Araştırma Gazetecilik ve Basın Özgürlüğü Açıkoturumu - 3
Bölüm 3 Gazeteci Deniz Zeyrek’in konuşması
Uğur Mumcu’nun 23 yıl önce, evinin önünde suikastla katledişinin anısına her yıl düzenlenen Adalet ve Demokrasi Haftasının 25.01.2016 günkü ilk bölümünde, Deniz Zeyrek (Hürriyet Ankara temsilcisi), Av. Kemal Akkurt (Sosyal Demokrasi Avukatlar Dern. Genel Başkanı), Gazeteci Yazar Işık Kansu Araştırma Gazetecilik ve Basın Özgürlüğü konusunda bilgi ve görüşlerini anlattılar.
Ancak, 240 kişilik salonda ne yazık ki dinleyici olarak 50 yi geçmeyen katılımcı olduğu için, bu konuşmaların daha geniş kitleye yayıp yararlanmayı sağlamak amacıyla bu konuşmaları okuyucularımıza sunmak istedik. O nedenle her üç konuşmacının yazılı uzun metinlerini tek bir yazıda vermekle okuyucu sıkılacağı için ayrı ayrı sunmak zorunda kaldık.
Bu 3. bölümde Hürriyet’in Ankara temsilcisi Deniz Zeyrek’in konuşmasını veriyoruz; öteki konuşmacıların sunumlarını daha önceki 1. Ve 2. Bölümlerde verdik.
Basın hürriyetinin kısıtlandığı, gazetecilerin hapse atıldığı, baskı ve para ile yandaş basının oluşturulduğu günümüzde, hele Uğur Mumcu gibi popüler bir gazetecinin ve daha nice gazeteci ve aydınların katledildiği Türkiye’mizde bu tür panel ve konuşmaların yararlı olacağı açıktır. Bu nedenle bu yararlı konuşmaları, zaten salonda çok az olan dinleyici ile yetinmeyerek, okuyucularımıza da sunmak istediğimizden, konuşmaları tek tek verme gereğini duyduk. Kalemimiz sürçmüş ise affola, çünkü konuşmayı yazıya dökmek çok zor.
Deniz Zeyrek’in konuşması:
“-Yeni gazeteciliğe başladığım yıllarda ilk tanık olduğum olaylardan biri, Uğur Mumcu’nun katledilmesi idi. Bir nebze de o dönemki kayıpların üzerine başlayan bir gazetecilik periyodum oldu. Kötü bir şey, ama gazeteci olabilmek açısından ben göreceliği bakımından bizim için farklı bir durum oldu, kendim için bir rol model belirledik Uğur Mumcu bir araştırma gazetecilik meselesini olmazsa olmazını gördük. Böyle bir en azından kendi açımızdan bir okulumuz oldu diyebilirim.
Ben basın özgürlüğü konusunu ele almak istiyordum. Kemal Bayağı geniş hazırlanmış, doğrusunu isterseniz bana çok fazla malzeme bırakmadı, hem uluslar arası botunu hem içerdeki TC mevzuatı bakımından nasıl ele alındığını gayet güzel anlattı. Ben bıraktığı yerden devam edeyim, biraz eksikliği, biraz biz gazeteci olarak somut yaşadığımız boyutlarını anlatayım istiyorum.
ÖZGÜRLÜKLERİN KAŞIKLA VERİLİP KEPÇEYLE GERİ ALINDIĞI GERÇEKTİR.
Bir kere, evet bizim mevzuatımızda basın özgürlüğü acayip şaşalı cümlelerle anlatılıyor. Anayasanın 28. maddesi, 27. Maddesi, 26. Maddesi “basın hürdür sansür edilemez” vs. gibi çok süslü laflarla doludur. Ama anayasamızda verilen özgürlükler hep kaşıklar verilir kepçeyle alınır. Yani mesela Anayasamızın 14. Maddesi vardır, milli güvenlik vs söz konusu olduğunda, yani böyle kavramsal olarak da muğlâk tanımlanmış bir takım gerekçelerle bütün özgürlüklerin geri alınabilineceğine dair çok kısa ve öz maddeler mevzuatımızda. Ben baktım Kemal Bey, basınla ilgili mevzuatımızda özgürlük olarak verdiği bütün hizmetlerin altında özgürlüklerin neden ve nasıl kısaltılacağına dair fıkralar var. Yani “basın hürdür sansür edilemez” diyor, bir cümle, altında yaklaşık 30 satır hangi durumlarda sansür edilebilir meselesi var, mesela mevkute denir basım eserine. Onların toplanamayacağı, yayılmasının önlenemeyeceği vs. falan anlatılır, altında mahkeme kararları istisnadır. “Yayın yasağı konulamaz” diye bir ifade var; şu şu şeyler dışında diye sıralanır vs yani bizim mevzuatımızda mevcut olan özgürlüklerin kaşıkla verilmiş özgürlüklerin kepçeyle geri alındığı gerçektir. Kesin bilgidir bunun tartışılacak bir tarafı yok. Bu o kadar kesindir ki, size bir şey okuyacağım, şöyle diyor:
“İfade ve basın özgürlüğü AİHS nin 10. Maddesi uyarınca güvence altına alınan temel insan hakkıdır. Sözleşmenin imzalanmasıyla birlikte Avrupa Konseyi ve hedeflerinin tamamı bu ilkeye bağlı kalacakları yönünde bir taahhütte bulunmuşlardır. Doğru işleyen demokratik bir toplumda herkes fikirlerini ve görüşlerini ifade etme ve haber alma erkini özgür hissetmelidir. AİHM içtihatları uyarınca ifade ve basın özgürlüğü bizatihi kendisi için değil, diğer hakların korunması açısından da merkezi bir rol oynamaktadır”. Bunu dedikten sonra Türkiye ile ilgili bir tefrik yapıyor, ifade ve basın özgürlüğünün düzenlendiği ulusal mevzuatta ve bu mevzuatın uygulanmasında bazı yapısal sorunlar bulunmaktadır. Bu durum AİHM sinin Türkiye aleyhine verdiği birçok karar ile Parlamenteri Meclisi ve İnsan Hakları komiseri raporları dâhil, birçok raporda vurgulanmıştır. Ulusal mevzuatın kapsamı ve uygulaması gazeteciler aleyhine başlatılan önemli sayıda soruşturmaya da neden olmuştur.
