2014 Eylül Başında Bir Durum Değerlendirmesi

2015 yılının Genel Seçimlerine 10 aydan az bir zaman kalmışken iktidar partisi ard arda kazandığı iki seçimle sarhoş olmuş gibi sevinç çığlıkları atarak galibiyetin zevkini çıkarıyor. Muhalefet taraftarı yurttaşlarımıza gelince tam anlamıyla kroke olmuş gibi şaşkın, ümitsiz ve bıkkın bir durumda görünüyorlar. Öyle neşesiz bir ortam oluşmuş ki elektronik posta akışı bile neredeyse durma noktasında. Taraftarlar seçimlerde bazı büyük hatalar yapıldığına inanmakta ve kendilerine göre destekledikleri partilerde bir iç hesaplaşma yapılmasını istemektedirler. Bu sözlerim daha çok ana Muhalefet partisi ile ilgili olacak çünkü yavru muhalefet partisinde hiç ses yok ve her şey eski hamam eski tas.
Muhalefet partileri iktidarın haberleşme ambargosunu bir türlü kıramadıkları için gelişmeleri ne yazık ki hala Muhalefete kapılarını açan 3-4 tv ve 4-5 gazeteden öğrenilebiliyor. Muhalefetin bu konuda daha aktif bir politika uygulayarak başta TRT olmak üzere iletişim organlarının uyguladığı ambargoyu yıkması, demokratik ve çağdaş yaşamın gereği olan muhalefetin sesinin iktidara yakın bir şekilde duyulması sağlanmalıydı. Ama olmadı ve tam tersine muhalefetin sesi mümkün olduğunca iktidarın güzel ve ümit verici sözlerine rağmen iyice boğuldu.
İktidarın tekelci ve baskıcı tutumu karşısında muhalefet partilerinin bir şeyler kazanması oldukça zordu. Hala da öyle, engelleme ve zorluklar devam ediyor. İktidarın 10 yıllık, 50 yıllık, 100 yıllık, ne olduğu meçhul, ütopik kabul edilecek yuvarlak idealleri bazılarına cazip gelebilir. Ama icraat bu güzel söz ve vaatlerin tam tersi olmaktadır. Günümüz ve geleceğimiz süslü vaatler ve söylemlerle değil ancak iyi niyet ve icraatla şekillendirilebilir. Yeni iktidarımızdan tek beklentimiz: ;yasama, Yürütme ve Yargı güçlerinin bir kişi veya grubun tekelinden çıkarılıp bağımsız güçler olarak görevlerini demokratik yaşamın temel kuralları içinde faaliyet göstermelerinin sağlanmasıdır.
Muhalefet taraftarlarına gelince; Ardı ardına kaybedilen iki seçimin de kaybını parti başkanı ve yönetim kurullarına yüklemek yanlıştır. Bendeniz ve ailem 1950’li yıllardan beri muhalefet saflarındaydık, gün geldi sandığa gitmek için çok uzak mesafeler kaydettik, gün geldi iktidar partizanları ile gırtlak gırtlağa boğuşmalara katıldık. Hiç bir menfaat ve beklentimiz olmamasına rağmen, ulusumuzun menfaatine olduğuna inandığımız her konuda doğruluk ve adaletten asla taviz vermeden mücadele verdik. Bizim gibi Atatürk ilke ve inkılâplarına saygılı, demokratik ve Laik Cumhuriyet hayranları, tıpkı liderlerimiz Atatürk, İnönü ve arkadaşları gibi çok çalıştılar, buna rağmen ne kadar arzu etmesek de bu günkü garip duruma geldik.
 Garip diyorum çünkü doğru bildiğimiz ne varsa her şey ters yüz ediliyor, en garibi de cahil oldukları açıkça belli olan bazı kişiler ulema veya bir veli gibi gösterilip baş tacı ediliyor. Genel olarak belirttiğim bu tip insan o kadar çoğaldı ki, Genç Türkiye Cumhuriyetine yakışmıyor. Yeni Türkiye çığlıkları ile yeni bir ümit vermek isteyen iktidarımız inşallah bu tip saçmalıkları bir düzene sokar.
Bizim asıl üzerinde durmak istediğimiz konu Ana Muhalefet Partisindeki gelişmelerdir. Parti içinde birkaç genç isim dikkatimizi çekiyordu. Bunlardan biri Yalovalı hemşerimiz Muharrem İnce, diğeri de aydın Türk Kadınının temsilcisi emine Ülker Tarhan Hanımdı. Bir de bunlardan birkaç sene önce satha çıkan Genel Başkan Kemal Kılıçtaroğlu.  Bazılarımız onu hiç sevmedik. CHP yerine DSP’ye genel başkan olmalı diye düşündük. Atatürk ve İnönü’nün bin bir zorlukla mücadele ederek kurdukları CHP’nin  lideri, sanki bu liderleri ağzına almamaya yeminli gibiydi. Bunun yanında askerlere de pek dost görünmek istememesi ve o haksız mesnetsiz tutuklamalar karşısında pek aktif tutum izlemekte zorlanması da dikkatlerden kaçmadı. Bu nedenle biz de onu yakından izleme gereğini duyduk.
