bilgilerin ve gerçeklerin dolaşımını sağlama
bunun için bireylere ve kurumlara her türlü desteği sunma, yardımcı olma
yükümlülüğü bu da pozitif hükümlülük olarak kabul ediliyor.
Ülkemizdeki uygulamaya baktığımızda, her iki hükümlülükler için de
yani hem karışmama, hem de yardımcı olma
yükümlülüğü ile ilgili olarak da, yandaş
havuz medyası için sınırsız bir şekilde bunun uygulandığını tespit edebiliyoruz.
Ama hükümet gibi
düşünmeyen “muhalif medya” için ve diğer muhalif düşünceler için de bu
sınırlamalar ve engellemeler şeklinde karşımıza çıkıyor.
Peki, yasal durum
nedir, diye baktığımızda de mevcut anayasamızın 26.Maddesi ile düşünceyi
açıklama ve yayma özgürlüğü çok açık, yoruma açık, meydan vermeyecek bir
şekilde düzenlenmiş.
77. Madde ile bilim ve
sanat özgürlüğü düzenlenmiş; 28. Madde ile de basın özgürlüğü düzenlenmiş. Bu
özgürlükler aslında Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin (AİHS), biraz sonra
geleceğimiz maddelerine düzenlemelerine çok paralel olarak düzenlenmiştir.
Anayasanın 28. Maddesine baktığımızda basının özgür olduğu, sansür
edilemeyeceği açık ve net olarak düzenlenmiş. Devletin basın ve haber alma
özgürlüğünü düzenleyecek pozitif yükümlülüğünü çok açık bir şekilde vurgulamış,
aynı maddenin devamında da güvenlik, ülkenin ve milletin bölünmez bütünlüğü suç
işlemeye teşvik, ayaklanmaya teşvik konuları hariç tutulmuş. Bugüne
baktığımızda, uygulamalarda, hiçbir basın kurumunda bölünmeye, isyana, suç
işlemeye teşvikten değil, devletin gizli bilgilerini, biraz sonra
değineceğimiz, neyse bu bilgiler, bunların ifşa edilmesiyle, daha doğrusu
hükümetin açıklanmasını istemediği bilgilerin ifşa edilmesi bu kılıf altında
baskıya ve sansüre gerekçe olarak düzenleniyor.
29. Madde, Anayasamızın,
diyor ki, “düşünce ve kanaatlerin
serbestçe yorumlanmasını engelleyici ve zorlaştırıcı piyasa ekonomik, mali,
teknik şartların konulamayacağını ve basın özgürlüğüne yardımcı olunacağını” düzenliyor.
Geliyoruz 5187 sayılı
Basın Kanunu’na. Burada da 3. Madde ile basının özgür olduğunu, bilgi edinme,
yayma, eleştirme yorumlama ve eser hakkının açık ve net olarak düzenlendiğini
görüyoruz. Bu hüküm altında, biraz sonra geleceğiz, aslında AİHS nin
10.Maddesinin kelimesi kelimesi aynısı diyebiliriz. 12. Madde de haber
kaynaklarının gizliliği düzenlenmiş. AİHM sinin kararlarına dayanılarak
gazetecilerin haber kaynaklarının gizliliğiyle basın özgürlüğünün olmazsa olmaz
bir parçası. Yine Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesi de 2000 tarihinde
düzenlediği bir kuralla bir kararla daha doğrusu, gazetecilerin bilgi
hatlarının, bilgi kaynaklarının açıklamama hakkına ilişkin bir tasfiye kararı
almış. Buna göre gazetelerin sahipleri sorumlu müdürleri eser sahiplerinin
bilgi ve belge dâhil her türlü haber kaynaklarının açıklamaya ve tanıklık
yapmaya zorlanamazlar. Ancak haber kaynaklarını açıklamadıkları için mağdur
edilen, hapse atılan onlarca gazetecinin mağduriyetleri de Türkiye’nin yine
ayıpları arasında yer alıyor.
