Kaldı ki sömürücüler kazançlarını bir bölümünü fakir sınıfları kandırmak için, eskiye göre çok daha cömertçe ve sistematik olarak kullanıyorlar. Yozlaştırma, kandırma ve yönlendirme, bilimsel boyutlar kazanarak tüketim ekonomisinin programlarına hizmet ediyor. Üniversite Curriculum’unda bile yeri var.
Günümüzde 19. ve 20. yüzyıllardaki gibi, ekonomik üretimden hakkını alamayanlarla, onların emeklerini sömürenler arasında kavga yer yer varolsa da, bu kavga değişik gelir seviyelerindeki insanların haklarını arayacakları sınıf kavgalarına dönüşmüyor. Eski politik kurumlaşma bu işlevi yerine getiremiyor.
Tüketimi pompalayan çağdaş iletişim sistemi, insanları daha bilgili kılsa bile, tüketim olanaklarının bir gün varlıksızlara da açılacağını muştulayan zengin senaryoların etkilerini ortadan kaldıramıyor.
Çağımızın televizyon proramlarının ve basılı medyasının yarattığı görsel ortam, özellikle azgelişmiş ülkelerde, kesin ve açık bir yalan mekanizmasıdır. Kentleri yok edici bir mikrop olarak istila eden otomobillerin reklamları bu görsel bombardımanın propaganda boyutlarını, biraz aydınlanmış olanlara, rahatsız edici bir yoğunlukta gösteriyor.
Eline bir kullanılmış otomobil geçiren fakir, omuzuna yeni bir rütbe takılmış bir subay gibi kendini sınıf atlamış sanıyor. Tüketici psikolojisi beyni yıkanmış aptallar sınıfının oranını yükseltti. Sadece Türkiye’de değil, bütün dünyada.
BİR ÇAĞDAŞ GELİŞME
Anlamını artık yitirmiş bu toplumsal statü hastalığını bastıran önemli ve umut verici bir çağdaş gelişmeden sözetmek gerek. Gelir düzeyine hapsedilmiş sınıflar oluşturan toplum katları yerine, eski sınıfların hangisine mensup olursa olsun, ileriye ve geriye bakan toplum katmanları oluştu. İnsanlar fakir ya da zengin olduklarına bakmadan, çağdaş dünyanın kendilerine sağlayacağı olanaklar üzerine daha doğru bilinçleniyorlar.
Bunların karşısında, daha cahil ve bilinçsiz, hâlâ geçmiş bir dünyadan umut bekleyenler de var. Batılıların ve onların yerel ortakları tarafından bu tuzağa çekilmiş insanlar var. Bunlar tüketim dünyasının müşterisi olmak için savaşıyor ve her yeniliğe sahip çıkarken, bu isteklerle çelişen davranışlarıyla yok olabileceklerini anlamıyorlar.
Bugün dünyadaki kavgalar yine varsıllarla yoksullar arasındaki dengesizlikten kaynaklansa bile, bunun ileriye bakanlarla geriye bakanlar arasındaki mücadele ile örtüşen yanları var. Bu değişim, Batı dünyasında, proleterin burjuvalaşması olarak yorumlansa bile, geri kalmış ülkelerde bunun ileriye bakanların sayısının artması anlamına geldiğini söyleyebiliriz.
Zenginlerin kazançlarından daha fazla sadaka dağıtmaları, iletişimin sağladığı aydınlanmayı ortadan kaldıramıyor. Bu sürecin hızını saptamak zor. Tüketim ve parlak gelecek imgelerinin etkili olması yanında, dünya üzerinde daha fazla bilinçli olmanın yönlendirdiği insanlar da çoğalıyor. Fakat benzer gelişmeler geçmişte olmadığı için, gelişmenin hızı ve nitelikleri üzerinde fazla bir şey bilmiyoruz. Bu bağlamda gelecek üzerindeki gözlemler hipotez düzeyini aşamıyor.
İSLAM DÜNYASINA ODAKLANMAK
Düşünmeyi yönlendirecek olanaklardan biri İslam dünyasının içinde bulunduğu durumdur. Ekonomik egemenliğini yitirmiş, fakir, cahil, eğitimi, bilimi, teknolojisi ve üretimi gelişmemiş 1.5 milyar Müslümanın yaşadığı büyük coğrafyadan söz ediyoruz. Ülkelerinde dünyanın büyük enerji kaynakları var. Olasılıkla bu kaynağı satamadan, gelişmiş dünya bu kullanımı kısıtlayacak ve engelleyecek. Bedelini Müslümanlar ödeyecekler.
Bugünden yarına olamaz. Toplumlar tehlikeye karşı bu kadar çabuk örgütlenemiyorlar. Fakat Almanya gibi bir sanayi devinin atom enerjisini yasaklaması enerji sorununa insan toplumunun geleceğini korumak açısından bakılabildiğini gösteren büyük bir dönüm noktasıdır.
Obama’nın alternatif enerji ile ilgili olarak getirdiği öneriler, Paris Konferansı, ağır aksak da olsa, giderek bilinçlenen bir dünyanın, kapitalist şirketlerin bütün savunmalarına karşın, gelecek perspektiflerini daha rasyonel, daha güvenli yapmayı öngördüğünü açıkça kanıtlıyor.
