Halk Nasıl Yırtıyor? - Doğan Kuban

Sevgili Okuyucular, komünist rejim devrildikten sonra Amerikalılar, İngilizlerin 19. yüzyıl sömürge imparatorluğunun yeni vârisleri oldu. Dünya yeni ve değişik bir Anglosakson kapitalizminin sömürgesi oldu. Bu idari değil, mali ve ekonomik bir sömürü örgütlenmesi idi. Birleşmiş Milletler gibi sözde bağımsız, fakat Amerika’dan icazetli kurumlar da var. Bunların varlığı savaşları ortadan kaldırmadı. İç savaşlar, dış güçlerin iktidara getirdiği diktatörler, İsrail’in Araplarla sürüp giden mücadelesi, Vietnam, Afgan, Irak savaşları dünya halklarına nefes aldırmadı.

Halk Nasıl Yırtıyor? - Doğan Kuban
Dünyanın halini anlatmaya gerek yok. Egemen neo kapitalizmin son aşaması, gelişmemiş ülkelere de amentü gibi transfer oldu. Bugünkü kapitalizm propagandası, Hitler’in, Stalin’in, Amerika’nın Sesi’nin, Mao’unun dünya egemenliği ya da ideolojik mesajları değil. Bu küresel ve bilimsel çok geniş bir örgütlenme üzerine kurulu bir evrensel beyin yıkama programıdır. Üniversitelerde kürsüleri var. Dünya halklarını olanaksız gelecek hayalleriyle donatan, aldatan binlerce odak var. Bilimsel, ticari, politik. Hepsi kapitalist ekonomiyi yaşatmak için çalışıyorlar. Bunu bilmeyen de yok. Batı’da Doğu’da, Ortadoğu’da, Afrika’dan Brezilya’da, Hindistan’da, Türkiye’de, Nijerya’da, her yerde.

Politik liderler, politika ortağı şirketler, onların kurduğu binbir örgüt. Dini, insani, bilimsel, felsefi. Sonra evrensel sanayi devleri, petrol, uçak, otomobil, tarım. Sonra merkez bankaları, bankalar, reklam şirketleri. Hepsinin bir eli ötekinin cebinde. Bunlar kendi yalanlarının etkin sözcüleri. Dünya halkları sürekli bir beyin yıkama operasyonunun sessiz ve çaresiz kurbanları. Dünya kapitalist ekonomi yalanlarını dünyaya ileten küresel bir iletişim sisteminin bilgiyi ve beyinleri esir aldığı bir ağın içinde yaşıyor. Bu sistem, var olmayan ve var olmayacak sanal gerçekleri adı medya olan yalan makinesi ile dünyaya püskürtüyor. Türkiye’de kaç bağımsız kanal var? Şirketler günde onlarca kez özel telefonunuzda da sizin yaşamınıza giriyorlar. Bu iğrenç bir insan hakkı gasbıdır. Şimdi ekonomik nedenlerle moda oldu. Kimin ekonomisi? Bir şirketin.


İŞİTİLMEYEN ELEŞTİREL SESLER
Bu gürültüde insanlar kapitalizmin sonunun geldiğini anlatan yüzlerce uzmanınki başlarında ünlü Amerikalı ekonomistler var sözlerini işitmiyor. Bir milyarı aç olan bir cennet! Suçlu belirsiz. Doğru ve yalan garip bir sink-retizmde birbirine karışmış. Gerçek arayışı yerini küresel sofizme bıraktı. Gerçeğin basit bir dili olduğu unutudu. Kullanılan iletişim dili boyalı bir yalan.

İnsanlar ağızlarını açınca medya gibi konuşuyorlar. Fakat yaşamları gerçek. Çünkü yaşam sözle değişmiyor. Zaman yalan söylemiyor. Yaşamın gerçeği söylemce değil, eylemce. Etrafınızda gezen, gülen, yemek yiyen, kavga eden insanlar var. Kaba ya da nazik, güvenilir, güvenilmez insanlar var. Ne söyledikleri değil, varlıkları ve eylemleri önemli. Ve bunlar gazetede yazanlar, televizyonda konuşan politikacıların sözlerinden daha gerçek. Çünkü yaşam söylemden daha doğru.

Başı örtülü bir kadına neden örtündüğünü sorarsanız birçok yalan söyleyebilir. Ama başının örtülü olduğu bir gerçek. Şort giyen bir genç kıza neden öyle giyindiğini, sakal bırakana neden sakal bıraktığını sorarsanız söyledikleri sizi tatmin etmeyebilir. Fakat şortlu ve sakallı olmaları bir gerçektir. Otomobil üretenler, zeytinyağı üretenler yalan söyleyebilirler. Ama otomobil ve zeytinyağı gerçek. Performansları gerçektir. Bizim atasözümüz de öyle söyler. ‘Ayinesi iştir kişinin lafa bakılmaz!’ Hava haberleri doğru çıkmayabilir. Ama fırtına, yağmur gerçektir. Politikacı yalan söyleyebilir. Ama söylenen yalan, bir gerçektir. Yazdıklarımız doğru ya da yanlış olabilir. Ama varlıkları yadsınamaz.