Geçen hafta, biraz sonra
değineceğim, Nokta dergisi Türkiye kararıyla da Türkiye bir kez daha bu konuda
mahkûm edildi. AİHS ve AİHM si içtihatlarına baktığımızda ifade özgürlüğü,
dolayısıyla basın özgürlüğü çok açık net yoruma meydan vermeyecek bir şekilde
düzenlenmiş madde ile herkesin, yandaş olan, olmayan ayırım yok bura, herkesin
ifade özgürlüğüne mutlak olarak sahip olduğu, bu hakkın kullanımında resmi
makamların müdahalesinin olamayacağı haber almak vermek düşünce özgürlüğünün
mutlak olduğu tartışmasız bir şekilde düzenlenmiş.
Anayasamızın 90.Maddesine bakıyoruz,
temel hak ve özgürlüklere ilişkin sözleşmelerle yasalar arasında bir çatışma
çıktığı zaman, Uluslararası sözleşmeler uygulanır. Eğer bizim basın yasamızda
buna göre bir hüküm varsa yargıçlarımızın uygulayacağı basın yasası değildir,
AİHS dir, Anayasa da bunu emrediyor.
Ama uygulamanın böyle olmadığını
hepimiz biliyoruz, bunu örnekleriyle anlatmaya çalışacağım.
AİHM sinin basın özgürlüğü için anahtar rolü olan içtihatları
maalesef Türkiye ile ilgili.
Bunların başında Ding Türkiye kararı, Akçam Türkiye kararı, Tuşalp Türkiye
kararı ve geçen hafta verilen Nokta dergisi Türkiye kararı sayılabilir. Bu
kararlar Avrupa Konseyine üye diğer 46 ülke içinde emsal niteliğinde ama çok
kötü emsal niteliğinde anlatılıyor. Rusya dışında, bu anlamda mahkûm olan bir Avrupa
ülkesi yok. Ülkesine ilişkin bir içtihada ben rastlamadım, Rusya ile ilgili tek
tük içtihatlar var.
Dink Türkiye kararına
baktığımızda ifade ve basın özgürlüğü için devletin o alana devletin kaçınma
yükümlülüğü; yani negatif hükümlerinin yeterli olmadığını, devletin basınla
ilgili saldırılara karşı da kişileri koruması yükümlülüğüne işaret ediyor, yani
pozitif hüküm gibi. Tıpkı özgür Gündem Türkiye kararında olduğu gibi, devletin
basın ve ifade özgürlüğü karşısında pozitif hükümlülüğü mutlak bir hükümlülük
olarak düzenleniyor. Bu uygulamaya baktığımızda devletin negatif ve pozitif hükmüne uymadığını, tam aksine, mevcut
iktidara muhalif basın ve medya mensuplarına karşı hasmane bir tutum içinde
olduğunu görüyoruz.
YARGILANAN
GAZETECİLER YÜZÜNDEN TÜRKİYE AİHM DE MAHKÛM OLACAKTIR
Siyasal eleştiri hakkı
da basın özgürlüğünün olmazsa olmazları. AİHM sine göre bu özgürlük, demokratik
bir toplumun temel değerlerinden birini oluşturuyor, siyasal eleştiri hakkı.
İfade ve basın özgürlüğü sadece olumlu karşılanan, hoşa giden ya da zararsız ve
önemsiz haber ve fikirler için değil, devlet ya da halkın herhangi bir kesimi
için sarsıcı, şaşırtıcı, şok edici ve rahatsız edici nitelikte bir bildirim ve
rahatsız edici haber ve fikirler için de bu özgürlük mutlak bir hak olarak
karşımıza çıkıyor. Basın demokratik bir toplumda seçkin bir role sahiptir.
