Sakarya Meydan Muharebesi (23 Agustos–13 Eylül 1921)

Sakarya Meydan Muharebesi (23 Agustos–13 Eylül 1921)
Türk tarihinin en sıcak temmuz ayı olarak vasıflandırdığımız 1921 yılı Temmuz ayında Yunan Kıralı Konstantin ve Prenslerin de Anadolu’ya geçerek başlattıkları büyük Yunan Taarruzunun elde ettiği önemli başarılar sonucu, 12-19 Temmuz arasında, yani bir hafta kadar kısa bir süre içinde Afyon, Kütahya ve Eskişehir bölgelerinin düşman eline geçmesi nedeniyle, Türk Ordusu,   Eskişehir’in doğusunda tutunmaya çalışırken Ankara iyice karışmaya başlamıştı. Meclis sorumlulardan hesap sorma peşindeydi. Pek çok milletvekili aynı yılın Şubat- Mart aylarında Londra’da yapılan ara görüşmelerde biraz daha toleranslı davranılmadığından pişmanlık duyuyordu. Çoğu bu maceradan kendini sıyırarak İstanbul’a dönmek ve büyük devletlerin verdiği kararlara uymak gerektiğine inanıyordu. En önemli konu da, Yunan Ordusunun ölümcül yürüyüşü karşısında ümidi kırılan Ordudaki Asker kaçaklarının artmasıydı. Zaten az olan mevcut kuvvetlerin sayısı 20.000’in altına düşmüştü. Asker kaçaklarını durdurabilmek için çare olarak Genelkurmay Başkanı Fevzi Paşa; Meclise sunduğu bir teklifle İstiklal Mahkemelerinin (Kastamonu, Konya, Samsun’da) yeniden kurulmasını istedi.
     Fevzi Paşa Mecliste yaptığı konuşmada büyük bir sorumluluk örneği gösterdi : “Stratejik komuta hatalarına gelince, Genelkurmay Başkanı olarak onlardan ben sorumluyum, vereceğiniz cezayı şimdiden kabul ediyorum” dedi ve “Ben ölümden korkmam, milletim uğruna seve seve şehit olmasını bilirim” diyerek yerine oturdu.(1)  Hiçbir kurtuluş çaresi kalmamış gibiydi. Türk halkı tarihindeki en acılı ve en zayıf günlerini yaşıyordu. Tanrıdan başka hiçbir yardımcısı kalmamıştı. Maddi ve manevi bütün güçler düşmanların elindeydi. Türk tarihinde 1683 yılında Viyana önlerinden dönen “Maksimum güç çizgisi”, Temmuz 1921’de Minimum- sıfır çizgisine yaklaşıyordu. Bu çöküşü ancak bir “Mucize” durdurabilirdi.
     İşte bu ümitsiz günlerde Türk tarafında yeni bir faktör devreye girdi. BMM. Kurucusu ve Başkanı, müstafi (istifa etmiş) bir general olan Mustafa Kemal; 17 Temmuz günü gece yarısına doğru Batı Cephesi Komutanına şu telgrafı gönderdi: “Şimdi yola çıkarak sizinle görüşmek istiyorum, acaba rahatsızlık verirmiyim?” Telgrafına Cephe Komutanı İsmet Paşadan olumlu yanıt alınca cepheye hareket etti. 18 Temmuz saat 05.00de İsmet Paşa ile buluşup Karacahisar’daki komuta yerine gittiler. Durum kendisine anlatılınca Yunan Ordusunun manevra planını daha iyi anladı. Yunanlılar mevcut üç kolordularının ikisi ile, Afyon kuzeyinden Eskişehir’in doğusuna doğru bir kuşatma yaparak Türk kuvvetlerinin Ankara istikametinde çekilmesini önleyecek ve bulundukları bölgede imhasını sağlayacaklardı. M. Kemal komutanlara “Savaşı kaybetmişiz değil mi?” diye sordu.”Öyle görünüyor” cevabını alınca da” Öyleyse işimiz Orduyu kurtarmak ve yeni bir mevzide hazırlanmak olmalıdır. Kademe kademe Sakarya gerisine kadar çekilmelidir.” Talimatını verdi.(2) Komutanlar kendisine bu kadar büyük bir arazi kesiminin savaşmadan düşmana terk edilmesinin Meclis ve Halk üzerinde büyük gerginlik yaratacağını, bunu göğüslemenin çok zor olacağını söyledikleri zaman da  “ Biz askerliğin gereğini yerine getirelim sivil politik baskılara hep beraber karşı koyarız”  cevabını verdi.
     Mustafa Kemal Paşa bu çekilişle ilgili gerekçelerini kendi Söylevinde şu sözlerle anlatmaktadır.