Şimdi ben bunu nerden aldım biliyor musunuz?
AB DEN PARA ALMAK İÇİN ÇAĞDAŞ PROJE HAZIRLAMIŞLAR, SONRA PARAYI ALMIŞLAR O PROJEYİ UYGULAMIYORLAR…
Adalet Bakanlığımızın Uluslar arası İlişkiler Genel Müdürlüğü İnsan Hakları Daire Başkanlığının internet sitesinden. Yani AB ye başvurmuşlar basın özgürlüğü için AB projesi. O projeyi alabilmek için AB nin komisyonunun ikna etmeleri gerekiyor. Yani bizim Türkiye’de Basın Özgürlüğü diye bir sorunumuz var. Bu sorunu çözmek için sizinde desteğinize ihtiyacımız var, fakat paranıza ihtiyacımız var” için yazılmış bir metin, internet sitesine de konulmuş bir metin. Yani ifade özgürlüğü projesi adı da ve gerçekten de AB ikna olmuş, parayı da vermiş, projeyi de yapmışlar. HSYK luyla birlikte Türkiye’deki yargı mensupları gazetecilerle bir araya gelmişler ve basın özgürlüğünü tartışmışlar. Oradan çıkan metinleri bir okusanız, inanamazsınız, yani bu gün ne Can Dündar’ın içerde olması söz konusu olurdu, ne Erdem Gül’ün F tipi cezaevinde tutuluyor olması söz konusu olurdu. Hele hele bu aydınlar bildirgesi ile ilgili tartışma hiç yaşanmazdı.
O kadar müthiş tespitler ve yorumlar yapmışlar ki, sanırsınız biz Paris’te falan yaşıyoruz, ya da Londra’daki kadar, orda çalışan gazeteciler kadar bir düşünce ve ifade özgürlüğü ortamına sahibiz.
Şimdi bizi bu ifade özgürlüğü aslında bütün vatandaşların sorunudur, sadece gazetecilerin değil. Yani bu günlerde eleştiri hakkını kullanıp hakaret ettiği iddiasıyla ceza evine konulan insanların hikâyelerine tanıklık ediyoruz. Aslında, hakaret içerenleri bir kenara bırakıyorum, bazen gerçekten hakaret olabiliyor. Ama eleştirinin bölge yorumlarla vs zorlanarak hakaret gibi kapsamlara sokulup insanların cezaevlerine atıldığı bir dönemden geçiyoruz. Onun için ifade özgürlüğü artık sokaktaki herkesin meselesi haline gelmiştir.
Bizim açımızdan bunun basın özgürlüğü boyutu vardır, bu yaymayla ilgili bir şeydir. 126. Maddesinde yayma meselesini, Kemal Bey daha iyi bilir, bir suçun basın yoluyla işlenmesi diye bir ifade olur. Bu suçu böyle işlerseniz şu kadar ceza alırsınız, basın yoluyla işlerseniz bir buçuk katı alırsınız, iki katı alırsınız vs. Bu yaymadan kaynaklanan bir şey, basın özgürlüğü de bu yayma özgürlüğü ile bir şey. Orada bizim yayma gücünün dayanağı nedir, diye sorarsanız, bir tane dayanağımız var, sizin yine kendi elinizde olan bilgi edinme hakkınızı, haberlere ulaşma hakkınızı desteklemektir, yani bir kurumdan da kişisel olarak gidip bilgi alabilirsiniz ama bilgi edinmenin en önemli ayaklarından biri medyadır, basındır. Bizim basın olarak rolümüz burada başlıyor. İşte Ahlat’ın bir köyündeki bir gelişmeyi, Edirne’deki bir insanın görebilmesi, duyabilmesi, okuyabilmesi meselsidir. Yani Edirne’dekinin Kars’takinin başına gelenle ilgili bilgi alma hakkının güvencesi olmaya çalışırız. İşte bu noktada neler haberdir, neler haber değildir. Bunları uzun uzun konuşmaya gerek yok artık bu mesel o kadar çok yaygınlaştı ki, herkesin az da olsa bir fikri var bu meselede.
Ben burada basın özgürlüğünün güvence altına alınması gereken AİHS nin 10.maddesi ve ona dayanan AİHM si kararları üzerinden umut bir meseleyi konuşmak istiyorum.
Şimdi ne diyor 10. Madde, isterseniz kısaca bir en azından yasak olmayan bölümünü okuyayım size, şöyle diyor:
HERKES İFADE ÖZGÜRLÜĞÜNE SAHİPTİR.
“-Herkes ifade özgürlüğü hakkına sahiptir. Bu hak kamu makamlarının müdahalesi olmaksızın ve ülke sınırları gözetmeksizin kanaat özgürlüğünü ve haber, görüş alma ve becerme özgürlüğünü de kapsar. Bu madde devletlerin radyo TV ve sinema işletmelerini bir izin rejimine tabi tutmalarına engel değildir”. Şimdi böyle bir maddeye dayanıyoruz, AİHM kararları bunu öyle pekiştirmiş ki, Kemal Bey Türkiye’de en az beş tane karar anlattı. Rusya dedi, ama İspanya’da da, İngiltere’de de basın özgürlüğü ile ilgili ciddi kararlar var, örneğin, İTA nedeniyle, bizim PKK ile mücadelede çok tartışılan bir meseledir bu, Britanya’da İRA nedeniyle açılmış bir takım davalarda çok keskin kararları vardır AİHS nin. Der ki mesela İspanya’nın bölünebileceğini savunmak düşünce özgürlüğüdür. O düşünce sizi şok edebilir, sizi rahatsız edebilir, sizi incitebilir, kırabilir ama bunu dile getirmek düşünce özgürlüğüdür, ta ki elinize silah alıp şiddeti teşvik edip İspanya’yı bölmek için silahlı bir isyana kalkışana kadar. Şiddet sınırı getirmiştir, yani düşünce özgürlüğünün en kritik noktası o. Şiddete bulaşmadıkça ifadesi buradadır.