Genel, yarayışlı tüm konularda haberler ve fikirleri yayma zorunluluğu da
basına düşmektedir. Aynı zamanda da bir görevdir bu basın için. Basın özgürlüğü
belli bir dozda, AİHM si abartıyı, hatta provokasyonu da içerebilir. Yani bu
özgürlük içinde abartı da olabilir, provokasyon da bir miktar olabilir. Tek bir
ölçü, şiddet, isyan ve şiddete teşvik olmaması kavlıyla. AİHM sine göre siyasal
söylem ve genel yarar ile ilgili görüşlere sınır getirilmemesi gerekir. Medya
yoluyla siyasal eleştirileri dile getirme ve basın özgürlüğü hakkında
sınırlandırma kabul edilemez. Ayrıca hükümete karşı kabul edilebilir
eleştirinin sınırları sıradan bir yurttaşta hatta bir politikacıya karşı çok
daha geniştir. Yani basın tarafından hükümet ve hükümet mensupları bakanlar çok
daha ağır, çok daha acımasızca eleştirilebilir. Hükümetin işgal ettiği baskın
konu özellikle de muhaliflerden gelen haklı olmayan saldırı ve eleştirilere
cevap vermek için cezai yolların kullanılmaması gerektiğine işaret ediyor.
Kullanılan ifadeler, şiddet, isyan ya da başka saldırıya teşvik için bile ifade
özgürlüğü engellenemez. Diyordu kararında Hırant Dınk, rahmetli Hrant Dınk
kendince bir takım gerekçelerle Türkiye’nin Ermeni sorununa bakışını
anlatıyordu. Bu Türklüğe hakaret olarak nitelendirilmişti, cezalandırılmıştı,
Yargıtay tarafından da onandıktan sonra rahmetli Dınk hedef gösterildi ve sonra
da katledildi.
AİHM ifade özgürlüğü
ve basın özgürlüğüne karşı mahkûmiyetten sonra Türkiye’yi mahkûm etmiyor. Bazı
konular var ki, mahkûm edilme ihtimali yani sürekli ceza tehdidi ifade ve basın
özgürlüğüne aykırı olarak görülüyor. Burada Taner Akçam Türkiye kararına
bakıyoruz, bu kararda da hakkında herhangi bir mahkûmiyet yok Taner Akçam
hakkında. Ancak yazdığı yazılar, yaptığı konuşmalar nedeniyle sürekli
301.Maddeden yargılanacağı söz konusu ediliyordu, bu sürekli dile getiriliyor.
Bugün Can Dündar ve Erdem Gül’de olduğu gibi, diyor ki AİHM si: “Başvurucunun yazıları ve konuşmalarıyla
hakkında ceza davası açılarak mahkûm edilmemiş olsa bile, Ceza Kanunun 301
kapsamında taciz kampanyasına maruz kalması ve kendisini bu hükme göre yapılan
suçlamalara yanıt vermek zorunda bırakılması bu herhangi bir soruşturma başlamamış
olsa bile, stres, yakalama ve soruşturma endişesi yaratılması da basın ve ifade
özgürlüğüne aykırıdır”. Türkiye’yi bu konuda da mahkûm etmiş durumda. TC Kanunu meşhur 301. Madde, AİHM sinde gelen
bu sürekli mahkûmiyetten sonra maddede bir değişiklik yapıldı, Adalet
Bakanlığının iznine bağlandı soruşturmalar. Ama hükümete muhalif basın ve
aydınların açıklamalarından sonra bu izin otomatiğe bağlandı. Kendi yandaşları
her şeyi söyleyebilir, havuz medyası her şeyi yazabilir, yazması mümkün değilse
varsayalım ki yazdı böyle bir izin zaten çıkmaz.
Ama “muhalif basın ve
muhalif aydın ve yazarlar için 301. Maddedeki soruşturmalar otomatiğe bağlanmış
durumda. AİHM bu izni de ifade özgürlüğüne karşı iyileştirilmiş bir düzenleme
olarak görmüyor ve Türkiye’yi mahkûm etmeye devam ediyor. Diyor ki mahkeme,
“301. Maddenin uygulanması konusunda “istenmeyen görüşleri” belirten kişilerin
ciddi bir kovuşturma riskiyle ceza davası açılması tehdidiyle karşı karşıya
iseler bu da ifade özgürlüğüne aykırıdır.