     “Ordu’yu Eskişehir kuzey ve güneyinde topladıktan sonra düşman ordusu ile aramızda büyük mesafe bırakarak çekilmek gerekir ki Orduyu derleyip, toplayıp güçlendirebilelim. Bunun için Sakarya doğusuna kadar çekilinmeliydi. Düşman hiç durmadan ilerlerse hareket üssünden uzaklaşacak ve yeniden destek örgütleri kurmak zorunda kalacak, her durumda ummadığı bir zorlukla karşılaşacaktı. Buna karşılık bizim ordumuz toplu bulunacak ve daha elverişli koşullar içinde bulunacaktı. Bu çekilişimizin en büyük sakıncası: Eskişehir gibi önemli yerlerimizi ve birçok toprağımızı düşmana bırakmaktan dolayı kamuoyunda oluşabilecek iç sarsıntılardır. Ama az zamanda elde edebileceğimiz başarılı sonuçlarla bu sakıncalar kendiliğinden ortadan kalkacaktı. Askerliğin gereğini duraksamadan uygulamalı, başka türden sakıncalara hep birlikte karşı koymalıydık.” (3)
    Ankara’ya dönen Mustafa Kemal Paşanın ne bilgi vereceğini herkes merakla bekliyordu. Aslında meclis aynı gaye ve aynı ideal uğruna mücadele eden homojen bir kitle değildi. Mecliste her ne kadar sadece iki grubun var olduğu görünüyorsa da, aslında hedef ve idealleri ayrı ayrı olan dört grup mevcuttu. Bilinen en önemli grup, İstanbul’a Saltanat ve Hilafete bağlı “Saltanat Grubu” idi.
    Sakarya’da Yunan Ordusu’nun ölümcül yürüyüşünü durdurmaya çalışan Mustafa Kemal ve küçük ordusu (General Harington’un raporuna göre) iki ateş arasında idi. Bu ikinci ateş Enver Paşanın Bolşevik kuvvetleriydi(4) . Birinci tehlike batıdan yürürken, ikincisi doğuda bekliyordu. Bu arada kendileri(yani İngilizler) ve Sultan İstanbul’da pusuya yatmışlar, fırsat kolluyorlardı. Enver Paşanın hangi kuvvetlerin başında Ankara’yı kurtarmaya geleceği belli değildi. Bu kuvvetler sırf Ruslardan Kurulu olmayıp Azeriler, Dağıstanlılar, Çerkezler gibi “kardeş askerlerden” oluşabilirdi. Böylece Enver Paşa “İkinci Harekât Ordusu” başında yine bir kurtarıcı olarak ortaya çıkmış olacaktı.(5) İstanbul’daki Müttefik Orduları Başkumandanlığından İngiltere Harbiye Bakanlığına 5.8.1921 tarihinde gönderilen şu şifre mesaj ilginç bilgiler vermektedir:
 “19 ve 21 Temmuz arasında, Türk çekilmesinin ilk haberleri Ankara’ya ulaştığı sırada, umumi maneviyat bozuldu ve Mustafa Kemal, Fevzi (Paşa) ve Genelkurmay dışında herkes Bolşevik kuvvetleriyle Enver Paşanın dönmesini yaygarayla istemeye başladı. (6)
   Cephe dönüşü Mustafa kemal Paşa Meclis kürsüsünden yaptığı konuşmada “Cephede durumun düzeldiğini ve telaşa gerek olmadığını” söylemiş ve konuşmasını “Dört hafta sonra düşmanı yeneceğiz” sözleri ile tamamlamıştır. Tabii Meclis üyelerinin bu sözlere inandıklarını ve mevcut endişelerin giderildiğini söylemek mümkün değildi. Kimi mahzun gözlerle Mustafa Kemali dinlerken, kimisi kızgın kızgın söylendi, kimisi de dudaklarında alaylı bir gülüşle onu izliyordu.  Mecliste faaliyete geçen muhalifler: “Nasıl olsa arkasında bütün Hıristiyan Batı Dünyası’nın teşvik ve desteği olan Yunan Ordusunu yenmek imkânsız, Mustafa Kemal de bu işi başaramaz. Hiç olmazsa bu vesile ile ondan da kurtulmuş oluruz” düşüncesi ile önce gizli gizli, sonra da açıkça Mustafa Kemal Paşanın Ordunun başına geçmesini istediler       “Başkomutanlığı, ancak üç aylık bir süre için ve Meclisin bütün yetkileri ile birlikte verirseniz kabul edebilirim” cevabını verdi. Bu teklif üzerine yapılan uzun ve tartışmalı görüşmelerden sonra (5 Ağustos 1921 günü),  salonda bulunan bütün milletvekillerinin oyları ile Başkomutanlığa atandı.