Şimdi o halde biz gazeteciler olarak bütün yaşamımızı bunu mu alacağız, yani düşünce özgürlüğü yoksa birilerini rahatsız etmekten, şok etmekten çekinerek mi mesleğimizi yapacağız. Bu konuda ben burada iki saatte konuşsam kolay olmuyor. Corc Ovvel in bir sözü vardır, sadece bir cümlede anlatmış benim burada benim iki saate anlatamayacağım şeyi. Demiş ki, “gazetecilik birilerinin yayınlanmasını istediği şeyleri değil, istemediği şeyleri yayınlamaktır”; birisi halka ilişkilerdir, yani benim yazacağım şeyler hükümeti rahatsız edebilir, cumhurbaşkanını rahatsız edebilir. Muhalefet partilerini de rahatsız edebilir. Onları rahatsız eder diye, onlar istemiyor diye bir şeyleri yazmama başladığınızda işte o zaman sansür, oto sansür vs gibi basın özgürlüğünün önündeki çok ciddi engelleri kendimizden yaratabiliyoruz.
Şimdi bu günlerde bir basın meslektaşlarımız çok sık geliyorlar, mesaj atıyorlar; “Türkiye’de basın özgürlüğü bitti mi” diyorlar. Buna “evet” yanıtını vermiyorum, çünkü “evet” dersek eğer, işte Işık Kansu’ya da haksızlık ederiz, size de haksızlık ederiz. Bedel ödeyen meslektaşlarımız Erdem Gül’e de, Can Dündar’a da haksızlık etmiş oluruz. Hala bu ülkede özgürlüğünü savunan, basın özgürlüğünü savunan, ifade özgürlüğünü savunan gazeteciler var, onların mücadelesi var.
Bir örnek vereyim, benim kızım ODTÜ nün lisesinde okuyor, bir Amerikalı öğretmenleri var, İngilizce öğretmenleri, her halde bu Can Dündar’la Erdem Gül’le ilgili haberlerden rahatsız olmuş Amerikalı biri olarak. Düşünce özgürlüğü konusunda bir derste konuşa yapmış ve Türk basınını çok sert eleştirmiş, yerden yere vurmuş. Akşam eve gittiğimde kızım çok sinirlenmişti, “baba Tony’e çok kızdım, çok haksızlık etti onunla konuşmanı istiyorum”, dedi. Neden, dedim. İşte “Türk basının yerden yere vurdu” vs. Sen ne dedin, dedim, “dedim ki bunu söyleyemez siniz çünkü benim babanın arkadaşı böyle olmadığı için hala mücadelesi için şu anda cezaevinde”; siz bu genellemeyi yaparak ona haksızlık ediyorsunuz. İşte onun için 15 yaşındaki çocuğun bile farkına vardığı basın özgürlüğü kavramındaki yanlışlığın bir göstergesidir. Basın özgürlüğü ihlal ediliyor, ihlal edilmek isteniyor ama hala bu ülkede basın özgürlüğünün olmazsa olmaz olduğuna inanan gazeteciler mevcut, mücadele eden gazeteciler mevcut. “Türkiye’de basın özgür değildir” diye kestirip atmıyor, evet baskı altında olabiliriz, bedel ödeyebiliriz, işlerimizi kayıp edebiliriz. Şu anda herhalde bir patron çıksa sermayesi olsa vs Türkiye’de kere dört tane çok kaliteli gazete çıkarabilecek kadro var dışarıda. Çoğu da görüşlerinden dolayı, yazdıklarından dolayı son dönemde işinden ayrılmış gazetecilerden oluşuyor.
YAŞAMA HAKKI, MÜLKİYET HAKKI AİHS NİN GARANTİSİ ALTINDADIR.
Ben yabancı meslektaşlarıma “basın özgürlüğü var mı” diye sorduklarında şunu söylüyorum; bizim açımızdan artık mesele basın özgürlüğü değil. İsterseniz AİHS nin maddelerinden ne meselesi olduğunu anlatayım. Artık bu bir ikinci madde meselesi, yani can güvenliğinin, yaşam hakkının korunması meselesi. İşte Ahmet Hakan çok politik bir gazeteci değil. Zaman zaman eleştiriler yapıyor, zaman zaman destekliyor vs. Ama dört kişi gece evine geldiğinde bir pusu kurarak kendisini hastanelik edebiliyor. Belki bilmiyorsunuz dur, o gün bir apartman kapıcısı kendisini fark edip içeri almasaydı belki de o dört kişinin elinden kurtulamayacaktı. Belki de sadece korkutma amaçlı bir saldırı değildi bu ve Ahmet Hakan bir ana akım gazetede çalışıyor yani Cumhuriyet’te çalışmıyor, Bir gün’de çalışmıyor, çok böyle net görüşleri yok, ana akım bir stili var. Zaman zaman eleştiriyor, zaman zaman destekliyor vs. Şimdi bütün gazeteciler bu tehdidin yani AİHS nin ikinci maddesinde düzenlenen yaşam hakkının korunması meselesinin ihlal edilmesi riskiyle karşı karşıyadır, bu bir.
Biraz önce Kemal Bey söyledi, mülkiyet hakkı; şimdi beğenin beğenmeyin Zaman gazetesine işte Koza grubunun vs başına gelenleri biliyorsunuz, başka muhalif gazetelerinin de başına gelenler de var, belki tüm basına yansımıyordur, basın yayın kuruluşlarının mülkiyetlerine dair baskılar inanılmaz derecedir. Mali açıdan inanılmaz bir baskı söz konusu olabilmektedir. Bu ek birinci maddesi, ek bir numaralı protokolü var AİHS nin, onun o protokolün güvence altına aldığı meseledir mülkiyet hakkı. Maalesef mülkiyet hakkı da tehdidi altındadır.
Beşinci maddesi var, özgürlük ve güvenlik maddesi; yani haksız yere gözaltına alınırsınız, özgürlüğünüz kısıtlanırsa haksız yere; güvenliğiniz tehdit edilirse, özellikle toplumsal gösterileri izleyen arkadaşlarımızın zaman zaman polisin müdahalesine maruz kaldığını ve ciddi tehlikeler atlattıklarını da biliyoruz. Basın özgürlüğü meselesinin ötesinde gazetecilerin artık bir özgürlük ve güvenlik meselesi de var. Bu gün Erdem Gül ve Can Dündar Fransa’da ödül alıp gelmişti, kaçacak diye tutuklandı, onun da kaçma ihtimali var, diye.
