Sevgili okuyucular, Parçalanmış bir toplum bilinci Türkiye’yi tehdit
eden iç ve dış odakların elini güçlendirir. Ülke halkına, ülke
bütünlüğünün bize kazandırdığı jeopolitik güç ve uluslarası
konjonktürdeki yeri ötesinde, yapısal varlığının şikayet ettiğimiz
fiziksel nitelikleri ile bile, dünyada önemli bir yeri olduğunu anlatmak
zorundayız.
Etilerde bir kahveye girdim. Bütün dünyanın gençleri gibi canlı ve
neşeli üniversiteli gençler kendi güncel sorunlarından, havadan sudan
konuşuyorlardı. Yarım saat önce evde Güneydoğu Anadolu’da acı verici ve
huzur bozucu savaş haberlerini okumuş, boş kentlerin harap sokaklarının
fotoğraflarını görmüş, iç karartan yorumlar okumuştum.
Yarım saat farkla iki ayrı ülkede yaşıyordum.
Kahvedeki gençlerin ülkenin öbür ucundaki insanlık dramından haberi
olmaması söz konusu olamazdı. Onları suçlamak da aklımın köşesinden
geçmedi. Çünkü sadece bu gençler değil, bütün dünyanın insanları da,
kaygıları kendi boyunlarına dolanmış olarak yaşıyorlar.
Fakat değişik ortamlarda yaşayan bu insanların ve onların
davranışlarının ülkenin parçalanmışlığını simgelediklerini düşündüm.
İnsanlar kendi sorunlarının yükünü ancak taşıyabiliyorlar. Barış kavramı
ile yanyana gelemeyecek dehşet verici cinayet haberleri insanları
etkilemiyor mu?
OLAN BİTENİ KADER GİBİ GÖRMEK
Gerçi sadece yol kazalarında yılda onbin kişinin öldüğü bu ülkede,
halkın ülkenin öbür ucundaki cinayetlere kaygısız, az okumuş ve beyni
yıkanmış şizofren kesimler olabilir. Dünyanın hali olan biteni bir kader
gibi görenlerin sayısını arttırıyor. Bu yaşam düzeninde, gününü
kurtaranlar kendilerini mutlu bile sayabilirler. Ne var ki bu tutum,
toplumların ortak davranışına dönüşürse insanlığın geleceği güven
altında olamaz. Türkiye gibi ülkelerin sorunu da budur.
Benim gibi fazla uzun yaşamış insanların öğrendiklerine ve
duyarlılıklarına bu tavır uymuyor. Biz bütünleşmiş bir toplum ideali ile
yetiştirildik. Ülkenin nüfusu daha 20.000.000 olmamıştı. Acıda ve
neşede bütünleşmek istiyorduk. Ulusu yaratmağa çalışıyorduk.
Bugün bütünleşmek için bütün araçlara sahibiz. Telefon, bilgisayar,
internet akıl almaz bir bilgi ağı oluşturuyor. Ulaşım ülkenin iki ucunu
birkaç saatte yanyana getiriyor. Fakat güncel yaşamda bu olanaklar,
insanları bölmeye yarıyor gibi görünüyor. İletişim ve ulaşım, sanki
parçalanma aracı olmuş. Dışarıdan ve içerden kimi güçler insanlar
arasındaki doğal farklılıkları onları ayrıştırmak için kullanılıyorlar.
Ülkeyi ayakta tutacak sağduyu ve bilinç yerine dayanışmayı yok eden
tarihi ayrıştırma yöntemi, Filistin, Lübnan, Afganistan, Pakistan, Irak,
Suriye’den sonra Türkiye’de de çalışıyor. Bütün İslam ülkelerini
saymayalım. Aklı başında bir insan Diyarbakır, Mardin, Hakkari’den ve
doğuda yaşayan Kürt vatandaşlardan çok daha büyük Kürt nüfusunun Adana,
Mersin, Ankara, Ege kıyıları ve İstanbul’da oturduğunu unutabilir mi?
Biz kendi kendimize harakiri mi yapıyoruz? Emperyalizmin Irak ve
Suriye’yi bizim ülkenin dengesini bozmak için araç olarak kullandığını
düşünmek zor değil. Batının elinde politik, ekonomik ve fiziksel çok
araç olduğu meydanda. Doğrusu istenirse Rusya da, Türkiye için, Batının
parçasıdır.
BATININ BARBARLIĞI
Hobsbawm Batının en barbar olduğu yüzyılın 20-21. yüzyıllar olduğunu
söyler. Batının egemenliğinde yeni bir dünya strüktürü planladığını
düşünün! Türkiye politikacıları ve gazetecileri sorunu kör bir iktidar
ve muhalefet kavgasına indirgediler. Pratik sorunların boyutlarını sanki
yabancı basından dinliyoruz.
Türkiye’deki 2.2 milyon Suriyeliyi Arap petrolcülere sattığımız
yapılarda mı konuk edeceğiz? Bunların bir yıl karınlarını doyurmak için
Angela Merkel’in vereceği paranın 1/3 ü, ikametleri, gerisi sağlıkları,
eğitimleri için gider. Bu masrafın ne kadarını Suriyelileri karın
tokluğına çalıştırarak geri alırız? O sırada işsiz kalacak Türk halkı ne
olacak?