Geliyoruz Eleştiri Hakkı ve Değer Yargılarında İfade Özgürlüğü ve
Basın Özgürlüğünde AİHM sinde diyor? Yine Tuşalp Türkiye kararına baktığımızda dönemin 2012 yılında verilmiş
bir karar. Dönemin Başbakanı R.T.Erdoğan hakkında yazılan iki makale nedeniyle
basın özgürlüğünün, ifade özgürlüğünün AİHS koruması altında olduğunu söylüyor
mahkeme, diyor ki, “gerçeklerin maddi vakaların ortaya konulması mümkündür,
ancak değer yargıların kanıtlanması mümkün değil. Bir değer yargısının
gerçekliğinin kanıtlanması talebi ki bu talep edilmiş mahkemeden,
gerçekleştirmesi imkânsız bir taleptir ve AİHS sinin garanti altına aldığı
ifade özgürlüğünün, basın özgürlüğünün ihlali anlamına gelir”. AİHM sine göre
bir siyasetçinin kabul edilebilir eleştiri sınırlarının sıradan bir şahsa
kıyasla daha geniş olduğunu tespit ediyor ve bu nedenle dönemin Başbakanı
R.T.Erdoğan’ın daha büyük bir hoş görü göstermesi gerekirken, yazılan her
yazıdan dolayı şikâyetçi olmasının ve her yerel mahkemelerimizde maalesef ifade
özgürlüğünü çok dar tutarak başvurucuları mahkûm etmesini AİHM sini ihlali
olarak görüyor. Diyor ki mahkeme, yazı ve görüşlerde katı eleştiriler ve sicil
yer olabilir. Bu bağlamda sadece ifade özgürlüğü olumlu karşılanan zararsız,
tarafsız bilgi ve fikirleri değil, demokratik bir toplumun gerekleri olan bu
çoğulculuğun hoşgörünün ve açık fikirliğin parçası olan, rencide eden, şoke
eden, rahatsız eden bilgi ve fikirleri de kapsar” diyor ve Türkiye’yi bu
davadan dolayı mahkûm ediyor.
Kararda diyor ki
mahkeme,”başbakanın kişisel hakları korunurken başvuru sahibi gazetecinin neden
korunmadığı, Başbakanın kişisel haklarının korunmada neden basın özgürlüğünden
daha çok koruma sağlandığı ikna edilememiş, ifade edilememiş” diyor. Türkiye’de
mahkemeler karar verirken takdir fikirlerinin açtığı özellikle hükümet söz
konusuysa hak sahibi aleyhine aldıkları kararları güdülen amaç ile orantısız
olduğu vurgulanıyor.
En son Fasın ve ifade
özgürlüğü ilgili geçen hafta çıkan bir karar, basından izlemişsinizdir, Nokta
dergisi Türkiye kararında, burada devlet sırrı ve haber kaynağı irdeleniyor.
Diyor ki AİHM si, geçen hafta verdiği kararda basın ve ifade özgürlüğü konusuna
Genel Kurmayın gazetecileri andıçladığı öne sürülen belgeleri yayınladığı
iddiasıyla Nokta dergisi basılmıştı. Çalışanlar, yazarlar gözaltı ve tutuklamalara
maruz bırakılmışlardı, bilgisayar ve belgelere el konulmuştu. AİHM si diyor ki,
demokratik bir toplumda basının oynadığı temel rol bir kez daha hatırlatılarak
derginin yayınladığı haberin AİHM sinin 10. Maddesinde düzenlenen ifade
özgürlüğü kapsamında olduğunu, belgelerin ve kamuyu ilgilendirdiğini tarif
ediyor, basın, silahlı kuvvetlerle ilgili de olsa, toplumu bilgilendirme görevi
vardır. Ayrıca başvurucuların haber kaynağını açıklamamış olmaları bu nedenle
de ceza almışlardı, haber kaynaklarının gizlenmemesi açıklanmaması da anlayışla
karşılanması gereken bir durumdur. Silahlı kuvvetlerin iç işleyişinin ve
gizliliğinin ne pahasına olursa olsun korunamayacağını da özellikle
vurgulanıyor.