Başka bir madde yine 6. Madde. Adil Yargılanma maddesi. Cumhuriyet gazetesi günlerce yayınladı, belki görmüşsünüzdür. Can Dündar ve Erdem’in suçlandığı maddeden bir zaman aşımı var dört ay gibi; bu soruşturma açıldıktan sonra altı ay sonra bu işlem başlatıldı. Yani neresinden bakarsanız bakın, adil yargılanma ilkesinin de yargılanma ilkesinin de ihlaline dair çok ciddi bulgular var.
Onun için artık biz gazeteciler bu basın özgürlüğü meselesini sadece ve sadece ifade özgürlüğü meselesi olarak görmüyoruz, göremiyoruz. Artık bu bizim can güvenliği meselesidir, artık bu bizim için güvenlik ve özgürlük meselesidir. Artık bizim için olmasa bile gazete sahipleri için bir mülkiyet hakkı meselesidir. Artık yargının eline düştüğümüz andan itibaren bizim için bir adil yargılanma meselesidir. Bunları alt alta yazdığımızda belki de darbe yıllarında ki kadar sıkıntılı bir dönem içinden geçtiğimizi çok rahatlıkla söyleyebilirim.
AYDINLAR BİLDİRİSİ
Gelelim başka bir meseleye, Aydınlar Bildirisi. Aynı kapsamda, şimdi bildirinin içeriğini, bilmiyorum, okudunuz mu? Ben okudum, iki tane tartışmalı ifadesi var. Bir tanesi, devleti kasıtlı ve planlı kıyım yapmakla suçluyorlar. İkincisi de şu ifadeyi kullanıyor, devletin başta Kürt halkı olmak üzere tüm bölge halklarına karşı gerçekleştirdiği katliam. Bildiride PKK nın eylemlerine yönelik herhangi bir eleştiri vs söz konusu değil. Dolayısıyla bu bildirinin içeriğine katılmasını kimseden, yani özgür iradesi imza verip katılanları söz etmiyorum, ama kimseden mutlaka bu bildiriye imza atmalısınız gibi bir şey beklememek de doğru olmayabilir. Bu kıyım ifadesi 1915 olayları için Ermenilerin Türkiye’den sürgün edilmesiyle yaşanan gelişmeler için Amerikalıların kullandığı bir ifadedir, kıyım. Katliam da yine kullanılmaktadır, yani soykırım vs gibi sözcüklerle uluslar arası anlamda mukayese edilen sözcüklerdir bunlar. Belki uluslar arası hukuk açısından akademik olarak tartışılabilir. T.S. Kuvvetleri şu anda Sur’da, Cizre’de vs kıyım yok katliam mı yapıyor, bunlar tartışılabilir. Ben buna hayır derim, terörle mücadele yapıyor, derim, ya da başka biri çıkar evet siviller ölüyor, üç aylık bebekler ölüyor” bunun adı ne olabilir başka, bu bir katliamdır” diyebilir, ama bu düşünceyi ifade etme açısından biraz önce anlatmaya çalıştığım sınırlar içinde değerlendirilebilir. Yani T.S. Kuvvetleri Sur’da katliam yapıyor” ifadesi beni şok edebilir. Beni incitebilir, belki babam askerdir, subaydır vs. Buna hiçbir şekilde katılmayabilirim, tepki gösterebilirim. Ama bunu söyledi diye insanları, şimdi bu gün Hacettepe Üniversitesinden bir mesaj aldık. Büyük ihtimalle önümüzdeki günlerde gazetelere yansırsa görürüsünüz, o bildiriye imza atan akademisyenlerin kapılarına işaretler konulmuş, bildiriler yapıştırılmış. Şimdi demek ki nedir, bu Dil Tarih’de de var, Gazi’de de var, Bolu’da da yaşandı. Bu, şu ikinci madde var ya yaşama hakkı maddesi o verev ki sadece gazeteciler için sorun olmaktan çıkmamış, aynı zamanda akademisyenler için de çıkmış. İşte Hırant Dink’i Kemal Bey örnek verdi, hedef gösterildi, 301.Maddeden yargılandı. Kerinçsiz diye biri, mahkemelerin kapısında insanları topladı ve tehditler savurdu, ölümle tehdit etti vs ve hala daha aydınlatılamamış birtakım devlet bağlantılarıyla Hırand Dink katledildi. Şimdi şu anda da bu aydınlar aynı şekilde PKK yı desteklemekle suçlanıyorlar. Bu aydınlar, işte Diyarbakır’da okulun bahçesine atılan el yapımı bombayla irtibatlandırılarak hedef gösteriliyorlar. Bu aydınlar Çınar’da çocukların katledildiği o terör saldırısında bağlantırılandırılarak hedef gösteriliyorlar ve yaşamları ciddi anlamda tehdit altında şu anda. Dedim bu meseleyi, hani meşhur bir şey vardır muzluğun insanı yaşları hiyerarşisi vardır, karın doyurmakla başlar, nefes almakla vs falan. İşte kültür sanat ifade özgürlüğü gibi şeyler de son sıralarda gelir. Biz de işte çıktık artık oradan o tür şeyler, o ihtiyar “halkımızın buna ihtiyacı yok, bu iş de son sıralarda gelir, insanlar karnının doyuramıyorlar ifadesi, özgürlüğü ne yapsınlar”, gibi noktalardan bu gün insanlar hayatta kalma mücadelesi veriyorlar. Söyledikleri bir şeyin bedelini canlarıyla ödememe mücadelesi veriyorlar. Bu açıdan son derece ciddiye alınması gereken bir mesele; inşallah sağduyu hâkim olur, inşallah bilgi hâkim olur. Ama böyle giderse bu gerilim ve kutuplaşma ortamında ne yazık ki, ocak ayının bir felaket olduğunu biraz önce dinlediniz, inşallah tekrarını yaşamayız, inşallah gazeteciler, aydınlar geçmişteki gibi hedef olmazlar diyorum, bu temenni ile bitirmek istiyorum”.
