Doksanlı yıllardan itibaren, mevcut Cumhuriyet
rejiminin demokratikleşmesi yönünde umutlar dolaşıma girdi, ama varılan
yer milliyetçi-devletçi bir ters tepme olan REFAHYOL hükümeti ve
ardından laikçi ters tepme olan 28 Şubat postmodern darbesi oldu. İkinci
umut dalgası 2002’de AK Parti’nin açtığı statüko karşıtı alanın
demokrasi dinamiğine dönüşmesi imkânı etrafında şekillendi. Ama bu kez
de varılan yer, muhafazkâr-otoriter ters tepme oldu. Bu durumun nedeni
şüphesiz, tesadüf veya talihsizlik değil, siyasi aktörler bir yana,
toplumsal aktörlerin ve en başta “büyük burjuvazi” gibi güçlü aktörlerin, “demokrasi ufku ve talebi”nin
gerçekte düşük olması. Bu durum, düşünsel dar görüşlülük bir yana,
çıkar ve güç hesaplarının fazlasıyla kısa vadeli olması, uzun vadeli
kurumsal- hukuksal zemin arayışından ziyade, kişisel çıkar ve ayrıcalık
arayışı ile belirlenmesi şeklinde tezahür ediyor. Oysa, Türkiye’nin
demokratikleşmesi, doksanlı yıllara gelindiğinde, artık varoluşsal bir
mesele olmuştu, yani bu ülkenin yola devam edebilmesi için tek şansı
idi, aksi halde derin kırılmalar yaşanacaktı, maalesef şu anda yaşanan
budur.
Rejim inşası
Sonuçta, laik-muhafazakâr gerilim hattı da, Kürt-Türk hattı da demokratik yollardan esnemek yerine, derinlemesine kırıldı. “Yeni Türkiye” denilen, bu kırılma üzerine kurulmaya çalışılan “dinsel”-milliyetçiotoriter
rejimin adıdır. Sonuçta, Türkiye’nin sorunlarını demokratikleşme ile
aşması umut olabilecekken, geldiğimiz yer, rövanşist bir tepkisellik
rejimidir. Anılmaya doyulamayan ve birkaç gün önce, adına düzenlenen
ödülleri Cumhurbaşkanı’nın verdiği Necip Fazıl Kısakürek’in
bu yeni rejimin düşünce babalarından biri olduğunu hatırladıkça veya
hatırlatıldıkça nasıl bir rejimin inşası içinde olduğumuz daha iyi
anlaşılabilir. Her şeyden önce, iyi bir şair de olsa, Necip Fazıl bir
düşünür falan değil, düpedüz faşizan görüşlere sahip bir sağ
propagandisttir. Öyle olduğu için, diğer pek çok görüşü gibi, İslam dini
üzerine görüşleri de felsefi derinlikten yoksun, sığ ideolojikleştirme
çabalarından ibarettir. Maalesef, siyasi ve dinsel düşünce dünyaları
çerçevesinde, “Komünizmle Mücadele devri”nin tipik bir
ürünü olmaktan öte değer taşımayan sığ ve faşizan dünyası, Türkiye’de
sağ siyaset çevrelerinde fazlasıyla karşılık bulmuştur. Yeni Türkiye’nin
liderleri ve takipçileri tarafından her vesile ile övülen görüşleri bir
toplumun ufkunu belirliyorsa, o toplumun gidişi sadece felakete doğru
olur.
Çekilecek çile çok
Yeni
Türkiye’nin lider ve diğer kadrolarının, altmışlı yılların imam hatip
öğrenciliği esnasında duygularına hitap eden ama biraz irdelendiğinde,
sadece siyasal ilke olarak değil, düşünsel derinlik itibarıyla çoktan
geride bırakılması gereken bir ismi kurucu düşünür mertebesine
yükseltmesi, sadece daha çekecek çok çilemiz olduğunun habercisi
olabilir.
Not. Geçen hafta başında, kaza
ile yolda düşüp sağ ayağımı bilek hizasında kırdığım için, söz verdiğim
ve katılmayı arzuladığım hiçbir toplantı veya etkinliğe katılamayacağım.
Herkesten özür diliyorum, bu arada, daha anlamlı olsun diye 1 Ocak’ta
sıra aldığım Can ve Erdem’in özgürlük
nöbetini tutamayacağım, uzaktan selam ediyorum, umarım ben iyileştiğimde
çoktan özgürlüklerine kavuşmuş olurlar. Herkese, her şeye rağmen iyi
yıllar!
Nuray Mert/Cumhuriyet
Yorum Gönder