“1926” yılının “17 Şubat” günü yapılır bu tarihsel oturum.
“TBMM” o gün, “Medeni Kanun”u kabul ederek “1923 Devrimi”nin temeli olan “Hukuk Devrimi”ni gerçekleştirir. Bilindiği üzere, Osmanlı Devleti’nde “din” yalnız bir “inanç” olayı, “inanç” konusu değil, “hukuk kuralları”nın da toplamıydı. Hukuk kuralları, din kuralları olarak sayıldığında da, o kurallar gibi “değişmez”, “değişemez” niteliğine bürünürler ki, bu yüzden “Hukuk Devrimi”, “çağdaşlaşma” sürecimizin “özünü” oluşturur.
Kuşkusuz bu “devrim”, kolay bir geçiş, kolay bir sıçrama değildir, özellikle de “400 yıl” boyunca sultanları “Halife” olan bir İslam ülkesi için.
Çalışmalar, “Cumhuriyet” ilanının ardından hemen başlar; daha sonraları “Adalet Bakanı” olan “Seyyid Bey”in başkanlığındaki komisyonun hazırladığı bir tasarı, “Aile Kanunu” geciktirilmeden Meclis’e sunulur.
“Seyyid Bey”, “İslam Hukuku”nun önde gelen “âlimler”inden olup, İslam dünyasının da ünlü müderrislerinden (medrese hocası) biridir.
Böyle bir kimlikten, kuşkusuz bir “devrim yasası” beklenemezdi; hazırlanan “Aile Kanunu” temelde yine “Şeriat”
hukukuna dayandırılıyordu; dahası tasarı, erkeğin birden çok
evlenmesini, çokeşliliği kaldırmadığı gibi, daha önce (1917) yapılan bir
yasada yer alan “ilk eşin rızası” koşulunu bile kaldırıyordu. Bu tasarı Meclis’te uzun uzun tartışılır ve kabul edilmez.
Sonunda, “Devrim”in “Önderi” soruna el koyar; “1 Mart 1924” günü yaptığı konuşmada bu konudaki görüşünü belirtir.
İlk adımda yapılması gerekenin, “Kanunların ve adalet örgütünün uyması gereken çağ koşullarıyla, uyumsuzluk içinde olan ilkelerden kurtulması” olduğunu belirtir; ardından da “Medeni hukukta izlenecek yol” ancak “Batı uygarlığının hukuksal yönü olabilir” diyerek hedefi gösterir.
Böylece “laik hukuk sistemi” doğrultusunda çalışmalara geçilir; kuşkusuz aile hukuku, “medeni hukuk” da bu bağlamda hazırlanacaktır; bunun için de “Batı hukuku” eğitimi almış, dolaysiyle “medeni hukuk” alanında öğrenim görmüş bir “hukukçu”ya, dahası bir “uzman”a ihtiyaç vardır.
Ne ki bu öyle kolay kolay çözülecek bir sorun değildir; yıl “1924”; mart ayında “Cumhuriyet” henüz “beş aylık”...
Ama yine de istenen konularda eğitim almış uzman bir hukukçu vardır:
“Mahmut Esat Bozkurt”. “Mahmut Esat”, İsviçre’nin “Fribourg Üniversitesi”nde “hukuk” okumuş -dolaysiyle- İsviçre Medeni Hukuku’nu doğrudan doğruya kaynağından öğrenmiş, “tez” çalışmasıyla da “Hukuk Doktoru” olarak ülkesine dönmüştü “İzmir”in işgalini duyar duymaz; “23 Nisan 1920”de de “İzmir Milletvekili” seçilip Meclis’e girmişti.
“Adalet Bakanı Seyyid Bey”in, “şeriat” temelli “Aile Kanunu” kabul edilmeyince bakan istifa eder; yerine “Dr. Mahmut Esat” getirilir (1924).
Yeni bakan hiç zaman yitirmeden “Medeni Kanun” hazırlıklarına başlar; iki yıllık yoğun bir çalışmadan sonra “yasa tasarısı” Meclis’e gelir; “900” dolayındaki her madde uzun uzun tartışılır; sonunda yasanın oylanacağı “17 Şubat 1926” günkü tarihsel oturum yapılır.
Bu oturumdan söz etmeden önce yasanın “Mahmut Esat” tarafından yazılan ünlü “Gerekçe”sinden küçük bir alıntıyı paylaşalım: “Yasaları dine dayalı devletler, kısa bir zaman sonra ülkenin, ulusun isteklerini karşılayamazlar. (...) Köklerini dinlerden alan yasalar, uygulandıkları toplumları, gökten indirdikleri çağlara bağlarlar ve ilerlemeyi önleyici belli başlı neden ve etkenler arasında bulunurlar. Bu nedenle, dinlerin yalnız bir ‘vicdan’ işi olarak kalması çağdaş uygarlığın temellerindendir” diyerek, bütün İslam dünyası için de geçerli olan bir gerçeği açıkça ortaya koyarak uyaracaktır.
Meclis’in, “Müttefikan! Müttefikan!” (oybirliği) haykırışlarıyla kabul edilen bu “anıt yasa”yı hazırlama çalışmaları için de “M.E. Bozkurt” milletvekillerine şunu söyleyecektir: “Bu yasayı Devrim’in büyük Önder’inden aldığım esin ve feyzle düşünerek önerdim. Bununla birlikte, yasa hazırlanırken, karşılaştığım tüm zorluklar sırasında ise, yanı başımda daima Başbakanımı (İ. İnönü) buldum.”
“1923 Devrimi”nin bu “üçlüsü”nden ikisine “Atatürk” ve “İnönü”ye, dönem dönem saldırılar hep yapıldı; “AKP” iktidarında da -utanmazca- sürdürüldü, üstelik “Başbakan” -bugünün Cumhurbaşkanıolan “R.T. Erdoğan” tarafından “iki sarhoş” denilerek...
Şu sıralar “üçüncü”ye, “Mahmut Esat Bozkurt”a da saldırılar yavaşça, tırmıklayarak başlatıldı.
Ne ki, M.E. Bozkurt uzunca bir süredir unutulmuştu; şimdiki kuşak hemen hemen hiç bilmez, tanımaz, önceki de büyük çoğunlukla öyle; bunun için eleştirilenin kim olduğunu anımsatmak istedim yalnızca... __
Meriç Velidedeoğlu/Cumhuriyet
Yorum Gönder