Sevgili Okuyucular,
Bu yazıyı, uzun yıllar sonra Çeşme ve Alaçatı’yı gördükten sonra, ülkeyi saran politik ve ekonomik yalan ve kuşkulu söylemlerle toplumsal gerçekler arasındaki ilişkileri düşünürken yazdım. Bu bölgeyi ilk kez Çeşme küçük bir kaza, Alaçatı bir köy iken, 1940’lı yıllarda görmüştüm. Türkiye’nin gerçeği politik gelişmelerin çok ötesinde, nüfusun yoğunlaştığı kent ve kasabaların fiziksel değişimlerinde, halkın yaşam standartlarında ve davranışlarındaki değişmelerdedir.

Köyler kentleri doldurdu. Fakat ne kent köy oluyor. Ne de daha fazla Müslüman. Gelen köylü sayısı ile birlikte başı örtülü olanın artışı, artan Müslümanlık işareti değil. Bu algıyı yaratan olgu cami inşaatı. Bu da Müslümanlığın artması değil, din vurgusunun yapılaşmaya yansıması. Oransal olarak namaza gidenler arttı. Fakat İstanbul’un nüfusu 60 yılda 17 kat arttı. Televizyon, alışveriş merkezi, reklamlar, sinemalar, otomobiller ve telefonlarla birlikte toplumda ne tür değişmeler olduğunu Çeşme’de, Alaçatı’da algılıyorsunuz. Başka türlüsü insanın aklına aykırı olurdu.

Turizm döneminde Çeşme çevresinin nüfusu birkaç yüz bini geçiyor. Benim ilk tanıdığım kasabadan on kat daha büyük. Marina akıl almaz şekilde büyümüş, ve zenginleşmiş. Çeşme İzmir’in Boğaziçi’si olmuş.

Alaçatı, yaşamımın en büyük şoklarından biri oldu. 1962’de ilk kez gördüğüm NewYork’ta bu kadar şaşırmamıştım. Çünkü orasını daha önce tanıyordum. Fakat daha önce böyle bir Alaçatı hayal edemezdim. Burada değişen sadece fiziksel ortam değil, halktı.

İKİ RADİKAL TOPLUMSAL DEĞİŞİM
Son yıllarda Türk toplumunun başka kalıplara girmesinin işaretleri var. Bunu politik boyutlarına dönüştürdüğüm zaman eşzamanlı ve ters yönlü bir Cumhurbaşkanlığı seçimi görüyoruz. Bu cahil ve tutucu bir toplumun, bilinçli olmayan bir denge arayışı. Bir alanda fazla değişme varsa başka alanda dengeleyen bir geri adım atıyor. İki radikal toplumsal değişim. Cumhuriyet’in Cumhurbaşkanı Osmanlıcı. Köylü kentte. Alaçatı köyü ise Osmanlı’nın kabul etmeyeceği ne varsa hepsini içeriyor. Bu benim bilgilerimi aşan karmaşık bir sosyal algoritma.

Benim yorumum şu:
Osmanlıcı başkanı oraya getiren Osmanlıcı olamayacak halk. Bunun karşıtı da doğru. O halkı oluşturan da Osmanlıcı Cumhurbaşkanı. Bu karmaşık gelişmeyi doğuran ise geri kalmış toplumların dengesiz, kontrolsüz sözde kapitalizmi. Karmaşık, yönsüz böyle bir gelişme ancak cahil bir toplumda olabilir. Toplumsal ‘concensus’ oluşamıyor. Rüzgâr yönü boyuna değişiyor. Fakat bir olumlu özellik var. İleriye bakan halk, geriye bakan seçtikleri başkan.

Türkiye’de sorun köy kökenli yarı kentlilerin İslamcı başkana oy vermeleri değil. Fiziksel çevrenin karakteri, insanların giyim kuşamı ve davranışları. Alaçatı’da dükkânların tümü İstanbul’a özenmiş. Tek bir yerel tarih, bir Osmanlı özlemi yok. Kenarda köşede varsa bile hazmedilmemiş çağdaş bir restorasyon niteliğinde. Özenilen şey, 20. Yüzyıl, 21 yüzyıl çağdaş dünyası. Başka türlü olmasına olanak yok. Gökdelenler, oteller, AVM’ler, otoyollar, metrolar, hava meydanları, köprüler, Mercedesler, uçaklar, buz dolapları, çamaşır makineleri, fabrikalar, televizyonlar, telefonlar, turistler, dış turizm, deniz motorları, yatları, dünya markaları, hastane araçları, fotoğraf makineleri, kahve makineleri, İngilizce öğretimle hangi Osmanlı yaşar?

Raimondo d’Aronco İstanbul’a Art Nouveau üslubunu 2. Abdülhamit döneminde getirmemiş miydi? Orada burada yapılan uydurma Osmanlı, Selçuk maskaralıkları ile mi Osmanlı olacağız? Bütün dünya halkları gibi Türk halkı da dünyanın istediğini istiyor. Biz F 16 uçakları kullanıyoruz.

Hükümet bütün okulları imam hatip okulu yapsa buradaki şortlu kadınlara ve kızlara eski kıyafet giydiremez. Bu sokaklara yapılan dükkân ve evlere kafes takamaz. Burada bütün dünyanın iradesi herhangi bir politik iradenin ulaşamayacağı kadar güçlüdür. Kapitalist ekonomi de buna olanak vermez. Toplum politik çalkantılar ötesinde, bu şizofreniden kendini kurtaracaktır.

  Doğan Kuban/Bilim Teknoloji/Cumhuriyet

Yorum Gönder

[blogger][facebook][disqus]

Kemalın Askeri

İletişim Formu

Ad

E-posta *

Mesaj *

Javascript DisablePlease Enable Javascript To See All Widget