Cevat Kulaksız
ckulaksizster@gmail.com
Uğur Mumcu’nun 23 yıl önce, evinin önünde suikastla katledişinin anısına her yıl düzenlenen Adalet ve Demokrasi Haftasının 25.01.2016 günkü ilk bölümünde, Deniz Zeyrek (Hürriyet Ankara temsilcisi), Av. Kemal Akkurt (Sosyal Demokrasi Avukatlar Dern. Genel Başkanı), Gazeteci Yazar Işık Kansu Araştırma Gazetecilik ve Basın Özgürlüğü konusunda bilgi ve görüşlerini anlattılar.
Ancak, 240 kişilik salonda ne yazık ki dinleyici olarak 50 yi geçmeyen katılımcı olduğu için, bu konuşmaların daha geniş kitleye yayıp yararlanmayı sağlamak amacıyla bu konuşmaları okuyucularımıza sunmak istedik. O nedenle her üç konuşmacının yazılı uzun metinlerini tek bir yazıda vermekle okuyucu sıkılacağı için ayrı ayrı sunmak zorunda kaldık.
Bu 3. bölümde Hürriyet’in Ankara temsilcisi Deniz Zeyrek’in konuşmasını veriyoruz; öteki konuşmacıların sunumlarını daha önceki 1. Ve 2. Bölümlerde verdik.
Basın hürriyetinin kısıtlandığı, gazetecilerin hapse atıldığı, baskı ve para ile yandaş basının oluşturulduğu günümüzde, hele Uğur Mumcu gibi popüler bir gazetecinin ve daha nice gazeteci ve aydınların katledildiği Türkiye’mizde bu tür panel ve konuşmaların yararlı olacağı açıktır. Bu nedenle bu yararlı konuşmaları, zaten salonda çok az olan dinleyici ile yetinmeyerek, okuyucularımıza da sunmak istediğimizden, konuşmaları tek tek verme gereğini duyduk. Kalemimiz sürçmüş ise affola, çünkü konuşmayı yazıya dökmek çok zor.
Deniz Zeyrek’in konuşması:
“-Yeni gazeteciliğe başladığım yıllarda ilk tanık olduğum olaylardan biri, Uğur Mumcu’nun katledilmesi idi. Bir nebze de o dönemki kayıpların üzerine başlayan bir gazetecilik periyodum oldu. Kötü bir şey, ama gazeteci olabilmek açısından ben göreceliği bakımından bizim için farklı bir durum oldu, kendim için bir rol model belirledik Uğur Mumcu bir araştırma gazetecilik meselesini olmazsa olmazını gördük. Böyle bir en azından kendi açımızdan bir okulumuz oldu diyebilirim.
Ben basın özgürlüğü konusunu ele almak istiyordum. Kemal Bayağı geniş hazırlanmış, doğrusunu isterseniz bana çok fazla malzeme bırakmadı, hem uluslar arası botunu hem içerdeki TC mevzuatı bakımından nasıl ele alındığını gayet güzel anlattı. Ben bıraktığı yerden devam edeyim, biraz eksikliği, biraz biz gazeteci olarak somut yaşadığımız boyutlarını anlatayım istiyorum.
ÖZGÜRLÜKLERİN KAŞIKLA VERİLİP KEPÇEYLE GERİ ALINDIĞI GERÇEKTİR.
Bir kere, evet bizim mevzuatımızda basın özgürlüğü acayip şaşalı cümlelerle anlatılıyor. Anayasanın 28. maddesi, 27. Maddesi, 26. Maddesi “basın hürdür sansür edilemez” vs. gibi çok süslü laflarla doludur. Ama anayasamızda verilen özgürlükler hep kaşıklar verilir kepçeyle alınır. Yani mesela Anayasamızın 14. Maddesi vardır, milli güvenlik vs söz konusu olduğunda, yani böyle kavramsal olarak da muğlâk tanımlanmış bir takım gerekçelerle bütün özgürlüklerin geri alınabilineceğine dair çok kısa ve öz maddeler mevzuatımızda. Ben baktım Kemal Bey, basınla ilgili mevzuatımızda özgürlük olarak verdiği bütün hizmetlerin altında özgürlüklerin neden ve nasıl kısaltılacağına dair fıkralar var. Yani “basın hürdür sansür edilemez” diyor, bir cümle, altında yaklaşık 30 satır hangi durumlarda sansür edilebilir meselesi var, mesela mevkute denir basım eserine. Onların toplanamayacağı, yayılmasının önlenemeyeceği vs. falan anlatılır, altında mahkeme kararları istisnadır. “Yayın yasağı konulamaz” diye bir ifade var; şu şu şeyler dışında diye sıralanır vs yani bizim mevzuatımızda mevcut olan özgürlüklerin kaşıkla verilmiş özgürlüklerin kepçeyle geri alındığı gerçektir. Kesin bilgidir bunun tartışılacak bir tarafı yok. Bu o kadar kesindir ki, size bir şey okuyacağım, şöyle diyor:
“İfade ve basın özgürlüğü AİHS nin 10. Maddesi uyarınca güvence altına alınan temel insan hakkıdır. Sözleşmenin imzalanmasıyla birlikte Avrupa Konseyi ve hedeflerinin tamamı bu ilkeye bağlı kalacakları yönünde bir taahhütte bulunmuşlardır. Doğru işleyen demokratik bir toplumda herkes fikirlerini ve görüşlerini ifade etme ve haber alma erkini özgür hissetmelidir. AİHM içtihatları uyarınca ifade ve basın özgürlüğü bizatihi kendisi için değil, diğer hakların korunması açısından da merkezi bir rol oynamaktadır”. Bunu dedikten sonra Türkiye ile ilgili bir tefrik yapıyor, ifade ve basın özgürlüğünün düzenlendiği ulusal mevzuatta ve bu mevzuatın uygulanmasında bazı yapısal sorunlar bulunmaktadır. Bu durum AİHM sinin Türkiye aleyhine verdiği birçok karar ile Parlamenteri Meclisi ve İnsan Hakları komiseri raporları dâhil, birçok raporda vurgulanmıştır. Ulusal mevzuatın kapsamı ve uygulaması gazeteciler aleyhine başlatılan önemli sayıda soruşturmaya da neden olmuştur.
