Törenin adı ‘Necip Fazıl Ödülleri Gecesi’... Ev sahibi Star gazetesi... Elbette, baş konuk da Cumhurbaşkanı.
İşte böyle bir gecede, ödül alanlardan Nuri Pakdil sahneye çıktı.
“Sayın Cumhurbaşkanımız Erdoğan benim o ünlü selamlamamı yapmamı istedi” dedi.
Devam etti:
“Şimdi bir slogan atacağım. Çok yoğun bir alkış bekliyorum. Sloganım şudur: Ne mutlu Müslümanım diyene!”
Erdoğan, (benzetmeden hoşlanmayacaktır ama) poker masasında tüm fişlerini ortaya süren oyuncu gibi. Eline çok güveniyor. Tüm fişleriyle ‘rest’ çekiyor ve elini açmaya hazırlanıyor. İslam’ı ve tabii kendi mezhebi Sünniliği ‘tek ve biricik kimlik’ olarak dayatmanın yolunu yapıyor.
LAİKLİĞİN SON DEMLERİ
Elbette alametler bu bir tek sloganla sınırlı değil... Bilumum stadyumlardan Atatürk adının kaldırılmasından tutun... Okullardaki öğretimin ‘medrese eğitimine’ dönüşmesine... Kadınlara yönelik gerici zihniyetin her platformda atağa kalkmasına... Aslında ‘nereye gittiğimiz ya da götürüldüğümüz’ çok açık.
Bir zamanlar siyasi İslam ile demokrasiyi, hatta SOL’u evlendirme hayali kuranlar pek suskun. Gündemin etrafında dönüp dolaşıyor, bir türlü sadede gelemiyorlar.
Vaktiyle görmediklerini bugün hiç göremiyorlar. Oysa, yıllarca önce verilmişti start. Örneğin AKP ile Gülen Cemaati’nin henüz kavgaya tutuşmadığı günlerde.. 2010 yılında, Cemaat’ten Ali Bulaç Zaman gazetesinde bir soru atmıştı ortaya:
“Laik yaşama tarzı İslami ve geleneksel hayat alanlarına müdahale eder, kamusal alanlardan dini arındırmaya çalışırken, buna dinî hayatını ciddiye alan insanlar ne kadar ve niçin tahammül edecek?”
Liberal ya da sosyal demokratlar bu soruyu duymazdan geldi. Oysa, Ali Bulaç hedefi göstermişti.
İktidar ve yandaşları, Türkiye Cumhuriyeti’nin en önemli payandası olan laikliğe savaş açmıştı.
İktidar ve yandaşlarının ‘âlim’ dediği Hayrettin Karaman da çerçeveyi çizmişti:
“Bir Müslüman aynı zamanda laik olabilir mi, sorusu, dayatmacı, kıstırıcı bir sorudur ve akide (inanç) ile ilgilidir.
Müslümanların mahsus bir bir çeşit demokrasi olabilir ama sıra laikliğe gelince hiçbir Müslüman ‘ben biraz Allah’a, biraz da onu tanımayan, onun hâkimiyetini bölen rakiplerine itaat ederim’ diyemez.
İslam, yalnızca iman ve ibadetten ibaret değildir. Aynı zamanda hayatın diğer alanlarıyla ilgili talimatı da ihtiva etmektedir.”
Evet, iktidar ve yandaşları ibadetle yetinmiyor. Siyasallaştırdıkları İslam’ı şimdi de hayatın her alanına hâkim kılarak toplumsallaştırmaya soyunuyor.
Ve artık, laik cumhuriyeti / aklı / bilimi saf dışı bırakmak için çıktığı yolda, son turu koşuyor.
ODTÜ’DE TEHLİKELİ OYUNLAR
ODTÜ’ye yönelik saldırı, işte o son işaretlerden.
Cumartesi günü BirGün’ün manşet haberinden öğrendim ki, meğer ODTÜ’de köprülerin altından zaten çok sular akmış. Kampüste 2 bin kişilik bir cami ve 15 mescit varmış.
Ama, IŞİD / CİHATÇI zihniyetli bir grup sahneye çıkmış. (Ya da çıkartılmış!) Ve “ibadet hakkımız engelleniyor” diye yaygaraya başlanmış. Bunu, “mescitte namaz kılanlara saldırdılar” yalanı izlemiş. YÖK Başkanı da ODTÜ Rektörü’nü arayıp ‘olayı kınamış’...
ODTÜ, bu gerici / faşist iktidar için en önemli simgelerden biri. Dize getirmek, başaramazlarsa yok etmek istiyorlar.
Bu, çok ama çok tehlikeli bir oyun. Zira ODTÜ, Hürriyet’e benzemez. ODTÜ’lü gençler de, Saray’ın istediği adamı “en tepeye” getirip göze girmeye çalışan Hürriyetçiler’e... “Eğer bir Rus uçağı sınırlarımıza tecavüz etmiş ve F-16’larımız onu indirmişse... Ama falan demeyiz... Devletimizin yanında yer alırız...” diye RTE’YE çiçek uzatan Ertuğrul Özkök’e hiç benzemez. ODTÜ ve ODTÜ’lüler, Hürriyet gibi dize getirilemez.
Ancak, provokasyonlar, gerginlikler de bu ülkeye pahalıya mal olur.
Biliyorum... Yandaş ve merkez medya ‘karşıt görüşlü gruplar’ deyip çıkacaktır işin içinden... Bir bölümü de ‘namaz kılan gençlere saldırı’ masalını anlatmaya devam edecektir.
Eğer, başta CHP, toplumsal muhalefet ayağa kalkmaz... Gençlere... Türkiye’nin gururu ODTÜ’ye… Ve elbette laik cumhuriyete sahip çıkmazsa…
“Ne mutlu Müslümanım” sloganıyla ortaya çıkanlar ipi göğüsleyecektir.
Ve tencerede yavaş yavaş haşlanan kurbağaların masaya servis zamanı gelecektir.
***
Sizin kadar içerdeyiz bizim kadar dışardasınız
Sevgili Can... Sevgili Erdem... Halk TV’yi izleyemediğinizi biliyorum. En azından BirGün ile buluşabiliyoruz. Bu, BirGün’de yılın son yazısı. Yılbaşını sevdiklerinizden uzak ve yapayalnız geçireceksiniz. Ama ne kadar ‘ÇOK’sunuz bir bilseniz. Sizi hiç yalnız bırakmayacağız. Ve oradan çekip alacağız. İkinizi de sımsıkı kucaklıyorum.
Ayşenur Arslan /birgün
Yorum Gönder