Geleceğimiz,Türk,İslam Kimliklerimiz
Sayın okuyucular, bundan sonra yazacağım her yazı ‘Cehaletle Kavga’ 
başlığı altında olacak! Çünkü ister cumhurbaşkanı seçmek, ister 
kadınları boğazlamak, ister tarihi ve doğal çevreyi yok etmek, ister 
ağaç kesmek, ister hırsızlık yapmak, ister tarih bilmeden onunla 
övünmek, ister dindar olmadan dini istismar etmek gibi olayların tümü 
cehalete dayalı olgular.
Vurgulamak istediğim cehalet olgusu okuma yazma bilmek, okula gitmek,
 kentli gibi davranmasını öğrenmekten öte toplumun tümüyle yaşadığı 
çağla bütünleşmiş olması, ondan haberi olması anlamına geliyor. 
Çağdaşlaşma belki daha doğru bir tanımlama ama bunun toplum tarafından 
kavram olarak anlaşılması, kanımca, olanaksız.
Cehaletin bir tek nedeni yok. Çok bileşenli, karmaşık bir olgu. 
Fizyolojik nedenlere, fakirliğe, eğitim noksanlığına, yetişilen ortama, 
ideolojiye bağlı pek çok nedeni olabilir. Cehalet, kişi boyutunda, 
tartışılacak bir konu değil.
‘Cehalet’ tüm olumsuzlukların temelinde var olduğu kanısında olduğum 
toplumsal ve temelde hazmedilmemiş bilgiye dayalı davranışsal, evrensel 
bir hastalıktır. Toplum hasta olmadığı zaman kişisel hastalıklar 
yenilebilir.
Bazı davranışlara, eğer kamu az duyarlıysa, rahatsızlık da denebilir.
 Fakat sürekli rahatsızlık, örneğin ulaşımın kasıtlı olmayan ölümcül 
sonuçları ancak inatçı bir cehaletle açılanabilir. Bürokrasinin cahiller
 elinde toplanması bir hastalık alametidir. Eğitimin her düzeyde çökmesi
 bir hastalıktır. Bu bağlamda kişisel etki, şiddetlendirici olsa bile 
cehaletin toplumsal varlığını yadsımak ve açıklamak için yeterli 
değildir.
BOŞUNA ÖVÜNME VE BÜYÜK GÖRME
Toplumun tarih bağlamındaki korkutucu bilgisizliğinin neden olduğu 
boşuna övünme ve kendini büyük görme bu hastalığın önemli arazlarından 
biridir. Ne zaman toplumsal bir eksiklikten söz edilse birtakım insanlar
 çıkıp falan ya da filan konuda ne yaman olduğumuzu anlatmaya 
başlıyorlar. Genelde bu savlar bu konulardaki cehalete ve önyargılara 
dayanıyor.
Türk olarak İslam dünyasında ilk çağdaş cumhuriyeti kurmakla 
övünebiliriz. Fakat Avrupa’ya işçi gönderdik diye övünmüyoruz. Gerçi 
insanlarımıza yeteri kadar iş sağlayamıyoruz diye dövünmemiz gerekir. En
 büyük ve uzun ömürlü bir imparatorluğun kurucusu olarak övünebiliriz, 
ama en büyük İslam ordusu olarak Osmanlı ordusu ile övünemeyiz. Çünkü bu
 ordu en görkemli döneminde Hıristiyan devşirmelerden oluşan, bir tür 
paralı asker niteliğinde idi. İmparatorluğu batıran da, zaptedilemez 
hale gelen Yeniçerilerdir. Onlarla, Çanakkale’de bizimle savaşan Fransız
 ve İngiliz sömürge askerleriyle karşılaştırmak aydınlatıcıdır.
Yeniçeri sistemi olağanüstü bir örgütlenmedir. Fakat bu Osmanlıların 
ortaçağın en güçlü İslam ordularını çıkarmış olan Gazneliler ve 
Selçuklular gibi övünme olanağı vermez. Farsça Divanlı Yavuz Sultan 
Selim, Türkçe divanlı Şah İsmail’i yendi diye bir Türk büyüğü olmadığı 
gibi, Abbasi halifesini zorla Mısır’dan İstanbul’a getirip kendisini 
halife ilan ettiği için Müslüman büyüğü de değildir. Yavuz’un yok ettiği
 Arap halifeliği Kuran’ın Kureyş’ten olmasını söylediği halifeliktir.
Müslümanlar Preveze ile, Hıristiyanlar Lepanto ile övünürler. Fakat 
bu çağda savaşla övünmek ilkel bir davranıştır. Amerikalılar Afganistan 
ve Irak’ta savaşı kazandılar ama, Afganistan’ın ya da Irak’ın durumu 
insanlık için övünç verici değildir.
Osmanlılar ya da Türkler olarak, fıkıh ya da kelam ya da başka İslami bilimler konusunda övünemiyoruz.
O alanda Arap ya da İranlılarla aşık atacak kimse yetiştirmedik.
Yetişenler de zaten Türklere öğretmek için yazmadılar. Anadolu 
Müslümanlığı bir Ahmet Yesevi de yetiştirmedi. Bir Sufi tarikatı 
kurucusu olarak Hacı Bektaş-ı Veli’yi biliyoruz. Farsça dilli Mevlana da
 Türk değil.
