Çağdaşı oynayan Ortaçağ insanları - Doğan Kuban

TÜRKİYE CEHALETİ İLE ÖVÜNEN OLAĞANÜSTÜ BİR ÜLKE
Ülke çok bilenlerin dediğine göre önemli bir politik dönemeçten geçti. Kanımca geçemedi. 52 milyondan 14 milyonu oy vermedi. Ülke 21 milyon olduğu söylenen yüzde 36 oyla bu çok önemli dönemeci plajda atlattı. Bu sisteme göre 80 milyon nüfusun 10 milyonu ile bile cumhurbaşkanı seçebilir. Demek demokrasinin çoğunluk iktidarı olduğu bir yalan.

Çağdaşı oynayan Ortaçağ insanları - Doğan Kuban
Ama dünyada da böyle. Birisine oy vermek istemeyenler seçim esnasında vatandaş olmuyorlar, anlaşılan. Demokrasi yalanı bu kadar basit değil.
• Demokrasi de aç kalmak yasal.
• Birinin başkalarından bin kat zengin olması doğal.
• Zengin, demokrat ve teknolojisi gelişmiş ülkelerin fakir halklara silah satarak onları birbirlerinin üzerine salmalarına da demokrasi deniyor. O ülkeleri de demokrasi ihraç etmek için çökertiyorlar.
• Dünya demokrasi tarihi, 20 yüzyılı diktatör, zorba otokrat yetiştirerek doldurdu. Bunu bilmeyen de yok.
Türkiye cehaleti ile övünen olağanüstü bir ülke.
Osmanlılığı çağdaş olmaya yeğleyen fakat çağdaşı oynayan bir toplum yaşıyor Türkiye’de. Otomobiller, gökdelenler, telefonlar, dünyanın bütün lüksünü fakirlere kredi ile satan alışveriş merkezleri, plajlar, yolları dolduran on milyonlarca yabancı ve yerli turisti ile özgün bir tiyatro ülkesi. İki kimlikli ya da Janus kafalı. Bir yüzü geriye bir yüzü ileriye bakıyor.
Aslında bu eskimiş bir benzetme. Toplumun bu ikili, biraz da komik ve özenti yaşamının geçmişi uzun. Fakat yoğunlaşma son on beş yılda büyük bir hızla oldu. Onun için gerçekle tiyatro karışıyor. Yasa var, Meclis ortada yok.
Parti var, söylemi yok. Anayasa mahkemesi var, anayasa çalışmıyor. Okul var, eğitim yok. Üniversite var, bilim yok. Belediye var, plan yok. Düşünen var, düşünce yok.
Tiyatro var, seyirci yok.

DEVLETİ TİYATRO GİBİ OYNUYORUZ
Hem aktörüz, hem seyirci. 21 milyon demokrasi kurtarıcı, 31 milyon azınlık. Kendini Osmanlı sanan azınlık aynı zamanda Türkiye’yi temsil ediyor. Bu bir devlet parodisi. Osmanlı bir toplum olamadığı için yok olmuştu. Türkiye Cumhuriyeti bir ulusal varlık ilkesi üzerinde kuruldu. Osmanlı tarihini bilen yok. Halk tarihini televizyon dizilerinden öğreniyor!
Yaşadığımız olgular, toplumumuzun içinde yaşadığını sandığı, fakat çağdaş dünyanın kabul etmediği parametreleri içeriyor. Türk toplumu değişik tür de bir devlet olacakmış. İmparatorluk, Cumhuriyet, Başkanlık. İki tiyatroyu oynadık. Üçüncüsünü de oynarız. Ne var ki asıl oynamamız gereken rolü oynayamadığımız için dışlanıyoruz.
Gerçi dışlanmaktan söz etmek zor. Turistler, yabancı mallar, yabancı silahlar, yabancı paralarla iç içe yaşıyoruz. Okullarda İngilizce. Irakta savaşan IŞİD’çi Türkler. Bunlar bizim kendimizi dışlanmış hissetmemize engel oluyor. Oysa dünyanın yeni sömürü sistemi böyle çalışıyor. Sömürü, çağdaş olamamanın gerçek işaretidir.
Sevgili Okuyucular,
Yarı tiyatro üslubunda anlattığım bu olguların arkasında Türkiye insanının büyük çoğunluğun farkına varmadığı, ya da dile getiremediği bir geri kalmışlık hikâyesi var. Bunda Osmanlıdan bu yana, sadece İlk Cumhuriyet döneminde yenmeye çalıştığımız toplumsal, neredeyse genetik bir yetersizlik yatıyor. Bunu bir Osmanlı ya da bir göçer Türk mirası olarak görmek de olası. Bu ilkel pragmatizmdir, Dewey’in pragmatizmi değil. Merak içermiyor. Onun için soru da sormuyor. Sorgulayamayan bir kul toplumu, en temel Osmanlı mirasıdır. Göçer mirası olduğunu düşünen de olabilir.