CAN DÜNDAR VE ERDEM
GÜL’ÜN TUTUKLULUKLARI
Bildiğiniz gibi TİB
(Telekomünikasyon İletişim Başkanlığı) MİT, Sulh Ceza Hâkimlikleri, İç Güvenlik
Kanunuyla iyice işlenen iktidar, 2015 yılı ekim ve kaskım aylarında özellikle
gazetecilere karşı çok yoğun bir baskı uygulamaya başladı. Medya temsilcilerini
ve çalışanlarını casusluk, darbecilik ve teröristlikle yaftalamakta bir sakınca
görmedi. Basın özgürlüğü demokratik
toplum düzeninin olmazsa olmaz koşulu olduğuna göre, ifade özgürlüğü de tüm bu
hak ve özgürlüklerin omurgasını oluşturduğuna göre, basın özgürlüğü esas sınırlandırmaların
çok istisnai olması gerekirken uygulama Can Dündar ve Erdem Gül dosyasında da
maalesef böyle olmadı. AİHM sinin hemen hemen aynı mahiyetteki Nokta dergisi
Türkiye kararına baktığımız zaman Can Dündar ve Erdem Gül isimlerini oraya
yerleştirdiğimizde o dosyadaki suçlamaların aynen onlar için de geçerli
olduğunu çok rahatlıkla söyleyebiliriz.
33 GAZETECİ TUTUKLU
250 Sİ DE YARGILANIYOR
Ne yapmışlar, Can
Dündar ve Erdem Gül? Yaptıkları bir
haber nedeniyle ki bu haberde herkesin bildiği dünya âlemin bildiği bir haberi
bir olayı görsel malzemeyle yayınlamışlardı ve bu “devlet sırrı olarak herkesin
bildiği bu nasıl bir devlet sırrı oluyorsa bunu sayın üstatlarımız çok daha iyi
anlatırlar. Bu tutuklama gerekçesi oldu maalesef. Önümüzdeki dönemde Can Dündar
ve Erdem Gül davası nedeniyle de Türkiye’nin AİHM sinde Türkiye’nin mahkûm
olacağını söylemek için müneccim olmaya gerek yok. Umarım dava açılmaz, umarım
tahliyelerine karar verilir. Sırf tutuklanmış olmaları da bu dahi ifade ve
basın özgürlüğü hakkı özgürlüğünün ihlal edildiği anlamına geliyor. Keza
onlarla birlikte cezaevinde tutuklu bulunan 33 gazeteci için de aynı şeyi
düşünmek mümkün. Ne diyordu AİHM si,
“haber ve ifade şiddet içermiyorsa, şiddeti teşvik etmiyorsa, isyana teşvik
etmiyorsa bu basit ifade ve basın özgürlüğü kapsamındadır”. Ben Can Dündar ve Erdem Gül için söz konusu
olmadığını biliyorum ama diğer tutuklu gazeteciler için de bu, istisnalar
olduğu kanaatinde değilim, onlar da basın ve ifade özgürlüklerini kullandıkları
için şu anda içerdeler. Tek bir hataları var hata sayılırsa, mevcut hükümete
aykırı görüşlerine aykırı haber, yayın yapmışlar.
Can Dündar ve Erdem
Gül’ün yaptığı haber, deyim yerindeyse malumun ilanıydı, tüm dünyanın bildiğini,
uluslar arası basının söylediklerini ilan etmişlerdi. Tam da AİHM sinin
belirlediği toplumu bilgilendirme görevini yerine getirmişlerdi, yani bir
görevi icra etmişlerdi.