Yarım Türkçe yani Osmanlıca yazan büyük divan şairlerimiz var. Ama 
dünyaca ünlü Hayyam, Firdevsi, Hafız yetiştirmedik. El -Kindi, İbni 
Sina, Farabi gibi filozof da yetiştirmedik. İslam dünyasını allak bullak
 ettiğimiz için, ne Müslüman ne de Türk büyüğü değiliz. Fakat İslamı 
Hıristiyanlığa karşı koruyan kalkan olarak çok önemli bir tarihi konumuz
 var.
KİMLİK SORUNUMUZ
Bütün bunlarda bir kimlik sorunu var. Türkler Attila ile Hun, Cengiz 
ile Moğol idiler. Geçmişin derin boyutunda, Çin’de Wei saltanatını kuran
 Topa göçerleri, Göktürkler, Eftalitler, Hazarlar, Kumanlar, Peçenekler,
 Bulgarlar, Oğuzlar, Selçuklular, Gazneliler, Tulunoğulları, Mısır’da 
Türk Memluklar, Altınordulular göçerken Türktür. Yerleşince o kimlikleri
 değişebiliyor. Türk değildir.
Anadolu ve Rumeli’de etnik karakterini değiştiren Slavlar Müslüman 
olup Türkçe konuşmaya başlayınca Türk olmuşlardır. Çerkesler, Lazlar, 
Anadolu da İslamlaşan Rumlar, Ermeniler Türktür. Osmanlılar Hıristiyan 
gençleri Müslüman yapıp hem Hıristiyanlara, hem Müslümanlara karşı 
savaştırdı. Avrupa dil ve tarihi konumdan dolayı onları Türk olarak 
gördü.
Anaları esir Hıristiyan olan Osmanlı sultanları, kan bağından dolayı 
değil, tarihi konumları, konuştukları dil ile Türk sayıldılar. Kürt 
kökenli cumhurbaşkanlarımız, Gürcü kökenli başbakanlarımız, Çerkez 
kökenli büyük komutanlarımız oldu.
Toplumun tutarlı davranmamasında, Türk dilinin başına Osmanlıca diye 
gelen parçalanmanın neden olduğuna inanıyorum. Osmanlılar Türkçe 
konuştukları için Türk diye bilindiler. Oysa Müslümandılar ama Türk 
değildiler. İmparatorluğun halkı her dil ve dinden oluşuyordu.
Çoğunluğu Türk değildi. Türk dilinin egemenliğine karşın nüfusun 
çoğunluğu Türk değildi. Karılarını Hıristiyanlardan seçen sultanlar da 
Türk olmayı düşünmediler.
DİL KARMAŞASI
Günümüzde dil bağlamında sürüp giden bir kargaşa var. Tarihçiler 
halkın yüzlerce yıl Beyazıt dediğine Bayezid diyor. İstanbul’un Beyazıt 
meydanındaki cami İkinci Bayezid Camisi oldu. Dille oyamanın da cezasını
 çekmeye devam ediyoruz. Biz onca yıl Hıristiyan diye kullandığımız 
sözcüğü birileri Hristiyan yaptı. Dilimizde (Hr) yok. Türklerin uygar 
olmaları için, İlk Cumhuriyet’te olduğu gibi dillerine sahip çıkmaları 
gerek. Bu taklitçiliği de sınırlayacaktır. Bu, entelektüel gelişmenin 
yolunu kapatan bir tutumdur.
Türk düşüncesinde kavramsal açılım olmadı. ‘Mefhum’ sözcüğünü anlayan
 genç kalmadı. Cumhuriyet’ten sonra ‘bilgi’ sözcüğünden türeyen 50’den 
fazla sözcük üretmişiz. 500 yılda Osmanlıca da bunları karşılayacak 
sözcük yok. Biz Müslüman olduk ama Arap olmadık. Arapça da konuşmadık. 
Hâlâ Osmanlıca-Türkçe tartışması anlamsız, olanaksız bir cehalet 
direnmesidir.
Osmanlıların katılamadıkları çağdaş uygarlığa biz Osmanlıca öğrenerek
 mi katılacağız? Kısa bir süre sonra İngilizce-Osmanlıca tartışması da 
olabilir. Böyle giderse günümüzde de düşünce kölesi olarak yaşarız.
Buna benzer sayısız ve herkesin farkında olduğu olgu, toplumun kendi 
kimliği konusunda bile herhangi bir aydınlığa ulaşamadığını anlatıyor. 
Bu ortaöğretimi bitirmiş ya da bitirmemiş çoğunluğun olduğu kadar yüksek
 öğretim yapmış olanların da ikilemidir.
Karayolu, araba, gökdelen, alışveriş merkezi, cami sarmalında kendi 
tarihi varlığını tanımayan bu toplumun dünyayı öğrenmesi de 
olanaksızdır. Sadece düşünce köleliği değil, bilim ve teknoloji köleliği
 yaşıyoruz.
Bu da toplumsal cehaletin ta kendisidir!
  Doğan Kuban/Bilim Teknoloji/Cumhuriyet/ 22 Ağustos 2014
 

Yorum Gönder