    Başkomutan Mustafa Kemal çok önemli kararları, çok acele almak ve en önemlisi sayıları 20.000 e kadar düşmüş Türk Ordusunu yeniden toparlamak ve ilerleyen, 100.000’ i aşkın ve zafere alışmış dev bir düşman Ordusu karşısında tutunacak güç ve kudrete ulaştırmak mecburiyetindeydi. Böyle bir Orduyu kurup eğitmek ve yetiştirebilmek için en az 10 yıl lazımdı, oysa Mustafa Kemal Paşanın elinde sadece 10-15 gün vardı. Ancak o Ulusunun özelliklerini çok iyi bilen bir komutandı.7–8 Ağustos tarihlerinde yayınladığı, 10 adet “Milli Vergi Emirleri” ile ciddi bir seferberlik başlatarak Ordunun Lojistik ihtiyacını karşılamaya çalıştı. Bu emirlerle halktan yiyecek, içecek, giyecek ve yakacak ellerinde ne varsa %40’ını paraları sonradan ödenme şartı ile belge karşılığı bölgelerindeki Komisyon üyelerine teslim etmeleri isteniyordu. Bundan sonraki gelişmeler tamamen Türk halkının kendi özel vasıfları, toplumsal karakteri, inanç ve fedakârlıkları ile orantılı olmuştur. Gençler bu son savaş için Cepheye koşarken, kadın-erkek yaşlılar Orduya yardımcı olacak hareketler içine girmişlerdi. Bu Arada Mustafa Kemal atının ani bir ürkmesi ile attan düşmüş ve kaburga kemiği kırılmıştı. Buna rağmen 23 Ağustos sabahı Yunan Ordusu büyük taarruzunu başlattığı zaman, o Türk Ordusunun başındaydı.
    Kabul etmek gerekir ki 22 gün süren Sakarya muharebeleri hem saldıran, hem de savunan taraf için çok zor geçmiştir. Yunanlılar Anadolu-İstanbul-Bizans-Ayasofya ‘yı ele geçirmenin yanında, “ 500 yıllık Türk hâkimiyetinin öcünü almak ister” gibi bir hırsla saldırı üzerine saldırı tazelerken, Türkler de bir “var veya yok olma” mücadelesi veriyorlardı. Bu nedenle her iki taraf da üstün bir savaş tekniği ve sayısız kahramanlıklar göstermişlerdir. Biz burada vatan ve uluslarının menfaatleri için savaşan ve canlarını veren dost ve düşman her iki taraf insanlarına saygılı olma gereği duyuyor ve sadece bazı savaş anılarını okuyucularımızla paylaşmanın savaşın nasıl geliştiğini anlatmak için yeterli olacağına inanıyoruz.
    “Biz bu kavgaya Başkomutanın şu parolası ile girdik: Hiçbir kıta, üst kumandanından emir almadıkça geriye çekilmeyecektir. Kanatları çevrilse, her tarafından sarılsa dahi, emirsiz mevziini terk eden bir birliğin kumandanı, üst komutanı tarafından derhal infaz edilecektir.”(7)
    “Muharebenin en kritik şiddetli günlerinden biri idi. Birçok cephede top, tüfek, cephane kalmamıştı. Başkumandanlığa devamlı olarak “yokluk” haberleri geliyordu. Büyük ölçüde yiyecek sıkıntısı çekmeye başladık Birliklerimize haftalar boyunca bir sıcak yemek verme imkânı bulamamıştık. Çoğu kıtalarda kavrulmuş buğday (veya mısır) verebiliyorduk. Başkumandan kafasında bu yokluklara karşı çareyi bulmuş olmanın rahatlığı ile bizleri topladı. Yüksekçe bir yerdeydi, elini yumruk yaparak konuştu.
    - Arkadaşlar: Düşmanı evvela tepelerde bir iki mermi ile oyalayacaksınız. Onların tepeye çıkıp gelmesini, yorulmasını bekleyeceksiniz. Tepe noktasının arkasına yerleştirdiğimiz birliklere süngü taktırarak bu yorulmuş, dili çıkmış düşmana saldırtacak, yok edeceksiniz. Kıtalarımızın da önünde olacaksınız. İşte size cephane yokluğunu telafi ettirecek yol. Bu vatan üzerinde yaşayan insan oldukça, hiçbir yokluk için feda edilmeyecektir.”(8)
    “Sakarya Muharebesi bir subay savaşıdır.Bu muharebede şehit olan subay sayısı 245 tir. Birliklere örnek olması için subaylardan kurulu taarruz grupları yapmak zorunda kalınmıştı. Acemi ve savaş tecrübesi bulunmayan birlikleri böyle yetiştiriyor ve ateş hattına sürebiliyorduk. Bu manzarayı şimdi hatırlarken daima içim burkulur, gözlerim yaşarır. Subaylarının ateş hattına atıldığını gören o körpe çocuklar, “Allah! Allah!” diyerek elbette onların arkasından koşacaklardı.”(9)