Buna rağmen gerçekçi olmak gerekirse seçimler sırasındaki gayretlerini ve uygulamaya çalıştığı stratejileri yanlış bulmadığımızı belirtmek isteriz. Seçimlerle ilgili geçen 50-60 yıllık tecrübemize göre sol olarak tanımlayacağımız siyasi yelpazenin merkezden radikal sola kadar ki oyları sağdan bakarsanız %30, soldan bakarsanız %35’i hiçbir zaman geçmemiştir. Türk halkının %65-70 kesimi yelpazenin sağ kesiminde ve muhafazakar yapıda kalmıştır. Onun bu özelliğini bilen siyasi kurumlar resmen Dini duyguları sömürerek kolaylıkla oy toplayabiliyorlar.
Düşünün; Atatürk’e karşı kurulan Cumhuriyetin ilk partileri 1924’de kurulan Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası( Partisi) ve 1930 ‘da kurulan “Serbest Cumhuriyet Fırkası” , 1946’da kurulan “ Demokrat Parti” acaba neden çok kısa bir sürede devasa boyutlara ulaştılar. Çünkü halkın büyük kesimi alışkanlıklarından vazgeçmek istemiyor ve getirilen reformlara karşı yabancılık hissediyorlardı. Oysa aklı başında her insan yapılan reformların çağdaş dünyaya ayak uydurmak için gerekli olduğunu biliyor ve hemen kabul ediyordu. Bütün çağdaş reformların sahibi CHP’dir ve Demokratik Laik cumhuriyete inananlar “Atatürkçülük” veya “ Kemalizm” olarak formüle edilen çağdaş yaşamı desteklemek için bu parti başta olmak üzere Sol şemsiye altında toplanmaktadırlar.
Ülkenin gerçekleri böyle olmasına rağmen sanki İngiltere veya Fransa’da yaşanıyormuş gibi Muhalefete ve onların liderlerine saldırmak, seçim kazanamamanın nedenini liderlere yüklemek, büyük haksızlık sayılmalıdır. Kılıçtaroğlu bu oy dağılımını bildiği için, Merkez sağın artık tamamen AKP’ye kayan oyların bir kısmını nasıl elde edebiliriz arayışına girmiş olmalı. Ama radikal sağ uçta görünen adayla kendi tabanından oy kaybedebileceğini tahmin etmedi. Bunun yanında 30 Mart seçimlerinde her konuşmasında 17 Aralık olaylarını gündeme getirmesi çok olumluydu. Oyların bilinçli ve özgür olduğu bir ortamda, itham altındaki parti bırakın seçim kazanmayı, seçimlere bile katılamazdı. Ama halkımız sevdiği liderine inanmayı tercih etmiş ve birilerinin ona, ailesine ve hatta Bakanlarına tuzak kurduğuna inandığını belli etmişti. Bu suıstimalleri seçim döneminde kullanmak seçimlerde uygulanan strateji içinde asla yanlış kabul edilemez.
Birkaç gün sonra bir kurultay toplanacak. Başkanın değişeceğini tahmin etmiyoruz. Ama yukarıda sözünü ettiğimiz Muharrem İncenin de siyaset çukurunun derinliğine itilmesini hiç istemiyoruz. Emine Hanım ve muharrem Beyin daha uzun yıllar CHP bünyesinde kalarak, gelecek için yetişmelerine izin verilmelidir. Bu fırsattan istifade ile CHP vitrini ile ilgili bir iki tavsiyede bulunmak istiyoruz.
Geçen kritik dönemde birkaç isim dikkatimizi çekti. Bunlar: Metin Fevzioğlu, Uğur Dündar, Levent Kırca ve İlker Başbuğ’dur. Hepsi de CHP’nin yelkenlerini şişirecek çapta insanlar. Bunlardan Fevzioğlu geleceğin liderlerinden biri olabilir. Ancak şu anda bulunduğu mevkide Yargı Bağımsızlığı için mücadele edecek ve kendisine sağlanacak menfaatler vs. nedeniyle taviz vermeyecek gibi görünüyor. Bulunduğu mevkide ulusu için yararlı işler yapabilir. Onu yerinden oynatmak yanlış olur.
Levent Kırca Solun radikal kanadı liderlerinden biri olarak tiyatrosu ve sanatçılığı ile demokrasi ve özgürlükler açısından büyük işler başarıyor. Ama Uğur Dündar ve İlker Başbuğ serbestler ve CHP saflarına katılma zamanları gelmiştir. Ancak onlar partiye katılmak için istekli olmayabilirler ve ancak Kılıçtaroğlu ve parti yönetiminin daveti ile onurlandırılıp siyaset dünyasına çekilebilirler. Belki partiye davet edilmesi gereken halkımızın çok iyi tanıdığı bazı isimler de vardır. Mesela yazılarından çok şey öğrendiğimiz Sabahattin Önkibar ve Türker Ertürk gibi hiçbir beklentisi olmadan mücadele eden ve bizlere gayret ve cesaret veren kişiler. Onlarda davet edilebilir ve bu uygulamalarla sadece vitrin değil, partinin akıl gücü de şekillendirilmiş olabilir. Böylece 2015 seçimlerine daha emin adımlarla yürümek mümkün olabilir.

Dr. M. Galip Baysan

Yorum Gönder

[blogger][facebook][disqus]

Kemalın Askeri

İletişim Formu

Ad

E-posta *

Mesaj *

Javascript DisablePlease Enable Javascript To See All Widget