Şimdi ben bunu nerden aldım biliyor musunuz?
AB DEN PARA ALMAK İÇİN ÇAĞDAŞ PROJE HAZIRLAMIŞLAR, SONRA PARAYI ALMIŞLAR O PROJEYİ UYGULAMIYORLAR…
Adalet Bakanlığımızın Uluslar arası İlişkiler Genel Müdürlüğü İnsan Hakları Daire Başkanlığının internet sitesinden. Yani AB ye başvurmuşlar basın özgürlüğü için AB projesi. O projeyi alabilmek için AB nin komisyonunun ikna etmeleri gerekiyor. Yani bizim Türkiye’de Basın Özgürlüğü diye bir sorunumuz var. Bu sorunu çözmek için sizinde desteğinize ihtiyacımız var, fakat paranıza ihtiyacımız var” için yazılmış bir metin, internet sitesine de konulmuş bir metin. Yani ifade özgürlüğü projesi adı da ve gerçekten de AB ikna olmuş, parayı da vermiş, projeyi de yapmışlar. HSYK luyla birlikte Türkiye’deki yargı mensupları gazetecilerle bir araya gelmişler ve basın özgürlüğünü tartışmışlar. Oradan çıkan metinleri bir okusanız, inanamazsınız, yani bu gün ne Can Dündar’ın içerde olması söz konusu olurdu, ne Erdem Gül’ün F tipi cezaevinde tutuluyor olması söz konusu olurdu. Hele hele bu aydınlar bildirgesi ile ilgili tartışma hiç yaşanmazdı.
O kadar müthiş tespitler ve yorumlar yapmışlar ki, sanırsınız biz Paris’te falan yaşıyoruz, ya da Londra’daki kadar, orda çalışan gazeteciler kadar bir düşünce ve ifade özgürlüğü ortamına sahibiz.
Şimdi bizi bu ifade özgürlüğü aslında bütün vatandaşların sorunudur, sadece gazetecilerin değil. Yani bu günlerde eleştiri hakkını kullanıp hakaret ettiği iddiasıyla ceza evine konulan insanların hikâyelerine tanıklık ediyoruz. Aslında, hakaret içerenleri bir kenara bırakıyorum, bazen gerçekten hakaret olabiliyor. Ama eleştirinin bölge yorumlarla vs zorlanarak hakaret gibi kapsamlara sokulup insanların cezaevlerine atıldığı bir dönemden geçiyoruz. Onun için ifade özgürlüğü artık sokaktaki herkesin meselesi haline gelmiştir.
Bizim açımızdan bunun basın özgürlüğü boyutu vardır, bu yaymayla ilgili bir şeydir. 126. Maddesinde yayma meselesini, Kemal Bey daha iyi bilir, bir suçun basın yoluyla işlenmesi diye bir ifade olur. Bu suçu böyle işlerseniz şu kadar ceza alırsınız, basın yoluyla işlerseniz bir buçuk katı alırsınız, iki katı alırsınız vs. Bu yaymadan kaynaklanan bir şey, basın özgürlüğü de bu yayma özgürlüğü ile bir şey. Orada bizim yayma gücünün dayanağı nedir, diye sorarsanız, bir tane dayanağımız var, sizin yine kendi elinizde olan bilgi edinme hakkınızı, haberlere ulaşma hakkınızı desteklemektir, yani bir kurumdan da kişisel olarak gidip bilgi alabilirsiniz ama bilgi edinmenin en önemli ayaklarından biri medyadır, basındır. Bizim basın olarak rolümüz burada başlıyor. İşte Ahlat’ın bir köyündeki bir gelişmeyi, Edirne’deki bir insanın görebilmesi, duyabilmesi, okuyabilmesi meselsidir. Yani Edirne’dekinin Kars’takinin başına gelenle ilgili bilgi alma hakkının güvencesi olmaya çalışırız. İşte bu noktada neler haberdir, neler haber değildir. Bunları uzun uzun konuşmaya gerek yok artık bu mesel o kadar çok yaygınlaştı ki, herkesin az da olsa bir fikri var bu meselede.
Ben burada basın özgürlüğünün güvence altına alınması gereken AİHS nin 10.maddesi ve ona dayanan AİHM si kararları üzerinden umut bir meseleyi konuşmak istiyorum.
Şimdi ne diyor 10. Madde, isterseniz kısaca bir en azından yasak olmayan bölümünü okuyayım size, şöyle diyor:
HERKES İFADE ÖZGÜRLÜĞÜNE SAHİPTİR.
“-Herkes ifade özgürlüğü hakkına sahiptir. Bu hak kamu makamlarının müdahalesi olmaksızın ve ülke sınırları gözetmeksizin kanaat özgürlüğünü ve haber, görüş alma ve becerme özgürlüğünü de kapsar. Bu madde devletlerin radyo TV ve sinema işletmelerini bir izin rejimine tabi tutmalarına engel değildir”. Şimdi böyle bir maddeye dayanıyoruz, AİHM kararları bunu öyle pekiştirmiş ki, Kemal Bey Türkiye’de en az beş tane karar anlattı. Rusya dedi, ama İspanya’da da, İngiltere’de de basın özgürlüğü ile ilgili ciddi kararlar var, örneğin, İTA nedeniyle, bizim PKK ile mücadelede çok tartışılan bir meseledir bu, Britanya’da İRA nedeniyle açılmış bir takım davalarda çok keskin kararları vardır AİHS nin. Der ki mesela İspanya’nın bölünebileceğini savunmak düşünce özgürlüğüdür. O düşünce sizi şok edebilir, sizi rahatsız edebilir, sizi incitebilir, kırabilir ama bunu dile getirmek düşünce özgürlüğüdür, ta ki elinize silah alıp şiddeti teşvik edip İspanya’yı bölmek için silahlı bir isyana kalkışana kadar. Şiddet sınırı getirmiştir, yani düşünce özgürlüğünün en kritik noktası o. Şiddete bulaşmadıkça ifadesi buradadır.