    “ Savaş sırasında düşman hatlarımızda tehlikeli bir gedik açmış, genişletiyordu. Bu gedik hemen kapatılmalı, düşman süngü hücumu ile geri atılmalıydı. İhtiyat kuvvetlerimizin kalmadığı cevabını verdiler. Yalnız Giresunlu (Topal) Osman Ağanın çetesi vardı.Onların da süngüleri yoktu.Paşa:”süngüleri yoksa bellerinde bıçakları vardır. Düşman üzerine atılacaklar ve onları eski yerlerine kovalayacaklardır” dedi. Bu kahraman çocuklar eğri bıçakları ile Yunanlıları eski yerlerine kadar sürmüşlerdir.”(10)
  “Kuvvetli Akıncı Gruplarımız düşman gerilerinde, bu saldırı kuvvetini durmadan ve başarılı bir şekilde taciz etmekteydi. Buna karşılık Yunanlılar Osmanlı Sarayı ve onun Sadrazamı Damat Ferit’le el ele vererek cephemizi arkadan vurma çabası içindeydiler. Çerkez Ethem ve kardeşlerini Haymana’dan Konya-Ankara istikametinde sokarak cephe gerisinde kargaşalık çıkaracaklarını öğrenmiş bulunuyorduk. Yunanlılar İnönü Muharebesi sonunda Çerkez Ethemi bir koz olarak kullanmak için kabul etmişlerdi. İşte şimdi bu düşüncelerini tatbik sahasına koymak istiyorlardı. Fakat aldığımız tedbirler bir şey yapmalarına imkân vermedi. Konya, Çumra ve Bozkır çevresinde İstanbul Hükümetinin teşviki ile Delibaş adlı bir sergerde Padişah ve Halife adına, vaktiyle Anzavur’un yaptığı hainlikleri tekrarlamak yoluna girmişti. En sıkışık anda cephede Yunanlılarla uğraşırken, cephe gerisinde de Padişahın, milletin esaretini hedef tutan hareketlerini söndürmekle uğraşıyorduk. Halk uyanmıştı, ihanetin kokusunu ırkına has sağduyusu ile anlıyor, haysiyet ve namusu için didinen Milli Hükümetin saflarından ayrılmıyordu. Bu buhran ve ölüm kalım günlerinde bile İstanbul’un  “Alemdar”,”Peyam-ı Sabah” gibi gazeteleri Delibaş ayaklanması ile Yunan ilerleyişini Ankara’nın düşüşü olarak alkışlıyorlardı.(12) Ancak kadın, erkek, çoluk, çocuk Türk Halkı bu son Türk devletini korumak için canını dişine takmış ve Anadolu’da yüz yıllar süren hakimiyetinin sonunu getirmeyi önleyecek bir mücadeleye başlamıştı.”
  Sakarya Meydan Muharebesi 13 Eylül günü Yunan artçı birliklerinin Eskişehir-Afyon istikametinde uzaklaşması ve Türk öncü birliklerinin onları takibe başlaması ile sonuçlandı. Artık Yunan Ordusunun taarruz gücü kırılmış, sıra elde ettiği toprakları savunma gücünü kırmaya gelmişti. Bu zafer, Türk tarihindeki diğer zaferlere benzemiyordu Lenin ve Kızıl ordu liderleri Anadolu’yu yardım bahanesi ile işgal etme fikrinden vazgeçip Ankara ile dostluk kurmayı tercih etmişlerdir. Bu amaçla 16 Mart 1921 tarihinde imzalanan Moskova Anlaşması, 13 Kasım Kars Anlaşması ile ve bütün Kafkas devletlerinin katılımı ile yenilenmiş, Fransa da diğer müttefiklerinden ayrılarak 20 Ekimde imzalanan Ankara Anlaşması ile Hatay hariç işgal ettiği bütün toprakları terk etmiştir.
  Savaşın Dünya çapındaki en önemli etkisi: Emperyalist ülkeler sömürge halkları ve liderlerinin görüş ve düşüncelerinde oluşmuştur. Herkes şunu fark etmiştir ki “Emperyalizm artık durdurulamaz, yenilemez değildir” durdurulabilir ve yenilebilir. Anadolu’da genç bir general bunu herkese göstermiştir.” Daha sonraki yıllarda bazı devlet kurucu liderlerin açıkça söylediği gibi: artık “Kemal Paşa onların kahramanı” olmuştur.
    TBMM. nin kendisine bir şükran ifadesi olarak verdiği “Gazilik unvanı” ve “Mareşallik Rütbesini” fazlası ile hak eden, yenik ve ezilmiş bir Orduyu yeniden ayağa kaldırıp Zafere ulaştıran, böylece ulusunun ve Anadolu’nun kaderini değiştiren bu büyük komutanı, şehit ve gazi arkadaşlarını büyük bir sevgi, saygı,  rahmet ve minnet duygularıyla anıyoruz.