TÜRKİYE AYAK SÜRTÜYOR
Türkiye bu bağlamda ayak sürtüyor. Geleceğin hava kirliliğine, enerji sıkıntısına, susuzluğuna, kuraklığına karşı hiçbir tedbir düşünmeyen bir idare dışında, yeni atom santralı ile, kömüre dayalı enerji üretimini sürdürek, ormanları yok ederek, denizleri kirleterek, su kaynaklarını HES’lerle tahrip ederek, neredeyse bir ortaçağ davranışı havasında, bütün bir geleceği, bugün çoktan gelişme programlarından silinmiş, önemini yitirmiş ve yakın geleceği zora sokan kararlar alarak karşılamamız, ancak bir yavaş intihar kararıdır.
Dünyanın 15. yüzyılda sanayide en ileri olan ülkesi olan Çin’in ve 12. yüzyılda bilimde en ileri düzeyde olan İslamın, aynı nedenlerle 19. yüzyılda sömürge olmaları, ve 15. yüzyılda rönesansı dışlayarak, 19. yüzyılda ekonomik olarak batan ve 20. yüzyıl başında yok edilen Osmanlı İmparatorluğunun akibetlerini anımsatan bir süreç içinde yaşıyoruz.
KENDİNİ YOKETMEK
Antropolog Jared Diamond’un ‘Collapse’ ve ‘Guns, Germs and Steel, The Fates of Human societies’adlı kitaplarıyla dünya kamuoyuna malettiği, toplumların kendilerini yoketme simptomu bugünün Müslüman toplumlarında büyük bir dalga. Bu dalgayı geriye bakmak, önüne bakmamak, eski beynin kurbanı olmak, liberal kapitalizmin oyuncağı olmak, bilimi ve teknolojiyi dışlamak, insanlığa saygıyı yitirmek diye de adlandırabilirsiniz.
Aslında bunların hepsini içeren evrensel bir tüketim akımına kapılmış cahil bir toplumuz. Gerçi toplumun bu hataya düşmesi Türkiye’ye özgü değil. Çağdaş kapitalist dünya görüşünün geç kalmış egemenliği.
Gerçi bu davranış Türkiye gibi cahil bir ülkede bile toplumun ancak yarısının aklını çeliyor. Kendi içinde de sayısız çatlak barındırıyor, insanlığı uçurumun kenarında dolaştırıyor.
Sevgili okuyucular,
Bu durumu çevrenizde, her gün işittiğiniz haberlerde, cinayetlerde, kazalarda, bombalarda, dengesini yitirmiş adamların sözlerinde, ülkelerinden kaçan milyonlarda, Türkiye’yi terketmek isteyen genç çiftlerde, güncel istatistiklerde görüyorsunuz.
Bütün bunlara karşın günümüz dünyasının geçmişe göre ne kadar büyük potansiyellere sahip olduğunu da algılıyoruz. Yaşamaktan utandığım İstanbul kentinde değişen çevreye, yeni teknolojilere, iletişimin akıl almaz gelişmesine, kullanılan malzemelerin çokluğuna, ve geleceğin belirsizliğine karşın, milyonlarca genç insanın dolup taşan enerjisine bakarak şaşırıyorum.
Eğer bu enerji ve yeniyi yaratma potansiyeli daha akıllı, daha bilimsel, daha insancıl amaçlara yöneltilse, daha çok insan, birbirlerini, artık sonuç vermeyecek kavgalarda, boğazlamaya çalışmasalar, pörsümüş ideolojilerin kurbanı olmasalar, geleceğe dönük, çocuklarının daha aydınlık günleri için, insanlık tarihinde pek çok kez görüldüğü gibi, hayaller kursalar, daha iyi bir dünyada yaşamaz mıyız?
Tarihin bütün ütopyaları bugün bilim ve teknolojinin sunduğu somut olanaklar yanında çocuk oyuncağı kadar basit kalır.
Sevgili okuyucular,
Dünyanın bütün eski klişelerden kurtulması gerek. Bütün ideolojiler, kimisi çok eski, politik, düşünsel, ekonomik menfaatları, egemenlik alanlarını korumak için, dünya nüfusununun küçük bir azınlığı tarafından çıkarılıyor. Bu azınlık yüzlerce yıl birikmiş bir maddi ve manevi güce sahiptir. Bunu olan bitene tümüyle karşı olanlar da bilirler.
Ne var ki egemenler mutlu değildir. Obama, Putin, Erdoğan, başkanlar, diktatörler, patronlar, bir köşede, iddiasız, hatta dünyadan habersiz yaşayan bir emekçiden daha mutlu değiller.
Olamazlar da. Çünkü bekledikleri çok fazla. Her gün istediklerinin bir bölümünü gerçekleşmemesi ve kafalarını duvara çarpmaları neredeyse alınlarına yazılmış kaderleri. Dünyada hesaplanamayan çok olasılık içeriyor. Bunların bir bölümü hepimizin ortak geleceği. Bundan egemenler muaf değil. Bu ölümden de beter.
Doğan Kuban/Bilim Teknoloji/Cumhuriyet
Yorum Gönder