SON SEÇİMDEN GÖZLEMLER
Türkiye’de bilimsel düşüncenin, entelektüel sorgulamanın, hatta partili uyuşukluğun nedeni de budur. Sorgulamaya sorgulamaya sonunda sorguyu kişisel şikâyete indirgeyen bir ilkokul öğrencisi düzeyine düşürmüşüz. Cehaletin ve geri kalmanın temel nedeni olarak bu tutumun son seçimlerdeki görüntüsü üzerinde bazı gözlemleri anımsatmak istiyorum:
Seçimin iki adayı vardı. Birinin yüzde 50’yi geçeceğini söylüyorlardı. Geçti. Diğeri yüzde 60 ı geçeceğini söylüyordu. Olmadı ama başka bir şey oldu. 52 milyon seçmenin 14 milyonu seçimi plajdan seyretti. 38 milyonun yüzde 51’i 21 milyon imiş. Sorunun sayısal boyutunu kurcalamayalım. Dünya matematik tarihinde hiç Türk adı geçmiyor. Bu süreçte oy verenlerin hangi partiden oldukları önemli değildir. 14 milyon seçmenin kimin cumhurbaşkanı olacağına önem vermemesi ve seçimi boykot etmesi politik yaşam için endişe vericidir. 52 milyon seçmenin 21 milyonunun oyunun alan adayın da düşünmesi gerekir.
Fakat asıl sorun seçimden sonraki içeriksiz tartışmaların seçimin doğasını, seçilenin tutumunu irdeleyecek yerde sayılar üzerinde tartışmaları, suçlu arama çabalarıdır. Cumhuriyeti kuran partimiz CHP, cumhurbaşkanını seçen 21 milyon insanın karşısında 31 milyon seçmen olduğunu ve bunun yarısının da plajda olduğunu, yani yüzde 60’lık bir seçim boykotu ile karşı karşıya olduğumuzu halka anlatacağı yerde, olmayan bir yenilgi karşısında dengesini yitiriyor. Oysa CHP 1950 yılından bu yana yüzde 50 oy alamamıştı. Diğer partilerin sesleri zaten çıkmıyor.
Bu sürece demokratik temsil deniyor. Oy vermeyenler adam yerine sayılmıyor. Sorun durduğu yerde kalan CHP de değil. Sorun yüzde 40’da kalan AKP. Daha önemli sorun da bunun gerçek bir çoğunluk iktidarı olup olmadığı.

KALE DİREKLERİ VE GOL! YÜZDE 40 OYLA GOL
Ülke sorunlarının çözümlerinin politik ağız dalaşının dışında kaldığını politikacılar öğrenemedi. Ülke çözümsüzlük sarmalına dolanmış. Sultanın yeni külahını beğeniyorlar ama, enerji, trafik sorununun, eğitim ve borç sorununun futboldan daha önemli olduğunu halka anlatamadılar. Kale direkleri ve gol! Yüzde 40 oyla gol! Halkın sayısı önemli değil. Seçim mi, borsa mı? CHP sorunların şikâyet ederek dile getirmenin sonuç getirmediğinin öğrenmeden yarışı bitirdi. Dünyayı öğrenemeyen toplum futbolcuları, pardon politikacıları dinlemekle yetiniyor.
Sevgili Okuyucular,
Dünyanın bilinen dinamikleri değişti. 1977’de ‘Entropy’, The New World Order’ adlı kitabıyla ünlenen Amerikalı ekonomist ve düşünür Jeremy Rifkin’in Spiegel dergisi ile yaptığı yeni bir röportajı okudum. Rifkin çağdaş bir bilge. Bilge olmak için namuslu olmak gerek. Politikacıdan bilge yetişmiyor. Osmanlı yetişiyor. Türk Osmanlısı, Amerikan Osmanlısı, Alman Osmanlısı. Tek fark bazı Batılı toplumlardaki bilgi birikiminin bizde olmayışı.
Rifkin politikacı değil. Kapitalizmin Amerika da bile sonuna geldiğini 1977’de söylemişti. Sonun göründüğüne inanıyor ama, buna karşı politik çözümler önermiyor. İnterneti de yasaklamayı düşünmüyor. Osmanlı değil. Çağdaş. Dünyayı olduğu gibi kabul edip onu bunu suçlamadan internet, bilgisayar yani elektronik bilgi çağında kapitalizmin dünyayı tüketme hastalığından nasıl kurtulabileceğini düşünüyor.
Türkiye’de bir adam çıksa da cahil bir toplumdan fazla bır şey beklemeden, sorunun yanıtının politikada olmadığını söylese, onu dinleyenler çoğalsa ve toplumsal cehalet silkelense! Çürük yemişler daldan düşse! Ama cahillik ne o adamı yetiştiriyor, ne de onu dinleyecek olanı. İdeolojileri farklı olsa da partiler bu toplumun partileri.
AKP bir sultan yetiştirme tuzağı olarak çalıştı.
Peki, CHP demokrasi ve cumhuriyeti koruma, geleceği o ideallere uygun kurgulama mekanizması olarak neler yaptı?
Halkı devlet, anayasa ve gelecek hakkında nasıl aydınlattı?

   Doğan Kuban/Bilim Teknoloji/Cumhuriyet

Yorum Gönder

[blogger][facebook][disqus]

Kemalın Askeri

İletişim Formu

Ad

E-posta *

Mesaj *

Javascript DisablePlease Enable Javascript To See All Widget