Şimdi o halde biz gazeteciler olarak bütün yaşamımızı bunu mu alacağız, yani düşünce özgürlüğü yoksa birilerini rahatsız etmekten, şok etmekten çekinerek mi mesleğimizi yapacağız. Bu konuda ben burada iki saatte konuşsam kolay olmuyor. Corc Ovvel in bir sözü vardır, sadece bir cümlede anlatmış benim burada benim iki saate anlatamayacağım şeyi. Demiş ki, “gazetecilik birilerinin yayınlanmasını istediği şeyleri değil, istemediği şeyleri yayınlamaktır”; birisi halka ilişkilerdir, yani benim yazacağım şeyler hükümeti rahatsız edebilir, cumhurbaşkanını rahatsız edebilir. Muhalefet partilerini de rahatsız edebilir. Onları rahatsız eder diye, onlar istemiyor diye bir şeyleri yazmama başladığınızda işte o zaman sansür, oto sansür vs gibi basın özgürlüğünün önündeki çok ciddi engelleri kendimizden yaratabiliyoruz.
Şimdi bu günlerde bir basın meslektaşlarımız çok sık geliyorlar, mesaj atıyorlar; “Türkiye’de basın özgürlüğü bitti mi” diyorlar. Buna “evet” yanıtını vermiyorum, çünkü “evet” dersek eğer, işte Işık Kansu’ya da haksızlık ederiz, size de haksızlık ederiz. Bedel ödeyen meslektaşlarımız Erdem Gül’e de, Can Dündar’a da haksızlık etmiş oluruz. Hala bu ülkede özgürlüğünü savunan, basın özgürlüğünü savunan, ifade özgürlüğünü savunan gazeteciler var, onların mücadelesi var.
Bir örnek vereyim, benim kızım ODTÜ nün lisesinde okuyor, bir Amerikalı öğretmenleri var, İngilizce öğretmenleri, her halde bu Can Dündar’la Erdem Gül’le ilgili haberlerden rahatsız olmuş Amerikalı biri olarak. Düşünce özgürlüğü konusunda bir derste konuşa yapmış ve Türk basınını çok sert eleştirmiş, yerden yere vurmuş. Akşam eve gittiğimde kızım çok sinirlenmişti, “baba Tony’e çok kızdım, çok haksızlık etti onunla konuşmanı istiyorum”, dedi. Neden, dedim. İşte “Türk basının yerden yere vurdu” vs. Sen ne dedin, dedim, “dedim ki bunu söyleyemez siniz çünkü benim babanın arkadaşı böyle olmadığı için hala mücadelesi için şu anda cezaevinde”; siz bu genellemeyi yaparak ona haksızlık ediyorsunuz. İşte onun için 15 yaşındaki çocuğun bile farkına vardığı basın özgürlüğü kavramındaki yanlışlığın bir göstergesidir. Basın özgürlüğü ihlal ediliyor, ihlal edilmek isteniyor ama hala bu ülkede basın özgürlüğünün olmazsa olmaz olduğuna inanan gazeteciler mevcut, mücadele eden gazeteciler mevcut. “Türkiye’de basın özgür değildir” diye kestirip atmıyor, evet baskı altında olabiliriz, bedel ödeyebiliriz, işlerimizi kayıp edebiliriz. Şu anda herhalde bir patron çıksa sermayesi olsa vs Türkiye’de kere dört tane çok kaliteli gazete çıkarabilecek kadro var dışarıda. Çoğu da görüşlerinden dolayı, yazdıklarından dolayı son dönemde işinden ayrılmış gazetecilerden oluşuyor.
YAŞAMA HAKKI, MÜLKİYET HAKKI AİHS NİN GARANTİSİ ALTINDADIR.
Ben yabancı meslektaşlarıma “basın özgürlüğü var mı” diye sorduklarında şunu söylüyorum; bizim açımızdan artık mesele basın özgürlüğü değil. İsterseniz AİHS nin maddelerinden ne meselesi olduğunu anlatayım. Artık bu bir ikinci madde meselesi, yani can güvenliğinin, yaşam hakkının korunması meselesi. İşte Ahmet Hakan çok politik bir gazeteci değil. Zaman zaman eleştiriler yapıyor, zaman zaman destekliyor vs. Ama dört kişi gece evine geldiğinde bir pusu kurarak kendisini hastanelik edebiliyor. Belki bilmiyorsunuz dur, o gün bir apartman kapıcısı kendisini fark edip içeri almasaydı belki de o dört kişinin elinden kurtulamayacaktı. Belki de sadece korkutma amaçlı bir saldırı değildi bu ve Ahmet Hakan bir ana akım gazetede çalışıyor yani Cumhuriyet’te çalışmıyor, Bir gün’de çalışmıyor, çok böyle net görüşleri yok, ana akım bir stili var. Zaman zaman eleştiriyor, zaman zaman destekliyor vs. Şimdi bütün gazeteciler bu tehdidin yani AİHS nin ikinci maddesinde düzenlenen yaşam hakkının korunması meselesinin ihlal edilmesi riskiyle karşı karşıyadır, bu bir.
Biraz önce Kemal Bey söyledi, mülkiyet hakkı; şimdi beğenin beğenmeyin Zaman gazetesine işte Koza grubunun vs başına gelenleri biliyorsunuz, başka muhalif gazetelerinin de başına gelenler de var, belki tüm basına yansımıyordur, basın yayın kuruluşlarının mülkiyetlerine dair baskılar inanılmaz derecedir. Mali açıdan inanılmaz bir baskı söz konusu olabilmektedir. Bu ek birinci maddesi, ek bir numaralı protokolü var AİHS nin, onun o protokolün güvence altına aldığı meseledir mülkiyet hakkı. Maalesef mülkiyet hakkı da tehdidi altındadır.
Beşinci maddesi var, özgürlük ve güvenlik maddesi; yani haksız yere gözaltına alınırsınız, özgürlüğünüz kısıtlanırsa haksız yere; güvenliğiniz tehdit edilirse, özellikle toplumsal gösterileri izleyen arkadaşlarımızın zaman zaman polisin müdahalesine maruz kaldığını ve ciddi tehlikeler atlattıklarını da biliyoruz. Basın özgürlüğü meselesinin ötesinde gazetecilerin artık bir özgürlük ve güvenlik meselesi de var. Bu gün Erdem Gül ve Can Dündar Fransa’da ödül alıp gelmişti, kaçacak diye tutuklandı, onun da kaçma ihtimali var, diye.