Türkiye’de halen
tutuklu bulunan 33 basın mensubu ile birlikte 250 ye yakın gazeteci de
gazetecilik faaliyetlerinden dolayı şu anda yargılanmakta. Türkiye bu sicilde
basın özgürlüğü sıralamasında SINIR Tanımayan Gazetecileri Örgütünün verilerine
göre 180 ülke arasında 149.sırada yer alıyor. Yani basın ve ifade özgürlüğü
sıralamasında Katar’ın, Afganistan’ın ve
Sudan’ın gerisinde olan bir ülkede yaşıyoruz. Bunun nedeni sevgili Can
Dündar’ın veciz ifadesiyle, “Türkiyeli
gazetecilerin suça bu kadar bulaşması değil, Türkiye’yi yönetenlerin eleştiriye
tahammülsüz olmalarıdır.”Mevcut yönetim basın ve ifade özgürlüğünü
baskı sansür ve ağır cezalarla boğma siyaseti güdüyor.
Geçtiğimiz 1 Kasım
genel seçimlerinden sonrasında hükümetin fiili koalisyon ortağı cemaatin TV
kanallarının bu koalisyon bozulduktan sonra hükümetin talimatıyla vicdan
platformlarından çıkarılması, susturulması bir kısmına kayyum atanması
suretiyle ele geçirilip havuz medyasına dahil edilmesi başta mülkiyet hakkının
ihlali, ama onun dışında basın ve ifade özgürlüğüne, halkın haber alma hakkına
açıkça bir saldırıdır. Bu kanallara ilişkin açılan davalar da AİHM sinde Türkiye’nin
mahkûmiyetiyle sonuçlanacaktır.
AKADEMİSYENLERİN
BİLDİRİSİ
Son olarak son
günlerin güncel konusu olduğu için bence düşünce ve ifade özgürlüğüne ilişkin
olduğu için aydınlar bildirisine de değinmek istiyorum. Geçtiğimiz günlerde
1128 akademisyenin aydınların yayınladıkları bildiri de Sayın Cumhurbaşkanı
tarafından “ihanetle” suçlanmış, aydınlar, aylık rutin muhtarlar toplantısına
sevgili muhtarlarımıza yuhalattırılmıştır. Aydınlar ne yapmışlar peki? Barış
taleplerini devletin asayiş konusunda hukuk içinde kalmasını talep etmişler.
Ülkeye barış gelsin demişler, devlet de asayiş konusunda hukuk içinde kalsın”
demişler. Aydınlar bildirisi eksik olabilir, yanlış olabilir, hatalar olabilir,
değişik düşünceler olabilir bu konuda, hepsine saygı duymak lazım ancak,
zihindeki düşüncelere yine düşüncelerle karşılık vermek gerekirken, bildiriye
karşı adeta bir linç kampanyası yürütülmüştür, Sayın Cumhurbaşkanı tarafından.
Bu aydınlar, akademisyenler hakkında da açık ve net olarak hiç tereddütsüz
denilebilir ki, mevcut eleştirilen 12 Eylül Anayasasına bile, ceza yasalarına,
hukuk kurallarına AİHS lerin ve AİHM içtihatlarına tamamen aykırıdır. Çünkü
dile getirilen görüş ve düşünceler tam anlamıyla düşünce ve ifade özgürlüğü
kapsamındadır.
Türkiye’de aydınlara,
gazetecilere ve insan hakları savunucularına reva görülenler ülkemizin,
bireysel çabası dışında onu ayrı tutuyorum, bilimde, sanatta ve edebiyatta
neden ilerleyemediğimizin de cevabını içeriyor sanıyorum.
CUMHURBAŞKANININ
SORUMSUZLUĞU
Son bir konuya
değinerek sözlerime son vermek istiyorum. Cumhurbaşkanının sorumsuzluğu.
Geçtiğimiz günlerde Ahmet İnsel tarafından bu konu tartışmaya açıldı. Yazdığı
makaleye tamamen katılıyorum, akademisyenler arasında ve basın mensupları
arasında tartışılmasında büyük yarar var diye düşünüyorum.