Amerika ve Avrupa’nın ve şimdi de Rusya’nın burnunu soktuğu ve bir
tarafın Arapları, diğerlerinin İran’ı kullandığı Irak ve Suriye
savaşları, Libya’nın yok edilmesi, Hatta Yemen ve Sudan, Kuzey Afrika
Müslüman ülkelerde olanlar Türkiye’ye de bulaşmadı mı? Bu artık bir
varsayım değil. Hint’ten Mali’ye kadar İslam dünyasına bir göz atın.
Bunlar demokrasi için mi oluyor!? Rusya’da, Çin’de, Amerika’da
Hıristiyan dünyası içinde öyle bir mücadele var mı? Oralar demokrasi
içinde mi yaşıyor?
Batı Müslümanlara kendi kendilerine acımamalarını ve birbirlerinin
boğazını, Müslümanlık için, kesmeyi öğretti! Bunun için onlara silah
verip para bile kazanıyor. Petrolcüler ve Mısır, Batı ile, İran ve
Asya’nın eski Rus sömürgeleri Rusya ile ortaklık ediyorlar. Biz de Yakın
zamana kadar Rusya ile flört edip, Amerika ve Avrupa ile kırıştırdık.
Arap ve İranlılar Türkiye’nin parçalanmasından memnun.
Osmanlı ve Türkiye Cumhuriyeti sadece Avrupa için değil, İran ve
Araplar için de bir baş ağrısıdır. Bunu aklınızdan çıkarmayın! Birinci
Dünya Savaşı’nda Arapların Türklere nasıl davrandıklarını okuya okuya
bitiremedik. En aptal Türk bile Arapların Lawrence’ini anımsayabilir.
Gerçi bilmeyecek kadar cahilimiz de, çok şükür var. Bunlar iktidar kozu
bile olsa, Türkiyeyi tehdit eder.
İLETİŞİMİ KULLANAMAMAK
Yine çağdaş iletişim ortamına dönelim. Telefonun, televizyonun,
bilgisayarın, internetin sağladığı iletişim kendi içine kapalı gruplar
arasında oluyor. Kimse bilişimi bilgisini arttırmak, dünyanı köşesini
bucağını ya da kendi tarihini öğrenmek için kullanmıyor. Tatlı
reklamlarla uyutuluyor. İletişim araçlarını telefon yarenliği, internet
oyunu için açıyor. Daha ciddi olanlar azınlık. Bilinçsiz, afyonlanmış
bir yaşamın saptadığı bir iletişim düzeni içinde yaşıyoruz. Üyeleri eski
kasabalardaki bir mahallenin sakinleri gibi. Şimdi evden eve
seslenmiyor ya da bakkalda buluşmuyorlar. İstanbul’la Van, ya da
İzmir’le Los Angeles arasında telefonda buluşuyorlar. Bu düşünsel bir
ilişki değildir. Birbiriyle koklaşan hayvanlarınki gibi, fakat çağdaş ve
elektronik bir koklaşma oluyor.
Kuşkusuz insanı hayvandan ayıran bazı özellikler kaldı. Bunlar insana
özgü pozitif empatiler olabilir. Eskiden toplum üyelerini, cemaatleri,
ulusu birleştiren dini ya da ulusal ideolojiler, bugün basit menfaat ve
ihtiyatkâr dayanışma ilişkilerine dönüştü. Bunun adına da uygarlık
diyoruz.
Sevgili okuyucular,
İnsanların bu özelleşmiş sevgisi, tıpkı doğada olduğu gibi
sırtlanlaşmış, tilkileşmiş, çakallaşmış, onları yalnız yakalayıp yemek
isteyenlerin işine geliyor. Dünya politikası da böyle çalışıyor.
Yalnız kalanları, parçalananları tehdit ederek kontrol etmek
kolaydır. Aslan ve kaplanlar bile sürüden biraz ayrılan yalnız
hayvanları parçalarlar. Toplumların kendi içlerinde dağıtılmaları da
benzer bir yöntemdir.
GÖÇ EDEN ANTİLOP SÜRÜLERİ
Politikacılar, yardım pozlarında, menfaat dağıtarak boş kafaları
yönlendirirler. Yalan, insanın korunma içgüdüsüne bağlı genetik bir
özelliktir. İnsan kendini korumak için, aldatmak için yalan
söyleyebilir.
Bugün var gibi görünse de eski ideolojiler yok. Gerçekte milliyet,
din, demokrasi, insan hakları, birkaç yalnız adamın dilinde kaldı. Bugün
ayakta kalmak zor. Dünya çok kalabalık. Her şey kapanın elinde kalıyor.
Geri alacak vakit yok. Ortalıkta fırsat kollayan, aslanlar ya da
emperyalist ülkeler, uluslarası şirketler var. Bütün aradıkları açlar,
aptallar, afyon yutmuşlar. Anadolu kıyılarında, Yunan adaları için
lastik bot sıralayan çakallar, bütün dünya sularında boy boy, av
bekliyorlar. İnsanlar güneye göç eden zebra, antilop sürülerine
benziyor.
Saman alevi gibi yanan sönen cilalı, yavan sözler söyleyen bu adamlar
toplum yararına ne konuşuyor? Gazeteler ne işe yarıyor? Partiler ne işe
yarıyor? Devlet ne için çalışıyor?
Seneca ‘Bugünü yaşa, onu yarına feda etme!’ der. Bu ‘elindekinin değerini bil!’ demek.
Doğan Kuban/Bilim Teknoloji/Cumhuriyet
Yorum Gönder