DİPNOTLAR:

 (1) Falih Rıfkı Atay : Çankaya S.298 ( Bateş A.Ş.İstanbul-1984)
 (2) Orgeneral Fahrettin Altay : On Yıl Savaş ve Sonrası (1912-1922),S.290 (İnsel Yayınları,İstanbul-1970)
 (3) Atatürk : Söylev-2,S.446-447 ( TTK,Ankara-1978,7.Baskı )
 (4) Eric Jan Zurcher : Milli Mücadelede İttihatçılık,s.229-230 (İstanbul-1987)
 (5) Bilal N. Şimşir : Sakarya’dan İzmire,s.134-135 ( Ankara-1989)
 (6) Aynı Eser, s.139-140
 (7) Kur.Alb.Rahmi Apak :Yetmişlik Bir Subayın Hatıraları,S.241 (TTK Ankara-1983)
 (8) Orgeneral Asım Gündüz :Garp Cephesi Kurmay Başkanı,Hatıralarım S.78-80 (Haz. İhsan    Ilgar,Kervan Yayınları,İstanbul_1973)
 (9)  Aynı Eser,S.80 ;Ünsal Yavuz :Atatürk,İmparatorluktan Milli Devlete,S.75 (TTK Ankara-1990)
 (10) Çankaya S.299
 (11) Cemal Kutay : Ardında Kalanlar s.255 (Cem Ofset, İstanbul-1988)
 (12) Asım Gündüz S.74-75 ( Sakarya muharebeleri hak. Detaylı bilgi için bknz.Alptekin Müderrisoğlu :Sakarya -2 (Yapı Kredi Yay.İstanbul-1982)


Dr. M. Galip Baysan

Yorum Gönder

[blogger][facebook][disqus]

Kemalın Askeri

İletişim Formu

Ad

E-posta *

Mesaj *

Javascript DisablePlease Enable Javascript To See All Widget