Mevcut anayasamızın
105. Maddesi Cumhurbaşkanının imzaladığı kararlar ve emirler nedeniyle sorumlu
olmadığı bu imzaladığı kararlar nedeniyle yargıya, Anayasa Mahkemesi dâhil,
diyor Anayasa, yargıya başvurulamayacağını söylüyor, doğru. 61 Anayasasında da
benzer bir düzenleme vardı. Sadece Cumhurbaşkanının vatana ihanetten dolayı
soruşturulabileceği düzenleniyor. Ancak bu sorumlu olmama hali, soruyu ortaya
atıyorum, diğer dostlarımız da umarım bu konuyu işlerler; bu sorumlu olmama
hali cumhurbaşkanının kendisi gibi düşünmeyenlere karşı hakaret etme, küfür
etme ve suç işleme hakkını da içeriyor mu? Eğer bunu kabul edersek, bir
sorumsuzluk olarak kabul edersek, o zaman cumhurbaşkanının, Allah korusun, adam
öldürme gibi adi suçlar karşısında da sorumsuz olacağını mı kabul edeceğiz.
Böyle bir şey olabilir mi? İki örnek hatırlıyorum; birincisi bu günlerde
tartıştığımız başkanlık sistemi, gerçek anlamda başkanlık sisteminin uygulandığı
ABD den hatırlıyorum, biliyorsunuz bundan önceki Başkan Clinton döneminde o
Monika’yla yaşadığı özel yaşama ilişkin macera basına yansımıştı ve ABD nin
başkanı ordaki başsavcılık tarafından soruşturulmuştu. Özel yaşam için değil, Clinton
ilk baştaki verdiği ifadede doğruyu söylemediği, yalan söylediği gerekçesiyle
soruşturulmuştu. Demek ki başkanlık sisteminde başkanın mutlak astığı astık,
kestiği kestik değil. Ki ABD deki başkanlık sisteminden bahsediyoruz;
Ortadoğu’daki başkanlık değil. Bizde arzu edilen, zannediyorum ABD deki
başkanlık değil.
İkincisi de
parlamenter sistemin uygulandığı Almanya’da cumhurbaşkanının bir yakınının
arkadaşının referansıyla bir bankadan düşük oranda bir bankadan faizle kredi
alması konusunda. O da düşük oranda faizle kredi alması ne kadar suçtur, suç
değildir tartışılmaya girilmeden çok etik davrandığıdır Almanya’daki
Cumhurbaşkanının, sonunda istifa etti.
Şimdi bizde 61 ve 1982
Anayasalarında cumhurun başkanının cumhurla bu kadar kavgalı olacağı kimsenin
aklına gelmedi, ayrıntılar bu şekilde anayasada açıklanmadı, kimsenin aklına
böyle bir şey gelmedi, artı Sayın Erdoğan’a kadar da böyle bir sorun yaşanmadı.
Yani önceki cumhurbaşkanları döneminde cumhurbaşkanları çıkıp önüne gelene
hakaret etme, küfretme hakkını, yetkisini kendisinde bulmuyorlardı. Ancak
geldiğimiz noktada Sayın Cumhurbaşkanının kendisine oy vermeyen hemen her
kesimle kavgalı olmasında bu durumun tartışılmasında da yarar var diye
düşünüyorum. Son sözüm şu olsun, 19. Yüzyıl İngiliz düşünürü John Suvard Milin
veciz ifadesi var çok sevdiğim, diyor ki, “ne
düşündüğünü açık ve tam olarak söyleyen insan kamuya hizmet etmektedir. Bu
insanlara en değer verdiğimiz fikirlerimizi acımasızca saldırdıkları için
müteşekkir olmalıyız”. Biz de özgürlükleri pahasına bizi bilgilendirdikleri
için bize özgürlükleriyle bedel ödedikleri için tutuklu tüm gazeteci, yazar ve
aydınlara teşekkür etmek istiyorum diye düşünüyorum”.
Cevat Kulaksız
ckulaksizster@gmail.com
Cevat Kulaksız
ckulaksizster@gmail.com
Yorum Gönder