Başka bir madde yine 6. Madde. Adil Yargılanma maddesi. Cumhuriyet gazetesi günlerce yayınladı, belki görmüşsünüzdür. Can Dündar ve Erdem’in suçlandığı maddeden bir zaman aşımı var dört ay gibi; bu soruşturma açıldıktan sonra altı ay sonra bu işlem başlatıldı. Yani neresinden bakarsanız bakın, adil yargılanma ilkesinin de yargılanma ilkesinin de ihlaline dair çok ciddi bulgular var.
Onun için artık biz gazeteciler bu basın özgürlüğü meselesini sadece ve sadece ifade özgürlüğü meselesi olarak görmüyoruz, göremiyoruz. Artık bu bizim can güvenliği meselesidir, artık bu bizim için güvenlik ve özgürlük meselesidir. Artık bizim için olmasa bile gazete sahipleri için bir mülkiyet hakkı meselesidir. Artık yargının eline düştüğümüz andan itibaren bizim için bir adil yargılanma meselesidir. Bunları alt alta yazdığımızda belki de darbe yıllarında ki kadar sıkıntılı bir dönem içinden geçtiğimizi çok rahatlıkla söyleyebilirim.
AYDINLAR BİLDİRİSİ
Gelelim başka bir meseleye, Aydınlar Bildirisi. Aynı kapsamda, şimdi bildirinin içeriğini, bilmiyorum, okudunuz mu? Ben okudum, iki tane tartışmalı ifadesi var. Bir tanesi, devleti kasıtlı ve planlı kıyım yapmakla suçluyorlar. İkincisi de şu ifadeyi kullanıyor, devletin başta Kürt halkı olmak üzere tüm bölge halklarına karşı gerçekleştirdiği katliam. Bildiride PKK nın eylemlerine yönelik herhangi bir eleştiri vs söz konusu değil. Dolayısıyla bu bildirinin içeriğine katılmasını kimseden, yani özgür iradesi imza verip katılanları söz etmiyorum, ama kimseden mutlaka bu bildiriye imza atmalısınız gibi bir şey beklememek de doğru olmayabilir. Bu kıyım ifadesi 1915 olayları için Ermenilerin Türkiye’den sürgün edilmesiyle yaşanan gelişmeler için Amerikalıların kullandığı bir ifadedir, kıyım. Katliam da yine kullanılmaktadır, yani soykırım vs gibi sözcüklerle uluslar arası anlamda mukayese edilen sözcüklerdir bunlar. Belki uluslar arası hukuk açısından akademik olarak tartışılabilir. T.S. Kuvvetleri şu anda Sur’da, Cizre’de vs kıyım yok katliam mı yapıyor, bunlar tartışılabilir. Ben buna hayır derim, terörle mücadele yapıyor, derim, ya da başka biri çıkar evet siviller ölüyor, üç aylık bebekler ölüyor” bunun adı ne olabilir başka, bu bir katliamdır” diyebilir, ama bu düşünceyi ifade etme açısından biraz önce anlatmaya çalıştığım sınırlar içinde değerlendirilebilir. Yani T.S. Kuvvetleri Sur’da katliam yapıyor” ifadesi beni şok edebilir. Beni incitebilir, belki babam askerdir, subaydır vs. Buna hiçbir şekilde katılmayabilirim, tepki gösterebilirim. Ama bunu söyledi diye insanları, şimdi bu gün Hacettepe Üniversitesinden bir mesaj aldık. Büyük ihtimalle önümüzdeki günlerde gazetelere yansırsa görürüsünüz, o bildiriye imza atan akademisyenlerin kapılarına işaretler konulmuş, bildiriler yapıştırılmış. Şimdi demek ki nedir, bu Dil Tarih’de de var, Gazi’de de var, Bolu’da da yaşandı. Bu, şu ikinci madde var ya yaşama hakkı maddesi o verev ki sadece gazeteciler için sorun olmaktan çıkmamış, aynı zamanda akademisyenler için de çıkmış. İşte Hırant Dink’i Kemal Bey örnek verdi, hedef gösterildi, 301.Maddeden yargılandı. Kerinçsiz diye biri, mahkemelerin kapısında insanları topladı ve tehditler savurdu, ölümle tehdit etti vs ve hala daha aydınlatılamamış birtakım devlet bağlantılarıyla Hırand Dink katledildi. Şimdi şu anda da bu aydınlar aynı şekilde PKK yı desteklemekle suçlanıyorlar. Bu aydınlar, işte Diyarbakır’da okulun bahçesine atılan el yapımı bombayla irtibatlandırılarak hedef gösteriliyorlar. Bu aydınlar Çınar’da çocukların katledildiği o terör saldırısında bağlantırılandırılarak hedef gösteriliyorlar ve yaşamları ciddi anlamda tehdit altında şu anda. Dedim bu meseleyi, hani meşhur bir şey vardır muzluğun insanı yaşları hiyerarşisi vardır, karın doyurmakla başlar, nefes almakla vs falan. İşte kültür sanat ifade özgürlüğü gibi şeyler de son sıralarda gelir. Biz de işte çıktık artık oradan o tür şeyler, o ihtiyar “halkımızın buna ihtiyacı yok, bu iş de son sıralarda gelir, insanlar karnının doyuramıyorlar ifadesi, özgürlüğü ne yapsınlar”, gibi noktalardan bu gün insanlar hayatta kalma mücadelesi veriyorlar. Söyledikleri bir şeyin bedelini canlarıyla ödememe mücadelesi veriyorlar. Bu açıdan son derece ciddiye alınması gereken bir mesele; inşallah sağduyu hâkim olur, inşallah bilgi hâkim olur. Ama böyle giderse bu gerilim ve kutuplaşma ortamında ne yazık ki, ocak ayının bir felaket olduğunu biraz önce dinlediniz, inşallah tekrarını yaşamayız, inşallah gazeteciler, aydınlar geçmişteki gibi hedef olmazlar diyorum, bu temenni ile bitirmek istiyorum”.
Cevat Kulaksız
ckulaksizster@gmail.com